Sözlükte “yok etmek, silip süpürmek; fazlalık, artık” gibi mânalara gelen afv, bir ahlâk ve hukuk terimi olarak genellikle, “kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme” anlamlarında kullanılmaktadır. İslâm ahlâkçıları affetmeyi Müslümanlar arasında riayet edilmesi gereken bir din kardeşliği görevi ve hakkı olarak düşünmüşlerdir. (Mustafa Çağrıcı, Af, DİA, 1/394)
“Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür; ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki O, haksızlık edenleri sevmez.” (Şura, 42/40) Ayetin işaret ettiği bu anlama bugün bizler ne kadarda muhtacız. Sokakta, trafikte, ailede, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinde küçük bir hataya sabredilmemekte; kin, nefret, intikam ve öfke ile hemen kat kat şiddetiyle karşılık verilerek istenmeyen hadiselere sebep olunmaktadır. Hâlbuki affedip, müsamaha gösterilse hem halk hem de Hak katında güzel bir netice kazanılmış olunacaktır.
Hz. Âişe anlatıyor: “Allah Resûlü (s.a.s.), kendisine yapılan bir şeyden dolayı şahsî olarak kimseyi cezalandırmamıştır; ancak, Allah’ın yasaklarının çiğnenmesi durumunda Allah için ceza vermiştir.” (Buhârî, Hudûd, 42) İslam’a davet için gittiği Taif’te, alay edilmiş, hakaretlerde bulunulmuş hatta şehir halkı tarafından taşlanmış olmasına rağmen, Taiflilerin helakını istememiş “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” (Buhârî, Enbiyâ, 54) buyurmuştu. O gün Resûl-i Ekrem’in onları bağışlaması on iki yıl gibi kısa bir süre içinde meyvesini verecek, Tâifliler Medine’ye bir heyet gönderip kendi istekleriyle İslâm Dini’ni kabul ettiklerini bildireceklerdi.
Mekke Müşrikleri, Peygamberimize hakarette bulunmuş, alay etmiş, yoluna dikenler sermiş, öldürmek istemiş, Müslümanlara boykot uygulamışlar, çeşit çeşit işkencelerde bulunmuşlardı. Medine’ye hicretten sekiz yıl sonra yapılan bütün haksızlıkların intikamının alınabileceği fırsat olmuş, Mekke fethedilmişti. O gün Allah Resulü Mekkelilere şöyle seslendi: “Ey Kureyşliler, şimdi benden size nasıl davranacağımı bekliyorsunuz?” Mekkeliler başlarını önlerine eğerek cevap verdiler: “Senden iyilik bekliyoruz. Çünkü sen asil bir kardeş ve asil bir kardeş oğlusun.” Resûl-i Ekrem, “O hâlde tıpkı Yusuf Peygamber gibi ben de, "Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir." diyorum.” dedi (Yusuf, 12/92) ve ekledi: “Haydi gidin, hepiniz serbestsiniz.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 9/195) Bu umumi aftan sonra Mekkeliler İslâm’a girmekte tereddüt etmediler.
Vahşi, Uhud savaşında Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) amcası Hz. Hamza’yı şehit etmiş, ciğerini söküp ve Hind’e götürmüştü. Mekke’nin fethinden sonra Vahşi Medine’ye gelip, Mescid-i Nebevî’de Müslüman olduğunda, Allah Resulü amcası Hz. Hamza’nın intikamını almak yerine onu affetmişti.
Yaşanan kırgınlıkları affedememe pek çok kişiyi rahatsız eden bir durumdur. Bağışlamak, haksızlığa uğrayan kişinin öfke ve kırgınlık gibi olumsuz duygu ve düşüncelerinden sıyrılmasıdır. Bu duygu ve düşüncelerden zihni uzaklaştırmak hem beden sağlığı hem ruh sağlığı açısından gereklidir. Bağışlamak kişinin saygı ve değerinin artmasına, manevi olgunluk kazanmasına, kaygı ve depresyonun azalmasına yardımcı olmaktadır. Bir kişinin kendine suç işleyen kişiyi affetmemesi beden ve zihin sağlığı açısında zararlı görülmektedir. Bağışlamamanın oluşturduğu stres, vücutta zararlı maddeler salgılanmasına sebep olmaktadır. Bir diğer yönüyle kin güden, nefret besleyen insanlar yalnızlaşmakta, arkadaşlık ve dostluk ilişkileri zayıf olmaktadır. Bağışlayan kişiler hem sosyal hayatta hem de aile hayatlarında daha başarılı ilişkiler yürütmektedirler. (Hayati Hökelekli, Psikoloji, Din ve Eğitim Yönüyle İnsani Değerler, DEM Yay., s. 303-306)
“Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” (Ali İmran, 3/134) Yüce Allah, bir önceki âyette kullarını, takvâ sahipleri için hazırlanmış olan cenneti kazanmaya çağırınca, takvâ sahiplerinin kimler olduğu ve hangi nitelikleri taşıdıkları merak konusu olmuş; bu sebeple bu âyetlerde takvâ sahiplerinin nitelikleri anlatılmıştır.
Ebû Hüreyre r.a.’den rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber (s.a.s)’e: Bana öğüt ver, dedi. O da: “Kızma!” buyurdu. O zât isteğini birkaç defa tekrarladı. Resûl-i Ekrem de her defasında “Kızma!” buyurdu. (Buhârî, Edeb 76; Tirmizî, Birr, 73)
Bütün güzelliklere ulaşabilmenin, bütün kötülüklerden uzak kalabilmenin kökünde sinirlerine hakim olup, öfkelenmemek vardır. “Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır.” (Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr 107, 108) Resul-i Ekrem (s.a.s.) bu hadisinde öfke kontrolünün ne kadar da önemli olduğunu ifade etmişlerdir.
Abdest almak, öfke anında ayakta ise oturmak, geçmezse uzanıp yatmak, Allah’ı hatırlanmak, istiaze de bulunmak, Peygamber Efendimize salatü selam getirmek, meselenin ahiret boyutunu düşünmek, sabır ve teenni/ağırbaşlılıkla ile hareket etmek öfkenin sakinleşmesine vesile olacaktır.
Kötülük edenin hatasını anlayıp özür dilemesi bir erdem, insanca, üstün bir davranıştır. Özrü kabul etmek, kin, nefret beslemeyerek affetmek ise daha ulvi bir erdemdir.
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “…Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır…” (Müslim, Birr, 69)