“Mavi Vatan demek çok maksimalist bir davranıştır. Başkalarının nezdinde bizi saldırgan olarak gösterebilir”.
CHP Genel Başkan Başdanışmanı Ünal ÇEVİKÖZ bu sözleri ile milli çıkarlarımızın korunmasına yönelik kararlı uygulamaları itibarsızlaştırarak açıkça Yunanistan’a destek verirken; "maalesef gelen haberlerde, Türkiye'den Azerbaycan'a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan'a gönderildiği ifade ediliyor” diyerek işgalci Ermenistan’ın da yanında yer almıştı.
Siyaset üstü tutulması gereken milli konularda bile Türkiye düşmanları ile aynı dili kullananların fanatik Ermeni ya da Yunan siyasetçilerden hiçbir farkları yoktur.
Oysa merak edip araştıran normal zekâ sahibi herkesin anlayacağı üzere Mavi Vatan; Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz, Akdeniz ve Ege'de ilan ettiği deniz yetki alanlarını kapsayan doktrin olup, Türkiye’nin savunmasının sınır ötesi alanlardan başlatılması ve bu stratejiyi uygulamaya yönelik bir askeri endüstriyel kompleksin geliştirilmesi ile karakterize edilmiştir.
Türkiye ile Libya arasında gerçekleşen deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, Mavi Vatan doktrinin somut adımlarından biri oluştururken, BM’ye bildirilmesiyle dünyaya ilan edilen bu anlaşma Akdeniz’de hakkımız olan enerji kaynaklarından yararlanmamızın da hukuki temelini oluşturdu.
Hani birileri Libya’da ne işimiz var diyordu ya?..
Onlar şairin dediği gibi “bir ellerinde cımbız bir ellerinde ayna umurlarında mı dünya?” anlayışı ile uluslararası karar vericilere şirinlik gösterileri yapmaya ve aday toto oynamaya devam ederlerken, Libya’da ne kadar önemli bir iş yaptığımız Yunanistan (ve elbette kuklacısı olan ABD’nin) Akdeniz’deki hesaplarının bozulmasından duydukları ölümcül rahatsızlıktan anlayabiliyoruz.
Rusya-Ukrayna savaşı; enerji kaynakları ve tedarikinin önemini arttırırken, Türkiye’nin irade ve kararlılığını ortaya koyarak, Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Anlaşmasının BM tarafından da onaylanmasıyla, bu konuda kimseye taviz ve hesap vermeyeceğini ve geri adım atmayacağını açıkça ilan ettiğini Mısır’daki sağır sultan bile duydu ama “Bizim Libya’da ne işimiz var diyen gaflet tayfası duymamazlıktan gelmeye devam ediyor.
Gerçek; asgari zekâ düzeyinde olan herkesin anlayabileceği kadar açık olmasına rağmen üstelik diplomat olarak ta görev yapan bir siyasinin “Mavi Vatanı savunmanın bizi saldırgan olarak göstereceğini” söyleyebilmesi düşmana öpücük yollamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Bu yazdıklarımız bir kenarda dursun.
Geçtiğimiz günlerde medyaya düşen “ilginç” bir haber vardı.
“Ege'de görev uçuşu icra eden Türk Silahlı Kuvvetlerine ait İHA'lar bir hareketlilik tespit ederek, Yunanistan'a ait iki çıkarma gemisinin Midilli ve Sisam'a seyir halinde olduğunu belirlediler.
Söz konusu gemilerin GASA statüsündeki Midilli'ye 23, Sisam'a ise 18 taktik tekerlekli zırhlı araç sevkiyatı gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Zırhlı araçların ABD tarafından Dedeağaç Limanı'na gönderilen araçlardan olması dikkati çekti.”
Bu iki adanın gayri askeri statüsünü uzun yıllar ihlal eden Yunanistan bu kez suçüstü yakalandı.
Lozan ve Paris Anlaşmalarına göre adaların silahsız halde bulunması gerekmekte olup, aksi halde bu adalardaki Yunan Egemenliğinin tartışmaya açık hale gelmesi kaçınılmazdır.
Nitekim Türkiye, hem Yunanistan’a ve hem de onu üzerimize salan ABD’ye Protesto Notası vererek bu işin peşini bırakmayacağını ve asıl muhatabın ABD olduğunu göstermiştir.
