Sayın Kılıçdaroğlu’nun; altılı masanın küsurat partilerinin liderlerinin telkin ve tavsiyeleri yanı sıra eski danışmanı ve CHP kontenjanından RTÜK üyesi olan Okan Konuralp ile ANAR anket şirketinin sahibi İbrahim Uslu'nun akıl hocalığı yaptığı, MYK üyeleri ve grup başkanvekilinin bile haberinin olmadığı başörtüsü açıklaması, kendi mahallesinde bile tepkilere neden olurken; “bir zamanlar maziye bak ne kadar da şendik” korosunun post modern muhafazakârları dışında kimse tarafından ciddiye alınmadı.
Bayram değil seyran değilken kanun teklifi vererek başörtüsünü güvence altına almak istediklerini söyleyen Sayın Kılıçdaroğlu muhafazakâr seçmene şirin görüneyim derken, iktidar kanadının “madem yasal güvence istiyorsunuz gelin bunu daha sağlam olan anayasal güvenceye alalım” resti karşısında dondu kaldı.
İktidarın bu adımı karşısında CHP Grup başkan vekili Özgür Özel anayasa değişikliğinin yeni meclisin işi olduğunu söyleyerek gerçek niyetlerinin başörtüsünü güvenceye almak değil endişeli(!) muhafazakârların oylarını almak olduğunu göstermiş oldu.
Kanun teklifinin yetkili kurul ve organlarında tartışılmadan İzmir’de yapılan toplantıda milletvekillerinden alınan boş imzalı kâğıtların üzerleri doldurularak yapılması parti içinde de tepkilere neden olurken, Sayın Kılıçdaroğlu’na mahallesinden gelen ağır eleştiriler, malum zihniyetin başörtüsü düşmanlığının hala dipdiri olduğunun kanıtı ve ellerine fırsat geçtiğinde bıraktıkları yerden başlayacaklarının işareti olarak dikkat çekicidir.
Belki de bu teklifin en önemli getirisi, saklamaya çalıştıkları ancak fırsat bulduklarında kusacakları kin ve nefretin açığa çıkartılması olmuştur.
Üniversitelerde türban serbestisi tanıyan düzenlemeyi Anayasa Mahkemesine götürüp iptal ettiren ve dönemin YÖK başkanı hakkında suç duyurusunda bulunan Kılıçdaroğlu’nun bu girişimi geçmişte büyük acılar yaşattıkları muhafazakâr kesim tarafından samimi ve inandırıcı bulunmadığı gibi toplumda bir heyecan da yaratmadı.
Zaten Kanun teklifinin hiç bir yerinde başörtüsü kelimesi geçmemesi de gerçek amacın ne olduğunu göstermektedir.
Kaldı ki temel hak ve özgürlükler yasayla verilmez, ancak anayasal güvence altına alınabilir.
Oysa kısıtlamalar yasayla yapılabilir.
Bu durumda verilen kanun teklifi tuzakları da içinde saklamaktadır.
Çünkü bugün kanunla serbest bıraktıkları bir hak ve özgürlüğü yarın yeterli sayısal çoğunluğu sağladıklarında yine kanunla yasaklamalarının önünde hiç bir engel yoktur.
Ayrıca bu ülkede kanunlara rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından geçmişte zorlama yorumlarla nasıl hüküm tesis edildiğini biliyoruz.
Misal, hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen 367 kepazeliğini asla unutmadık.
Hepsi bir tarafa, namus ve şerefleri üzerine verdikleri sözleri dahi tutmayanların hiçbir sözlerine güvenilmez.
Bu güvensizliğe bir de mahallesinin kin ve nefret dolu tepkilerini eklersek başörtüsü ile ilgili kanun teklifinin hiçbir şekilde samimi ve inandırıcı olmayan bir seçim yatırımı olduğu açıkça görülür.
32 yıl önce bombalı saldırıda hayatını kaybeden Bahriye Üçok'u anma programında konuşan (CHP’nin arka bahçesi) ADD Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt; “ Aman bize oy verecekler, aman efendim bize oy vermezler. Anayasanın 24. maddesi orada durduğu sürece sen türbana özgürlük için yasa çıkaramazsın, çıkar da görelim. Kimse bu kimseye herkes dâhil devletin herhangi bir kanunu din kurallarına bağlayamaz. Bunu şiddetle reddediyorum" diyerek tepki gösterdi.
