“Türkiye, bölgesinde ve dünyada, yaşanan politik çöküşün sonucu olarak büyük bir itibar kaybına uğradı. Eskiden ‘Türkiye’ deyince, devletler şöyle bir dururlardı; bakalım ‘ne diyecek’ diye. Şimdi ‘Türkiye’ deyince, sırtlarını dönüyorlar...”
Bu ifadeler Kemal Kılıçdaroğlu’na ait.
Peki gerçek böyle mi?..
Bu ülkenin 1965 sonrasını bilerek, görerek bizzat yaşayan mütevazı bir vatandaşı olarak ifade etmeliyim ki sayın genel başkanın söyledikleri tam bir palavradır.
Geçmişte hiç te öyle iddia ettiği gibi Türkiye deyince durup bakalım ne söyleyecek diyen devletler görmedik.
Aksine yabancılar ne söyleyecek diyerek duran, onların ağzına bakan bir devlet vardı.
O övündükleri geçmişte darbecilerin emrindeki düzmece mahkemelerde yapılan düzmece yargılamalarla halkın seçtiği Başbakanı ve iki bakanı astılar.
Her on yılda bir demokrasiyi kurtarmak adına demokrasinin ırzına geçerek darbe yaptılar.
Üç kuruş kredi için önünde kapısında bekledikleri İMF’nin müfettişleri, memurlarına fırça attıkları devlete hesap sordular.
Ara sıra gaz vermek için “güçlü ortak” masallarıyla ağzımıza bir parmak bal çaldılar, yanağımızdan makas aldılar ama ülkenin istikbali ile ilgili hiçbir bir kararı asla bize aldırmadılar.
Mesela; ABD istedi diye haşhaş ekimi yasaklandı.
ABD’nin emri üzerine uçak yapmak kanunla yasaklandı.
Lafı uzatmayalım o çok övündükleri geçmişi biz de acısıyla tatlısıyla yaşadık, birilerinin ucuz masallarına karnımız tok.
Gelelim bugüne..
Sadece Antalya Diplomasi Forumu; 17 Devlet ve hükümet Başkanı, 80 Bakan, 39 Uluslararası Teşkilat temsilcisi başta olmak üzere, 75 ülkeden katılımcıyı bir araya getirdi. Türkiye'deki 50 üniversiteden 30'u mihmandar olmak üzere, 256 genç davet edildi.
Yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı Antalya Diplomasi Forumu kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 50'den fazla ikili görüştürme yaptı.
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Slovenya Cumhurbaşkanı Borut Pahor, Bosna Hersek Başkanlık Konseyi Üyeleri Caferoviç ve Dodik, Bulgaristan Başbakanı Kiril Petkov, Gine Bissau Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embalo, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani, Nijerya Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum, Sierra Leone Cumhurbaşkanı Julius Maada Bio, Liberya Cumhurbaşkanı George Weah, İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Hertzog, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ABD Başkanı Joe Biden, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, Almanya Şansölyesi Olaf Schol ile yapılan görüşmeler bunlardan sadece bir kaçı.
Putin ve Zelenski ile yapılan ve artık sayısını unuttuğumuz telefon görüşmelerini ve Antalya’da gerçekleştirilen Rusya Ukrayna dışişleri bakanlarının yüz yüze görüşmelerinden sonra iki ülkenin İstanbul’daki barış görüşmesine bakıldığında Türkiye’nin bırakın itibar kaybetmesini aksine büyük itibar sahibi olduğunu görüyoruz.
İzlenen aktif politikalara bağlı olarak ABD’nin EastMad anlaşmasından çekilmesiyle İsrail, BAE ve Mısır’ın Türkiye ile yakınlaşmaları, Ermenistan’ın ön şartsız görüşmelere başlaması, Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin arabuluculuk yapması ve çözümün adresi olarak gösterilmesi bile başlı başına bir itibar göstergesidir.
