Savunma sanayiimizin gözbebeği olan TUSAŞ’a yapılan ve beş şehit verdiğimiz saldırıyı tahmin edildiği üzere PKK üstlendi.
PKK’nın silah bırakması için bir takım önerilerin gündeme geldiği bir zaman dilimi içinde, Cumhurbaşkanı yurt dışında iken 4,5 milyar doları ihracat olmak üzere 6 milyar doların üzerinde anlaşmanın imzalandığı SAHA EXPO Fuarı devam ederken terör örgütüne en büyük zayiatın verilmesini sağlayan araç, gereç ve mühimmatın üretildiği TUSAŞ’a yapılan saldırı, Güneydoğumuzda bir garson devlet kurmak için acelesi olan ABD’nin artık tahammülünün kalmadığını göstermesi bakımından sürpriz değildir.
PKK bu saldırıyı CIA dan aldığı talimatla yapmıştır. Yani saldırının organizatörü CIA’dır.
İngiliz siyasetçi George Golloway bu gerçeği açık bir şekilde ifade etti.
Daha onbeş yirmi yıl önce ABD’ne muhtaç olan Türkiye artık kendi savunma silahlarını üretmekte, üretmekle kalmayıp ihraç ederek küresel çetenin pazarından pay kapmaktadır.
Koydukları ambargolar hiç bir işe yaramamış, satmadıkları silahların daha kalitelisi yerli olarak üretilmiştir.
Yani Türkiye onlar için artık ÇOK OLMAYA başlamıştır.
Özellikle terörle mücadelede yerli İHA ve SİHA’ların gösterdiği başarının dünyanın diğer ülkelerinin dikkatini çekmesiyle pazardan alınan pay ciddi bir şekilde artmaya başlamıştır.
Bütün bunlara İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı Türkiye’nin gösterdiği kararlı duruş da eklendiğinde TUSAŞ’a neden saldırıldığını anlamamız kolaylaşır.
Bu saldırılar Türkiye’yi durduramaz hesabı fazlasıyla sorulur.
Nitekim bu menfur saldırının hemen ardından yapılan ve özellikle TUSAŞ’ta üretilen ANKA’ların görev yaptığı operasyonlarda aralarında sözde üst düzey katillerin de bulunduğu 213 terörist öldürüldü, inleri yerle bir edildi.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, hain terör saldırısında etkisiz hale getirilen iki teröristin terör örgütü PKK üyesi Mine Sevjin Alçiçek ve Ali Örek olduğunu açıklamıştı.
Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2015'te "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak", "Terör örgütü propagandası yapmak" ve "Terör örgütüne üye olmak" suçlarından soruşturma başlatılan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) üyesi firari Alçiçek 20 Ağustos 2015'ten bu yana aranıyordu.
Bu gerçekler ortada iken bebek katilinden örgütü silah bırakmaya ikna etmesi mümkün değildir. Örgütün banisi ve hamisi olan ABD binlerce TIR ve binlerce uçak dolusu teçhizat, silah ve mühimmatı boşuna vermemektedir.
Bu kadar yoğun silah sevkiyatı yapılan örgüt istese de silah bırakamaz, bıraktırmazlar.
Tasmalarını ellerinde tutan sahipleri izin vermezler.
DEM Parti’den yapılan ve Kandil tarafından dikte edildiği anlaşılan şu açıklamada, İran’ın İsrail tarafından baskı altına alınmasıyla Türkiye/İsrail gerilimini bir avantaj olarak değerlendirdikleri için silah bırakmak gibi bir niyetlerinin olmadığını gösteriyor. “Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını yıllardır boğmaya çalışan AKP-MHP iktidarının işgal ettiği bölgelere yerleştirdiği çetelerin tasfiyesi gündemdedir. Güney Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak politikaları ise ciddi bir çıkmazın içine girmiştir. İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını kendi yayılmacı politikaları için handikap ve çıkmaz olarak görmektedir. Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi üzerinden bölgesel güç olma hevesleri berhava olan ve dış politikada yalnızlaşan rejim için bu gelişmeler, iç siyasi dengeleri de ziyadesiyle etkilemektedir.”
Görülen odur ki terör örgütüne yönelik çok kapsamlı bir harekât hazırlanmaktadır. Bugün yapılan çağrılar da köprüden önceki son çıkıştır.
Bedeli ne olursa olsun Güneydoğumuzda bir teröristan kurulmasına izin verilmeyecektir.
Aksi takdirde Türkiye’nin Suriye’nin akıbetine uğraması kaçınılmazdır.
Bu arada TUSAŞ’a yapılan saldırı devam ederken güvenlik kamerası görüntülerinin ve tesislerin krokilerinin servis edilmesi tam bir ihanettir.
Güvenlik güçlerimiz canları bahasına operasyon gerçekleştirip çok daha büyük bir kaybı önlerken teröristlere destek anlamına gelecek şekilde görüntü paylaşmanın hesabı en ağır bir şekilde sorulmalıdır.
Son sözüm de Anayasa Mahkemesine.