Eski Genel Sekreter Önder Sav Kılıçdaroğlu'na kamuda başörtüsü serbestisine karşı çıkıp Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasını hatırlatarak; "Birkaç yıl önce başörtüsü ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi'ne iptal başvurusu için attıkları imzaları, verilen çabaları söyledikleri sözleri unutanların, başörtüsü-türban ile ilgili tartışmaları gereksiz ve zamansız biçimde dile getirmek isteyenlerin tekrar tekrar dikkatle ve ibretle okumalarını tavsiye ederim." ifadelerini kullandı.
CHP Eski Grup Başkanvekili Kemal Anadol; "Şu konuda tavrım net; üç grup başkanvekilinden biri olarak, o günkü Genel Sekreter Önder Sav ve o günkü vekillerin de altında imzası bulunan başvurunun güçlü şekilde arkasındayım." Diyerek görüşlerini ifade ederken; CHP Eski Milletvekili Mehmet Ziya Yergök; "CHP'nin, Medeni Kanun'un kabulünün tam da yıldönümünde böyle bir yasa teklif vermesini doğru bulmuyorum. Zannediyorum 6'lı masadaki üç siyasal İslamcı ortağı hoşnut etmeye dönük bir adım. CHP'nin asla ödün veremeyeceği temel ilkelerin başında laiklik geliyor. Hiçbir şart altında bunu göz ardı edemeyiz" şeklinde konuştu.
Ancak ne ilginçtir ki tuvalet terliğine bile oy vermeye razı olan kendi seçmen kitlesi dışında hiçbir kesimin inandırıcı ve ciddi bulmadığı bu kanun teklifi “bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik” tayfasında sevinçli bir telaşa yol açtı.
Karar Gazetesinden Elif Çakır'a konuşan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Uzun yıllar başörtüsü karşıtlığını kendisinin en önemli misyonu görmüş ve bundan dolayı birçok acılara sebep olmuş bir partinin bu hatasını nihayet görüp vazgeçmesi ve bunu tüm milletvekillerinin imzasıyla somutlaştırması Türkiye adına çok memnun olunacak olağanüstü bir gelişmedir, böyle bir dönüşüme öncülük ettiği için de Kemal Beyi tebrik etmek gerekir. Partiler üstü baktığınızda ülkenin normalleşmesi herkesi sevindirmelidir" ifadelerini kullandı.
TV5'te katıldığı programda açıklamalarda bulunan eski TBMM Başkanı Bülent Arınç; "Kılıçdaroğlu'nu bu noktaya getiren muhafazakâr kesimle barışabilmek, onlara anlayış gösterebilmek. İkincisi de bugün muhafazakâr kesimde pek dışarıda dillendirilmeyen ama kendi içinde propaganda haline gelen bir konu var. Bu muhafazakâr kesime ki dindarlık noktasında ulaşmış kesime, birileri diyor ki 'Bakın CHP gelirse, Millet İttifakı gelirse başörtüsünü yine yasaklar'. 'Böyle bir düşüncenin bugün alıcısı olabilir mi?' diye düşünecekseniz, ben düşünmenizi tavsiye ederim. Bunun için 'Ben böyle bir şey yapmayacağım ama yasal düzenlemeyi bunun için istiyorum' demişse Kılıçdaroğlu bunun için bir adım atmıştır diye düşünebiliriz."
"Siyasetçi gözüyle bakmamı lazım. Bir iş yapıyorsanız karşılığını oy alarak almayı düşünürsünüz. Kılıçdaroğlu da bunun için yapıyor. Yani helalleşmeyi niye yapıyor? Başörtülü kardeşlerimizle neden bir araya geliyor, onları ön plana koyuyor. "Ey muhafazakâr kesim ben sana yanlışlıklar yaptım, geçmişte olanlar için özür diliyorum. Beni affet” diyor. Dindar insanlar için bile tövbe kapısı her zaman açıktır, siyasetçilere tövbe kapısını kim kapatabilir? Bunu söyleyen bir insanın boğazına sarılmak gerekmez." Diyerek Kılıçdaroğlu’nu yüceltirken sanki geçmişteki uygulamalarıyla büyük haksızlıklara neden olanların büyük bir pişmanlık yaşamış da hatalarından vazgeçmek için başörtüsü ile ilgili teklif vermiş gibi abartılı bir yorum ve destekte bulunmaları gözden kaçmadı.