Peki, Lozan deyince mangalda kül bırakmayanlar ve sanki kutsal bir metinmiş gibi Lozan’ı savunanlar, bu Anlaşmasının Yunanistan (gibi görünse de kuklacısı olan ABD) tarafından alenen çiğnenmesine neden tek söz edemiyorlar?
Edemezler.
Çünkü onlar, ABD’nin gayri meşru çocuğu Yunanistan’ı değil, hak ve çıkarlarını korumakta kararlı ve uluslararası hukuka uygun bir tutum sergileyen Türkiye’yi saldırgan olarak görüyorlar.
Ayrıca siz hiç kuklacısına itiraz eden bir kukla gördünüz mü?
İHA görüntülerinin yayınlanmasıyla birlikte konunun küresel medyada tartışmaya açılması, içimizdeki Yunan muhiplerinin canını sıksa da ülkemizin bu konuda izlediği tutarlı politikasına olumlu katkıda bulunacaktır.
Muhtemelen bu görüntülerden çok daha fazlası devletin elindedir.
Yeri ve zamanı geldiğinde devlet gereğini yapacaktır.
Bugüne kadar ABD’nin beslemesi Yunanistan’ın tuzaklarına düşülmemesi devletin sağduyulu davranarak öncelikle hukuki ve meşru zeminde hak aramak niyetinde olduğunu göstermektedir.
Savaş son ve fakat en etkili çaredir.
Sabrımızı taşırırlarsa dün dedelerinin yaşadıklarını, bugün torunlarının da yaşaması kaçınılmazdır.
Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği üzere Yunanistan ne dengimiz ne de muhatabımızdır.
Şimdi kenarda dursun dediğimiz bilgileri, Yunanistan’ın GASA Statüsündeki Adaları silahlandırdığı haberi ile birleştirelim ve soralım;
Görünürde Yunanistan olsa da arkasında ABD’nin hedefi Türkiye olan böylesine düşmanca faaliyetleri karşısında ne Ünal ÇEVİKÖZ’den, ne partisinden ve ne de ittifak yaptıkları altılı masa müdavimlerinden (masanın altındakileri saymıyorum onlar zaten ABD’nin taşeronu )hiç bir tepki duydunuz mu?..
Duyamazsınız..
Neden?
Demokratik(!) katkı(!) bekledikleri ABD ve onun gayrı meşru bebesi Yunanistan’a nasıl tepki gösterecekler?.
İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıldönümünde denize dökülen işgalci Yunan’a tek laf edemeyip Osmanlı’ya hakaret eden tunç kafalar ve ona destek verenler mi Yunanistan’a tepki gösterecekler?..
Mavi Vatan demeyi saldırganlık olarak görenlerden farklı bir davranış beklemiyoruz, sonuçta kendilerine yakışanı yapıyorlar.
Ama aynı masada birlikte oturdukları; kimisi muhafazakâr(!), kimisi milliyetçi(!), kimisi görünmeden göbekte yer alan, kimisi bir selamünaleyküm ile Anadolu’yu ayağa kaldıracağını iddia eden, kimisi de dümdüz(!) oturan ittifak ortaklarının derin sessizlikleri ve şehit bacısına küfür ederken gösterdikleri cesareti gösterememeleri gerçekten ibretliktir.
Ege ve Akdeniz’de Türkiye’yi sınırlarına hapsederek balıkçılarımızın avlanmalarına bile engel olan, uluslararası anlaşmalara rağmen GASA statüsündeki adaları silahlandıran, burnumuzun dibindeki enerji kaynaklarından yararlanmamıza engel olmak ve “dostları” ile birlikte “çökmek” için her türlü provokasyonu yapan, Ege’de görev uçuşu yapan uçaklarımıza radar kilidi atan, sivil ticari gemilerimize ateş açan, Başta Dedeağaç olmak üzere tüm ülkeyi bir ABD üssüne çevirerek Türkiye’yi kuşatan ve saldırmak için bahane arayan Yunanistan’ı ve Güneyimizde çıkarlarına hizmet edecek bir kukla devlet oluşturmaları için YPG/PYD/PKK’ya binlerce TIR ve yüzlerce uçak dolusu silah, teçhizat ve mühimmat vererek Türkiye’nin üzerine salan sahibi ABD’ni “maksimalist ve saldırgan” olarak görmeyen/göremeyen zihniyetin işbirlikçi ve destekçileri; sonucu uluslararası karar vericilere ve onların taşeronları olan Pennsylvania ve Kandil’e teslimiyete kadar uzanan derin bir gaflet delalet ve ihanet içindedirler.