Yargıtay Başsavcılığı’nın programı ve tüzüğü Anayasa’ya açıkça aykırı olan bölücü dört partinin kapatılması için tam 7 yıl önce verilmiş dilekçeleri ile ilgili olarak neden işlem yapmıyorsunuz?
7 yıldır kapatma davasını görüştüğünüz (bu nasıl bir görüşme ki bir türlü bitmek bilmiyor) “Kürdistan Özgürlük Partisi”, “Kürdistan Demokratik Hareketi” ile birlikte “Kürdistan Yurtseverler Partisi” adıyla yeni bir parti kurdu.17 Eylül 2023 günü Çankaya Seçim Kurulu gözetiminde 3.Olağan Kongresi’nde Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Kürdistan Yurtseverler Partisi (PWK) olarak değiştirdi.
Adamlar dalga geçer gibi kapatılması istenilen partinin ismini değiştiriyor ama Anayasa Mahkemesi 7 yıldır seyrediyor.
Dört yıla yakın bir süredir elinizdeki dosyadaki binlerce delile her gün kapı gibi yenileri eklenirken, seçime girmediği halde hazine yardımı almasını sağlayarak can suyu verdiğiniz HDP’nin kapatma davasında karar vermek için daha neyi bekliyorsunuz?
Bireysel başvuruları karara bağlamak için gösterdiğiniz aceleyi, Yargıtay’ın kesin kararlarını yok sayma cesaretini kapatma davalarında neden gösteremiyorsunuz?
Türkçesi “Yaşasın başkan Apo” olan “Biji serok Apo”, “PKK halktır, halk burada”, PKK/KCK terör örgütünün sözde gerilla marşını okumanın ifade özgürlüğü olduğuna karar verdiğinize göre gözümüzün içine sokularak yapılan bölücülüğün Anayasaya uygun olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bölücülük ne zamandan beri özgürlük oldu?
Fetullah Netanyahu öldü sıra Gazze kasabında...
Ömrünü sadık bir ABD uşağı olarak geçiren Fetullah Gülen de her canlı gibi öldü.
Birer teatral gösteriye dönüştürdüğü vaazlarında İslam’ı kendi amaçları doğrultusunda yorumlayarak hezeyanlarını aktardığı beyinleri zehirlerken, son 25 yılını kaçak olarak yaşadığı ABD de bir hain olarak öldü ve çiftliğinin bahçesinde kazılan bir çukura gömüldü.
Fetö ve beslemeleri sadakatte sınır tanımadıkları ABD ve işbirlikçilerinin ülkemizi işgal etmelerine zemin hazırlamak için gerçekleştirdikleri 15 Temmuz darbe girişiminde milletin verdiği silahları millete karşı kullanarak 251 kardeşimizi şehit etmişlerdi.
İlahi bir tecelli olarak hain kaldırıldığı hastanenin 251 numaralı odasında öldü.
Kendisini; “Allah benimle konuştu. Doğru ben kâinatı Muhammed’in hatırına yarattım; ama senin hatırına devam ettiriyorum” (Latif Erdoğan/Şeytanın Gülen Yüzü/İstanbul 2016/S:33) diyecek kadar üstün ve haşa peygamberimizle denk birisi olarak gören elebaşının Cebrail’in getirdiği haberleri beğenmeyerek reddetme, meleklere “dilini tut” diyerek emir ve talimat verebilecek kadar sapık bir anlayış içinde olduğunu aşağıdaki sözlerinden anlıyoruz.
“Ben sizin tırmandığınız bir helezonda hav hav ederek arkanızdan tırmanıp dururken, kasemle size teminat vereyim, bir helezonda beklenmedik şeyler gördüm. Size tarif edeyim bir bir felekler burcuna çıktım, melekten merhaba gördüm, bana haktan bir nida geldi. Gel ey âşık ki mahremsin, burada hak dostlarına henüz kapılar açılmamıştı, zarflar içinde size gelen ihsanlara şahit oldum”.(F.Gülen/ Hisar-3 İrade Kahramanları, dk 15.50 vd)
“Sizin hakkınızda hep hüsn-i zan besledim. Sizi kaybederken sizin hesabınıza bakarken, sizin durumunuzu değerlendirirken sol gözümü kapadım. Defterin sol tarafına elimi koydum. Sol meleğe dilini tut dedim ve hep sağı işletmeye çalıştım. Sağla baktım. Sağla gördüm. Sağca görmeye çalıştım ve her şeyi defterin sağ tarafında aradım” (F.Gülen/Ümit ve Korku 1. Dk.8.39-9.07)
Meleklere dillerini tutma talimatı verdiğini iddia eden elebaşı Azrail karşısında çaresiz kaldı. Sorularını çalamadığı ahiret hayatına Tekbir’siz Fatiha’sız ve binlerce masumun “ahı” ile gitti. Beslemeleri elebaşının cenazesinde tekbir getirilmesini yasakladı.