Peki gerçekten böyle bir pişmanlık ve Sayın Gül’ün ifade ettiği gibi “olağanüstü” bir gelişme mi söz konusu?
Asla!...
Ne böyle bir pişmanlık ne de olağanüstü bir durum var.
28 Şubat zihniyeti zerre kadar değişmedi.
Birilerinin göz yaşartan güzellemelerine aldanmayın.
Bu güzellemelerin hangi “Kutsal” amaç için yapıldığını biliyoruz.
Eğer burada olağanüstü olarak nitelenebilecek bir durum varsa o da olağanüstü ikiyüzlülüktür.
Eşinin başörtülü olması nedeniyle ağır hakaretlere uğrayan Sayın Gül’ün samimiyetten uzak böylesine ikiyüzlü bir girişimi “olağanüstü” bir gelişme olarak nitelemesi olsa olsa “çatı adayı” olabilmek için gösterilen “olağanüstü” bir çabadan ibarettir.
(Meraklısı için not;Tv100’de yayınlanan Taksim Meydanı’nda gazeteci Şaban Sevinç, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görevde olan CHP’li vekilin yaklaşık bir buçuk iki ay önce görüşme bir yaptıklarını söyledi. Sevinç, “Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olma hevesini kendisini görmeye gidenlere ifade ediyor.” dedi.
Sevinç, Abdullah Gül’ün CHP’li vekille diyaloğunu şöyle anlattı:
CHP’li vekil: Efendim sizin adaylığınız da konuşuluyor… Ama bizim partililer size oy vermez, size çok tepkililer.
Gül: Niye vermesinler, Tayyip’e mi verecekler?
CHP’li vekil: Tayyip’e oy vermezler ama oy kullanmaya gitmez CHP’liler.
Gül: O zaman Tayyip’in devam etmesini istiyorlar. (VeryansınTv Yayınlanma tarihi: 30 Ağustos 2022, 09:05)
Başörtüsü konusunda Anayasada yapılacak değişiklik teklifi gündeme geldiğinde kimin gerçekten çözümden yana kimin olağanüstü ikiyüzlü olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Buradaki temel sorun bir şekilde çözüm getirilerek kamuoyunun gündeminden düşmüş bir konunun gereksiz bir şekilde gündeme getirilmesidir.
Çünkü Türkiye’de bugün için bir başörtüsü sorunu yoktur.
Kaldı ki sorunun çözümlenmesinde en büyük gayretin karşı cephenin bütün engellemelerine rağmen AKP ve MHP tarafından gösterildiğini de biliyoruz.
Geçmişin ağır bagajı temizlenmeden, yaratılan mağduriyetin maddi bedeli kuruşuna kadar ödenmeden ve mağdurlardan tek tek helallik alınmadan göstermelik bir kanun teklifi ile sanki pişman olunmuş algısı yaratılmasıyla hiç kimse “ tamam ben de oyumu size veriyorum” demez.
Siyaset satranç gibidir. Bir hamle yaparken karşınızdakinin hangi hamleleri yapabileceğini de düşünmek gerekir.
Ama siyasette ne yapacağınıza üst akıl karar veriyorsa düşünmeye de gerek yoktur.
Onlar söyler siz yaparsınız.
Altılı masanın oy değeri yüzde biri bile bulmayan ufaklıklarını memnun etmek ve elbette ki muhafazakâr seçmene şirin görünmek için başörtüsüne yasal güvenceyi biz getiriyoruz diyerek bu sorunu parti kapatılmasına dayanak yapacak kadar ağır suçlamalara muhatap olmasına rağmen bir çözüme kavuşturan iktidara meydan okursanız, iktidardan gelen “tamam o zaman gelin bu işi Anayasa ile çok daha sağlam bir zemine kavuşturalım” resti karşısında işte böyle gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalırsınız.
Temelden inanmadığınız ancak küçük hesaplar uğruna inanır gibi göründüğünüz konularda meydan okumakla topuğunuza sıkmak arasında hiçbir fark yoktur.
Sayın Kılıçdaroğlu aday olduğu takdirde seçimi kazanabilmesi için sadece HDP’nin değil muhafazakâr seçmenin de oylarına ihtiyacı var.
Bu nedenle bir gün Bozkurt Kemal oluyor, bir gün çözülmüş başörtüsü sorunu bir kere daha çözüyor(!).