Pennsylvania’nın uzantılarına af, Kandil’in uzantılarına bakanlık vaatleri de bu gaflet, delalet ve ihanetin en somut göstergeleridir.
Sahip çıktıkları gazeteci kılıklı teröristler sadece katil Dilşah ERCAN ile sınırlı değil.
Mersin’de Sedat Gezer isimli polisimizin şehit olduğu, bir polisimizin ise yaralandığı saldırının faillerinden birinin PKK’lı terörist Dilşah Ercan olduğu tespit edildi.
Dilşah Ercan hem İzmir’de hem de Mersin’de yakalanarak terör eylemlerinden dolayı hapis cezasına çarptırılmış bir terörist.
“CHP milletvekilleri Nurettin Demir, Veli Ağbaba ve Özgür Özel'in 2013 te hazırladıkları “Dünyanın En Büyük Gazeteci Cezaevi: Türkiye” başlıklı raporda ‘masum gazeteci’ olarak yer alan Dilşah Ercan’ın aslında "Zozan Tolan" kod adlı bir PKK'lı olduğu ortaya çıktı.
Raporda imzası olan CHP’li Ağbaba da düzenlediği basın toplantısında, “Görüştüğümüz gazeteciler arasında eli silahlı terörist göremedik, bulamadık” diyerek, suç makinesini andıran el kanlı Ercan’ı aklamıştı.
Tutuklu gazeteciler raporunda Gazeteci Dilşah ERCAN’ın bir de mektubu yer almıştı.
CHP’nin raporunda “Sırt çantası da suç kanıtı sayılmış” denilerek masumlaştırılan terörist Mersin’de Sedat GEZER isimli polisimizi şehit ettikten sonra kaçamayacağını anlayınca sırt çantasındaki bombayı patlatıyor.
CHP’nin sahip çıktığı gazeteci kılıklı teröristler ne yazık ki polis katili Dilşah ERCAN ile sınırlı değil.
“Daha önce yine CHP'nin sahip çıktığı "tutuklu gazeteci"lerden, Vatan Emniyet Müdürlüğüne düzenlediği saldırıda öldürülen DHKP-C'li Elif Sultan Kalsen; ‘Örgüt propagandası’ suçlamasıyla cezaevine girmişti. Kalsen’e gönderilen kitapların cezaevince kabul edilmemesi CHP’nin “İnsan Hakları İhlalleri Raporu’nda” yer almıştı.
Mualla ZİNCİR – Eylem YÜCEL; 2019 yılında CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ı ziyaret edeceklerini söyleyerek TBMM ziyaretçi kabul salonuna gelerek Meclis çalışanını rehin almak isterlerken, güvenlik görevlilerinin müdahalesi sonucu etkisiz hâle getirilmişti.
2016 yılında İstanbul Bayrampaşa’daki Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne silahlı ve el bombalı saldırıda bulunan DHKP/C üyesi Berna Yılmaz’a da ’Roman Açılımı’ toplantısında protesto eylemi yaparak tutuklanması sonrası, dönemin CHP’li milletvekilleri arka çıkmıştı.
3 Aralık 2012’de CHP’li Veli Ağbaba ve Nurettin Demir, altı aydır tutuklu bulunan tıp fakültesi öğrencilerinin aileleriyle TBMM’de basın toplantısı düzenlemişti. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Özge Aydın kürsüye gelmiş ve konuşma yapmıştı. YPG/PKK saflarında silah eğitimi alan ‘Ceren Güneş’ kod adlı Özge Aydın, 3 Kasım 2019’da Suriye’de etkisiz hâle getirilmişti.
Nurettin Demir, Veli Ağbaba ve Özgür Özel'in hazırladığı raporla ilgili basın toplantısı yapan Kılıçdaroğlu; “Tutuklu gazeteci olmaz, hapiste gazeteci olmaz, yazı yazdı diye gazeteci işinden olmaz. Eğer siz Türkiye'yi dünyada saygınlığı olan bir ülke konumuna getirmek istiyorsanız ilk yapacağınız iş medyayı özgür bırakmaktır. Medyası özgür olmayan bir toplumun demokrasi taleplerine fren koyamazsınız. Gezi parkı eylemlerine fren koyamazsınız. Dünya gerçeği, CHP'nin kaleminden öğrenecek. Bu ülkeye demokrasi, özgürlükler gelinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Polis devletinden Türkiye'yi çekip çıkarmak zorundayız" açıklamasında bulunmuştu.