6 partinin 'Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem' için Ahlatlıbel'de bir araya gelmesine dair flaş bir detayı açıklayan Bakan Soylu'nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu işaret ederek, "İlk 6’lı masa toplantısından sonra beraber oluşturduğunuz bildiriyi hangi büyükelçiye düzeltmeye gönderdin? Cevap ver" sorusuna muhatap olan bir siyasetçinin itibar kaybından bahsetmesi olsa olsa kara mizah konusu olur.
Çünkü onların bildiği itibar ile bizim bildiğimiz itibar aynı şey değil.
Hepsini bir yana bırakalım; eski MİT Müsteşarlarından Fuat DOĞU’nun; "Ben MİT Müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum." Sözleri Sayın Genel Başkanın geçmişteki Türkiye ile ilgili sözlerinin ne kadar kuyruklu bir yalan olduğunun en net göstergesidir.
Bu kuyruklu yalanlarla hiçbir şeyin elde edilemeyeceği “sipariş” anketlerden de anlaşılıyor.
Çünkü bir Rus Atasözünde ifade edildiği üzere; “yalancılık, bozuk para gibidir, uzun süre geçindirmez.”
Gölge etmesinler başka ihsan istemeyiz.....
Sayın Meral Akşener soruyor; “Honkong’la Çin’i bağlayan köprünün kilometre maliyeti 360 milyon dolarken, Bay Kriz’in yaptırdığı köprünün kilometre maliyeti neden 900 milyon dolar?”
Bakan Karaismailoğlu cevap veriyor; “1915 Çanakkale Köprüsü’nün maliyeti 1 milyar 750 milyon euro’dur. Uzunluğu ise 4,6 kilometredir. Bir ilkokul işlemi yapalım. Maliyeti, km’ye bölelim 380,4 milyon Euro çıkar. Bu da yaklaşık 418,7 milyon dolar yapar. Karşılaştırdığınız iki proje. Birisi Dünya’nın en uzun asma köprüsü, diğeri 4 sene önce biten viyadük-köprü-tünel sistemi.”
Sayın bakan boşuna anlatmaya çalışıyor çünkü “idrak yolları tıkalı” olanlar için gerçek, bir anlam ifade etmez. Anlam ifade eden gerçek şehit bacısına edilen galiz küfürdür.
Biz bu “istemezükçü” kafayı; 15 Temmuz Şehitler, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Osman Gazi Köprülerinden; İstanbul Havalimanından, Marmaray’dan, Avrasya Tünelinden biliyoruz.
Onlara kalsaydık vay halimize.
İlkokul düzeyinde bir matematik işlemini yapamıyorlar, viyadük/köprü/tünel ile asma köprü farkını bilmiyorlar ama Başbakanlık istiyorlar.
Neyse ki böyle bir makam yok.
Olmayan makam için bir şey bilmenin gereği de yok.
Ya bir de Cumhurbaşkanlığını isteselerdi.?..
Yalan değil ihanet…..
Destek verdikleri siyasiler kuyruklusu, kuyruksuzu her gün yeni bir yalanı sürüme sokarken “Cumhuriyet” boş durur mu?..
25.2.2022 tarihli Cumhuriyet’te; Ankara-Niğde Otoyolu ile ilgili olarak; “Projede günlük kaç araç geçiş garantisi verildiği bilinmiyor. Sayıştay’ın raporuna göre, Ankara-Niğde Otoyolu için 2020’de 2.4 milyar Avro garanti ödendi. Otoyol 25 Aralık 2035’te kamuya devredilecek” ifadelerinin yer aldığı haberle ilgili olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu; "Bizde icraatlar, Onlarda yalanlar BİTMİYOR! Gerçek rakam 24,6 milyon Avro” açıklaması yaptı.
Yani Gazetede çıkan haber, daha önce benzerlerini gördüğümüz ve tekzip yayımlamak zorunda kaldıkları haberlerde olduğu gibi, algı oluşturmaya yönelik açık bir çarpıtma idi.
El insaf 2,4 MİLYAR nerede, 24,6 MİLYON nerede?..