KRT TV canlı yayınına konuk olan CHP'li eski Milletvekili Ensar Öğüt; Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Başkanı olduğu dönemde umreye gittiğini belirtip; "İbadetini yapar. Ben hacca gittiğimde yanına gittiğimde inanın samimi söylüyorum Kuran-ı Kerim'i ezbere biliyor. Ayetleriyle birlikte ezbere biliyor." Sözleriyle muhafazakâr seçmene selam gönderirken, geçtiğimiz günlerde dolaşıma sokulan seyyid soyundan açıklamaları ile Sayın Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr seçmen için ne kadar ideal bir aday olduğu algısı yapılıyor.
Ekrem İmamoğlu Eyüp Sultan Camii’nde Yasin-i Şerif okuyor, "Sokaktan kaldırsınlar cenazelerimizi be Ahmet. Yıllarca dinsiz yaşa sonra git dini ritüellere boğul. (bu da benim vasiyet)" diyen İstanbul İl Başkanları cenaze namazı kılıyor, oruç tutmadıkları halde iftar sofralarına oturuyorlar.
Aralarında her gün Cuma namazı kılanlar bile var.
“Kur’an-ı Kerim’i ezbere biliyor, Ayetleriyle birlikte ezbere biliyor” cümlesi bile Kur’an-ı Kerim’in ruhundan ne kadar habersiz olduklarını gösteriyor.
Kur’an-ı Kerim 6236 (DİB/Din İşyeri Yüksek Kurulu) Ayetten oluştuğuna göre Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilmek zaten ayetlerin tamamını ezberlemiş olmak demektir.
Yani Hem Kur’an-ı Kerim’i ezbere biliyor hem de ayetleriyle birlikte ezbere biliyor ifadesi açık bir cehalet ifadesidir.
Bütün hesaplarını ellerine fırsat geçtiğinde bedel ödetmekten çekinmedikleri muhafazakârların oylarını almak üzerine kurgulamışlar.
Sanki muhafazakârlar bu ikiyüzlü/samimiyetsiz tavırları hiç görmüyor ya da kendilerine her söylenene inanacak kadar saflar.
Bilmiyorlar ki “(Akıllı ve olgun) Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63)
İktidarlarının ilk haftasında İstanbul Sözleşmesini Anayasaya geçireceklerinden Temel Reis’in haberi var mı?
Başörtüsü ile silgili kanun teklifine karşılık hükümetin Anayasa resti çekmesi üzerine sayın Kılıçdaroğlu; "Ben de söz veriyorum, iktidarımızın ilk haftasında İstanbul Sözleşmesi'ni Anayasa'ya geçireceğim..." vaadinde bulundu.
Oysa altılı (+ bir) masadaki ittifak ortaklarından Sayın Temel Karamollaoğlu geçtiğimiz Ağustos'ta hem de Halk TV'de, LGBT ve İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin, "Nedir bu toplumsal cinsiyet? Biri gelsin bana anlatsın, aile bir erkek bir kadından meydana gelir. İki erkek bir aile oluşturamaz bunun adı sapıklıktır, kimse kusura bakmasın" demişti.
Sayın Karamollaoğlu 2021 yılı Mart ayında yaptığı açıklamada da İstanbul sözleşmesini eleştirerek; “Biz ülkemizde kadına şiddetin olağan bir hadise olarak görülmesini istemiyoruz. Sadece kanun yaparak, sadece hukuki düzenlemelerle bu konunun üstesinden gelmek mümkün değil. Kanunlar çıkardık, İstanbul Sözleşmesi'ni kabul etti Türkiye. Ne oldu? Kadına şiddet 10 misli arttı. Sadece kanunlar çıkararak değil toplumda gerekli adımları atmalıyız”. Aileyi korumadan kadına şiddeti önleyemezsiniz.” Aile toplumun çekirdeği temeli.” ifadelerini kullanmıştı. (https://www.cumhuriyet.com.tr/10 Mart 2021 Çarşamba, 12:48)
Medyaradarı yazarı Figen Balcı'ya iki sene önce özel açıklamalarda bulunan Karamollaoğlu (Haber Giriş: 25 Temmuz 2020 Cumartesi - 14:27 Yeniçağ yenicaggazetesi.com.tr) İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak ağır eleştiriler getirerek şunları söylemişti;
“FB: Kadın cinayetleri ile ilgili de bir soru sormak istiyorum; maalesef yakın zamanda yine çok üzücü bir olay yaşandı. Bu konuyla alakalı Türkiye’nin de imzaladığı “İstanbul Sözleşmesi” tartışmaya açıldı. Kadın cinayetlerini önlemek amacıyla ortaya çıkan bu sözleşmenin toplum yapısını bozacağına ilişkin eleştiriler ve itirazlar gündemde… Siz İstanbul Sözleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
TK: Ben düşünmeden tepki göstermenin bir fayda sağlamadığı kanaatindeyim. Prensip olarak biz iki konuya çok önem veriyoruz bunlardan birisi kadına yönelik şiddet. Kadına şiddetin önü kesinlikle alınmalı ama İstanbul sözleşmesi aradan geçen bu kadar zamana rağmen bunu sağladı mı, sağlamadı… O halde burada bir yanlışlık var. İstanbul sözleşmesi hep kadına yönelik şiddetle özdeşleştiriliyor ama acaba hakikaten öyle mi?