Geçtiğimiz Haziran ayında Sayın Kılıçdaroğlu Meclis grup toplantısı sırasında kürsüden, "Bu gazeteciler neden yargılanıyor, bilmiyoruz" diye sesleniyordu.
Peki, şimdi bu teröristlerin neden yargılandıklarını anladılar mı?
“Sırt çantası da suç kanıtı sayılmış” diyerek bir polisimizi şehit eden PKK’lı katili nasıl ve neden masumlaştırdıklarını anladıklarını sanmıyorum.
Çünkü anlamış olsalardı sosyal medya hesabından; “Mersin’de Polisevine yönelik alçakça düzenlenen terör saldırısında şehit olan polis memurumuza Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı ve sabır, yaralanan polis memurumuza ve vatandaşlarımıza acil şifalar diliyor, terörü bir kez daha lanetliyorum. Milletimizin başı sağ olsun!” açıklaması yapan Sayın Kılıçdaroğlu’nun mesajında bu alçakça cinayetin faillerinin PKK’lı olduğu da belirtilirdi.
Oysa açıklamada “teröre lanet” var ama teröristlerin PKK’lı olduğu”ndan söz edilmiyor.
Neden?
Daha şimdiden iki bakanlık verilebileceğini söyleyip gönüllerini almaya çalıştıkları HDP’nin desteğini kaybetme korkusundan olabilir mi?
Dönüşüm…
Aşağıdaki sözler Meral AKŞENER’e ait.
“Hocaefendi’yi bir gün herkes anlayacak. Ne mutlu, onu şimdiden anlayana”.
“Benim babam, 60 ihtilaline kadar Paşacı yani İnönü’cü idi İhtilalden sonra Türkeş’çi oldu. Babamdan abime, abimden de bana geçen bir durum…”
“CHP, benim babamın partisidir”.
“Rahmetli babamın rahmetli İnönü ile fotoğrafı var. Sonra paylaşırız…”
“Ölünceye kadar Kılıçdaroğlu’na şükran duyacağım. Onu, çocuklarıyla beraber sülaleme vasiyet ettim. Başlarına bir şey gelirse bendedir, bizdedir.”
“Bugünün caka satanları. Başörtüsüne uzatılan o el, başörtüsüne uzandığında 28 Şubat’larda su pus olmuşken uçaklara doluşup Almanya'lara kaçışırken “başörtüsüne uzanan eli kırarım, koparırım” diyen bendim ben. Barikat olan bendim ben. Bizim olduğumuz yerde kimse ne birinin başörtüsüne ne de birinin saçının teline dokunabilir. O dönemlerde pek çok milletvekili vardır. Başörtüsü sebebiyle koyduğu tavır söylediği sözlerden dolayı hakkında fezleke yazılan tek milletvekili bendim ben".
(Mehmet Ali Birand’ın 32.Gün programındaki açıklamaları)
Akşener: Ben imza attım Milli Güvenlik Kurulu kararlarına, orada katılanlardan birisi olarak. Gönülden inanıyorum, uygulanacak. Uygulanması gerektiğine de gönülden inanıyorum. Eğer bir rezervim olsaydı orada konuşurdum.
Birand: Uygulanmasa bırakır mısınız hükümeti?
Akşener: Başka çaresi yok, uygulanacak!
Birand: Uygulanmadığını gördüğünüz takdirde istifa eder misiniz?
Akşener: Şimdi bakın, İçişleri Bakanı olarak ben, benim görev alanıma düşen ki, büyük bir çoğunluğu da bize düşüyor bu işin. Milli Güvenlik Kurulu kararlarının Milli Eğitime düşen var, Diyanet'e düşen var, Adalet Bakanlığı'na düşen var. Şimdi Adalet Bakanlığı çalışıyor. Onlar da bir genelde yayınladı. Ben uygulamayacağım. Milli Güvenlik Kurulu kararları uygulanacak
Birand: Kıyafet yasası mesela en kolay uygulanacak olan.
Akşener: Evet
Birand: Ve bir tülü uygulanamıyor.
Akşener: UYGULANACAK, GÖRECEKSİNİZ UYGULANACAK.
Bakalım sırada ne var?