FETÖ'cü Ahmet Kurucan, elebaşının Amerikan kültürüne göre gömüldüğünü söyleyerek “Tekbire çok ciddi siyasi anlamlar yüklendi Türkiye'de. Biz onun için ısrarla dünyaya örnek olsun diye tekbir getirilmeyecek diye vurguladık. İnsanların tekbir getirmemelerinin nedeni budur." dedi.
Tekbirin yani “Allah en büyüktür” ifadesinin nasıl bir siyasi anlamı olabilir ki?
Soruları çalarak binlerce insanı mağdur eden, insanların özel hayatlarını kaydederek şantaj amaçlı kullanan, rüşveti himmet diyerek meşrulaştıran, kurban, fitre ve zekât bağışlarını ABD’ne hizmet ülkelerine ihanet için kullanan, dinler arası diyalog masalı ile İslam’ın temel prensiplerinin çiğnenmesine göz yuman bir çetenin dünyaya ibret olsun diye tekbiri yasakladıklarını iddia etmeleri tam bir ikiyüzlülüktür.
Bütün mesele yıllardır kendilerine kol kanat geren ABD’li dostlarını kırmamaktır.
Onlar için esas olan ABD’ne sadakatse Tekbir bile teferruattan ibarettir.
Elebaşının Skyland Baseball Stadyumu’nda ABD usullerine göre yapılan cenaze törenine, sadece örgüt üyelerine özel olarak hazırlanan QR kodlarla giriş yapıldı. Cesedi Hristiyan kardinallerin taşındığı cenaze aracıyla taşındı ve bir kardinal tabutun başında İncil'den bölümler okudu.
İngilizce olarak dile getirilen bu metinlerin Türkçe çevirisinde "Biz hepimiz onun çocuklarıyız. Kendisini bizim için feda etti. Lordumuz, bu mirasın devamını sağlamak ve tüm dünyaya yaymak için bize yardım etmeni dileriz." ifadeleri yer aldı.
Edilen duada ise Allah yerine Hristiyanlar gibi 'Lord' ifadesi kullanıldı.
Cenaze töreninde "Nasıl bilirdiniz?" sorusu sorulmadığı gibi kılınan cenaze namazından sonra ise Fatiha da okunmadı.
Ölen Müslümansa neden tabutu Hristiyan kardinallerin taşındığı araçla taşındı?
Neden tabutunun başında Kur’an-ı Kerim okunmadı da bir Kardinal İncil’den pasajlar okudu?
Neden Allah yerine Hristiyanlar gibi Lord ifadesi kullanıldı?
Neden cenaze namazının ardından Fatiha Suresi okunmadı?
Bu soruların cevabını yanında çalışan Fetöcü asistanı tarafından kendisine kanser hücresi bulaştırılarak öldürülen rahmetli Aytunç Altındal yıllar önce vermiş.
23 Şubat 1998’de Fetö’nün gizli kardinal olduğunu tespit eden Aytunç Altındal 23 Mart 1998’de Yeni Şafak’a yazdığı “Papa’nın ‘gizli’ kardinalleri” başlıklı yazısında, Vatikan’a çalışan fakat kendi ülkesinde kimliğini gizleyen başka dine mensup 2 kişinin Vatikan’da kardinal yapıldığını yazmış, 1999’da Vatikan’ın Gülen’e verdiği kardinallik belgesini deşifre ederek kamuoyu ile paylaşmıştı.
Fazla söze hacet var mı?
****
Fetö terör örgütünün amacının İslam’a hizmet olmadığını gösteren o kadar çok örnek var ki!..
Yurt dışı okullarında Hristiyanlığı teşvik etmekte olup, “gençler namaz kılmakta zorlanıyorlar ne önerisiniz?” Sorusuna Gülen cemaatından biri şöyle cevap veriyor; “Bakın hocalar, bu sorunun cevabını Türkiye’de verseydim, Türkiye’deki ahmaklar anlamazdı ama sizin için bir şans ki Hristiyan ülkedesiniz. Böyle gençleri gereksiz yere namaza özendirmeye çalışmayın. Onları Hristiyan olmaya yönlendirin. Bu bir kolaylıktır. Çünkü Hristiyanlıkta namaz yok. Bari Hristiyan olsunlar ki namaz borcu ile ahirete gitmesin.”
Bosna’da ve Kıbrıs’ta masum Müslüman kadınlara nasıl aşağılık tecavüzler yapıldığını, camilerin mescitlerin nasıl yakılıp yıkıldığını, masum kadınların ve çocukların nasıl alçakça katledildiğini görmezden gelerek Hristiyan güzellemesi yapan Fetö’nün şu sözleri gerçekten ibretliktir.
"Haçlı'nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Çünkü sizinle onlar arasında kırmızıçizgiler vardır. Bir kere onlar sizin kadınınıza kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar." (Ağustos 2016).
Bu sözleri bir Müslüman din adamı söylemez.
Yıllardır hoca efendi diyerek yücelttikleri elebaşının cenazesinde Tekbir getirilmesinin yasaklanması ve Hristiyan usullerine göre gömülmesi; donuna, gömleğine, mendiline, tabağına, bardağına kutsallık atfeden ahmakları uyandırmayacaksa ne uyandıracak?