Editöre filan gerek yok. Bir ilkokulun önüne gidip kapıdan ilk çıkan öğrenciye bile sorsalar milyon ile milyar farkını söyleyerek bu haber gerçeği yansıtmıyor derdi.
Eğer yaptıkları gazetecilik ise 1933-1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış Alman politikacı ve Nazi Almanya’sının ikinci şansölyesi, Adolf Hitler'in en yakın arkadaşlarından biri ve en sadık yandaşı Dr. Paul Joseph Goebbels de dünyanın en iyi gazetecisidir.
Din kimsenin dünyevi zevklerinin/heveslerinin meşrulaştırma aracı değildir…
Daha önce İslamiyet'e aykırı söylemleri nedeniyle Diyanet'ten ihraç edilen ve sonrasında İBB’de İnanç Masası biriminde göreve başlayan Fatma Yavuz, İBB'den de kovuldu.
Kendi ifadesiyle; “11 Ocak 1979 tarihinde Üsküdar’da doğmuş, sırasıyla Bağlarbaşı İlkokulu, Üsküdar İmam-Hatip, Marmara İlahiyat ve 29 Mayıs Üniversitesi’nde öğrenim görmüş, 2004 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Taşra Teşkilatına Kur’an kursu öğretmeni olarak atanmış, dört yıl Batman Merkez, on yıl Zeytinburnu Müftülüğünde görev yaptıktan sonra 2019’da “İslam’a aykırılık” gerekçesi ile ihraç edilmiş, yine 2019 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) İnanç Masası’nda göreve başlamış, iki yılı aşkın İnanç Masası görevinin ardından 25 Şubat 2022’de İBB’den de ihraç edilmiş, kendini Türk Ermeni’si olarak tanımlayan dindar, Müslüman bir kadındır.(+Gerçek 25.03.2022)
İBB’deki iki yıllık inanç masasında ne gibi yararlı(!) hizmetler yaptığını bilmiyoruz ama bu Müslüman(!) kadın kendi düğününde misafirlere alkol servis ederek, bunu "Muhafazakârların, seküler dostlarına borcudur" sözleriyle duyurmuştu.
Bununla da yetinmeyip, "Melekler 'sen çok yakın oturmuşsun sana da günah yazıyoruz' demiyor" ifadeleriyle Allah’ın emirleri ile dalga geçmişti.
Her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığının attığı böyle birisini işe almakla yanlış yapılmış ise de Allah’ın emirleri ve yasakları ile dalga geçen böyle bir müptezeli işten çıkarttığı için sayın İmamoğlu’na teşekkür ederiz.
Kişinin içki içmesi, günah olduğuna inanıp inanmaması kendi tercihidir bizi ilgilendirmez.
Ama Müslüman olduğunu iddia eden, din eğitimi almış ve dinin emir ve hükümlerini sıradan insanlara göre daha iyi bilmesi gereken bir şahsın Allah’ın emirleri ile dalga geçerek alkol kullanımının dinen meşru olduğunu söylemesi asla kabul edilemez.
Din kimsenin dünyevi zevklerinin/heveslerinin meşrulaştırma aracı değildir ve olmamalıdır.
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan şarap (içki) ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide, 5/90-91) ayeti ile “Sarhoşluk veren her içki haramdır” (Buhâri, Vudû, 71; Edeb, 80; Müslim, Eşribe, 7); “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, Eşribe, 3) hadislerindeki açık yasak ve uyarılara rağmen aksini savunanın muhafazakârlığı da Müslümanlığı da teferruattır.
İki Temel fıkrası…
"Bazen bize şöyle diyorlar; Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin peşine takıldınız gidiyorsunuz'. Yok ya, biz kimsenin peşine takılmadık. Onlar aslında bizim peşimize takıldı geliyorlar" (Temel Karamollaoğlu)
****
“Erbakan bugün hayatta olsa kesinlikle CHP ile birlikte olurdu” (Temel Karamollaoğlu)