FB: Siz ne düşünüyorsunuz, öyle mi hakikaten?
TK: Bazıları tarafından yanlış anlaşılabilir ama sanki bana şiddeti artırdı gibi bir kanaat doğuyor. Onun da neden olduğunu biraz sonra söyleyeyim. İkincisi de ailenin korunmasıdır… Yani biz kadına şiddetin karşısındayız her türlü hukuki tedbir alınmalı, öbür taraftan da aile mutlaka korunmalı çünkü aile toplumun çekirdeğidir.
Bu ikisini koruyacak adımları atalım, aile mahremiyetine önem verelim, şunu da görelim ki herkes ille de aynı kanaatte olma mecburiyetinde değildir.
FB: Az önce değinmiştiniz sizce kadına yönelik şiddeti nasıl artırmış olabilir İstanbul Sözleşmesi?
TK: İstanbul sözleşmesinin çok iyi tetkik edilmesi icap eder. Cinsiyete karşı bir tavır var İstanbul sözleşmesinde, cinsiyeti ortadan kaldırmak istiyor. Cinsiyeti nasıl ortadan kaldıracaksın. Erkek erkek, kadın kadındır. Cinsiyet kavramını ortadan kaldırmayı toplumun barışı için gerekli görürseniz o zaman şiddet doğar. İstanbul sözleşmesine imza atmayan ülkeler var; İngiltere atmadı, Macaristan atmadı, Rusya böyle şey olmaz dedi, bazı ülkeler çekince koydular ama cinsiyetsizleştirme bu kabul edilebilir bir şey değil.
FB: Bunun planlı bir çalışma olduğunu mu düşünüyorsunuz?
TK: Kesinlikle… Bu Türkiye’ye mahsus değil, Türkiye İslam âleminde örnek seçilmiş bir ülke. Bazı havaalanlarında kadın erkek tuvaletleri ayrılmıyor ortak tuvaletler var, kimliklerdeki cinsiyet bölümü kaldırılıyor. Ben bunların öyle kendiliğinde olduğu kanaatinde değilim. Bu planlı biçimde toplumu dejenere etmeye yönelik bir şey”…
Sayın Karamollaoğlu’nun İstanbul Sözleşmesi ile ilgili eleştirileri bu kadar net iken Sayın Kılıçdaroğlu kimlere güvenerek; "Ben de söz veriyorum, iktidarımızın ilk haftasında İstanbul Sözleşmesi'ni Anayasa'ya geçireceğim..." vaadinde bulunabiliyor.
Sayın Kılıçdaroğlu; “bakmayın böyle açıklamalarına biz nasıl olsa Sayın Karamollaoğlu’nu razı ederiz” diye mi düşünüyor?
Seçimi kazanmaları halinde verilecek bir Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı karşısında SP’ de bu ağır eleştirilerin üstüne sünger mi çekilecek?
Yoksa Sayın Karamollaoğlu da “nasıl olsa Kılıçdaroğlu seçim kazanamaz, yapamayacağı bir iş için konuşmasının bir zararı yok, baksanıza ABD’de Beyaz Saray’dan bile kendisine randevu vermediler, ne diye eleştirip te aramızı bozalım?” diye mi düşünüyor.
“İstanbul Sözleşmesi iptal edilsin” diyerek hükümeti eleştiren ve göz yaşartıcı manşetler atanlar neden susuyorlar?