Yaratılmışların içinde en değerli varlık insandır. İnsanda bulunan akıl, dil ve cüz’i irade, onu bu özellikleri sayesinde diğer varlıklardan ayrı kılmıştır. Akıl, iyi ile kötüyü, hayırla şerri, acıyla tatlıyı birbirinden ayırt etmeye yarayan bir melekedir. İnsan akliyle yaratanına yönelme, yaptıklarının farkında olarak icra etme imkânına sahiptir. Dil, insanın duygu ve düşüncelerini ifade etme aracıdır. İnsan dili sayesinde ıstek ve arzularını anlatma, bireylerle sözlü iletişim kurma gücüne sahiptir. Cüz’i irade ise, her insana Yüce Allahın kendi mutlak iradesinden verdiği sınırlı seçme, arzu etme, isteme hakkıdır. Bu yönüyle insan, konuşan, duygu ve düşüncelerini anlatabilen, dileyen ve seçebilen, her yaptığını bilerek yapan bir varlıktır. Yaratanın kendisine verdiği bu nimetlerle ona karşı sorumludur. İnsan başıboş yaratılmamıştır. Onun dünyaya gelişinin bir gayesi vardır. Cenab-ı Hak Kuranında “ And olsunki, gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik,”buyurmuştur. Tin ,4-5
Yaratanını tanımak üzere dünyaya en güzel bir biçimde getirilen insanoğlu, bu vasfını koruyup muhafaza edemediği zaman arzu edilmeyen bir noktaya itildiği durumu ortaya çıkmaktadır. Oysa insan, Allahın kendisine verdiği akıl nimetiyle dilini ve cüz’i iradesini doğru yöne sevk edebilme gücüne sahiptir. İnsan, sahip olduğu akliyle konuştuğu zaman doğru konuşur. İş yaptığında işini sağlam yapar. Toplum içinde davranışlarını kontrol eder. Etrafındakileri söylemiyle eylemiyle rahatsız etmez. Bu imkânlar çerçevesinde Rabbine yönelen insan, Yaratanın murakabesi altında olduğunu bilir. Gecesiyle gündüzüyle izlendiğini, hiçbir söylem ve eyleminin gizli kalamayacağının idraki içindedir. Bu haliyle hayatını kuran ve sünnetin gölgesinde idame ettirenler Yüce Allahın şu müjdesine nail olmaktadırlar. Allah (cc)” Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna. Onlar için bitmeyen, tükenmeyen ecir vardır” buyurmuştur. Tin, 6.
Demek ki insan, yaratılış gayesine uygun yaşadığı, insani değerlerini muhafaza ettiği zaman, dünya ve ahretini mutlu kılmış oluyor. Yaratanına gönülden bağlandığı, kendine ve topluma faydalı olduğunda, insanlığın huzur ve güvenliğini sağlayacak söylem ve eylem ortaya koyduğunda, birey ve topluma zarar verecek tutum ve davranışlardan uzak olup, kendisi için sevdiğini başkası için de seven, kendisi için arzu etmediği bir şeyi diğerleri için de arzu etmemeye çalıştığında Allahın sevdiği ve razı olduğu bir kul olabiliyor. Toplum içinde saygı duyulan ve sevilen, model bir birey olabiliyor. Önemli olan da gök kubbede hoş bir seda bırakmaktır. Bunun için insan olmak gerekmektedir. İnsan, düşünen, konuşan, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilen, aklı sayesinde iyiliklerle meşgul olmanın birey ve toluma yarar sağlayacağını idrak edebilen sosyal bir varlıktır. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin değerlerini koruduğu zaman insandır. Değilse bu değerlerden uzak kalırsa insanlığını kaybedebilir. Günümüzde bunun pek çok örnekleri mevcuttur.
Yeryüzünde yaşayan insan toplumlarına baktığımızda öyle manzaralar görüyoruz ki, insanlık nereye gidiyor diyoruz. Kuvvetli olanlar zayıfları ezmekte, bireylerin konuştuğu ile eylemleri birbirine zıt. Bir kısım insanlar kendi çıkarları için diğerlerinin geleceklerini karartabiliyor. İnsanlarda acıma duygusu kör ermiş, kalpler katılaşmış, merhamet hissi yok olmuş, Ben yaşayayım da diğerleri ne yaparsa yapsın felsefesi gelişmiş, Dini duygular dünyevi çıkarlar için kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedir. Bu olumsuz ve karanlık tablodan kurtulmak için insan olmak lazım gelir. Yaratılış gayemize yönelmek, Yüce Allahın insan olarak bizlere verdiği değer ve nimetlere sahip çıkmak gerekmektedir. Böyle olduğu zaman her kes insanca yaşama ortamına kavuşabilecektir inşallah. İnsanoğlu bu huzurlu ve güvenli ortamı her zaman arzu etmektedir. Ümitsiz değiliz, Allah’ın izniyle insanoğlu bir gün arzu ettiğine kavuşacaktır inşallah. Hak batıla er ve geç mutlaka galip gelecektir. Bunda şek ve şüphe yoktur. Allah’ın arzu ettiği, her zaman ve mekânda meydana gelir. Burada insana düşen görev, Yaratanının murakabesi altında olduğunun bilinci içende hareket etmesidir. Kendisinin insan olduğunun idrakiyle sorumlu bir varlık olduğunu bilerek yaşaması önem arz eder.