İnsanoğlu varlığını sürdürebilmesi, hayatını devam ettirebilmesi için çalışması, gıda ihtiyacını karşılaması gerekmektedir. Rabbimiz kâinatı insanın emrine vermiş, onu yeryüzünde halife kılmış ve sayamayacağı kadar nimetler ihsan etmiştir. Verilen nimetlerden helal ve meşru olanları olduğu gibi haram olanları da vardır. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 2/168) Ayeti kerime insanın hangi çeşit nimetleri yiyebileceğini açıklamaktadır. İnsanın istifade edebileceği nimetler helal ve temiz olanlarıdır. Helâl, yapılması dinen serbest olan, dinin izin verdiği, hakkında yasaklama veya kısıtlama bulunmayan davranışı ve onun dinî-hukukî hükmünü ifade eder. Yasaklanan, helâl olmayan anlamında haram ise, mükelleften yapılmaması kesin ve bağlayıcı tarzda istenen fiili ifade eder.
Bir Müslümanın hayatını helal sınırlar içerisinde sürdürmesi, haramdan uzak durması gerekir. Helal ve haram sınırına riayet etmek, özellikle gıdalar konusunda ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim peygamberlere yönelik olan hitapta önce helal gıda ile beslenilmesi, akabinde salih amel işlenmesi emredilmiştir. “Ey peygamberler! Tertemiz nimetlerden yiyip için, güzel işler yapın. Kuşkusuz ben yaptıklarınızı eksiksiz bilmekteyim.” (Müminun, 23/51)
İslam’ın yasakladığı haramlarda zarar, serbest kıldığı helallerde pek çok fayda ve hikmet vardır. Helal ve haram sınırına riayet eden mümin fayda ve zarar ilişkisinin ötesinde, imtihan olmanın sırrınca, kulluğun bir gereği olarak yerine getirir. Rabbimiz insanların ihtiyaçlarına yetecek kadar helal yiyecek ve içeceği var etmiştir.
“Hiç kimse, çalışıp kazandığından daha hayırlı bir yemek yememiştir…” (Buhârî, Buyû, 15) buyuran Allah Resulü (s.a.s.) bereketin, huzur ve afiyetin kişinin kendi çalışıp, elde ettiğinde el emeğinde olduğuna dikkat çekmiştir. Bir diğer hadisi şerifte:“Öyle bir zaman gelecek ki, kişi, malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak!” (Buhârî, Büyû’, 23) Ticarette gaye ne pahasına olursa olsun kazanmak değildir. Asıl olan helal haram titizliği göstererek meşru kârla yetinerek geçim yolu sağlamaktır.
İslam dini ticarette aldatmaya, haksız kazanca, güvensizliğe yol açacak bütün yolları kapamış, ticarî hayatı dini ve ahlaki ilkelerle tanzim etmiştir.
Ticarette, alış verişte en önemli ölçü dürüstlüktür. Satılan malın kalitesi, sağlamlığı, varsa kusuru gizlemeden, yalan söylemeden karşı tarafa söylenmelidir. Allah Resulü (s.a.s.) sözünde ve işinde doğru tüccar hakkında şöyle buyurmuştur: “Güvenilir, dürüst, Müslüman tacir, kıyamet günü şehitlerle beraberdir.” (İbn Mace, Ticaret, 4) Ticaret hayatında aldatma, hile, sözünde durmama, yalan söyleme kişinin itibarının kaybına, güvenin zedelenmesine sebep olur. Uhrevî boyutuyla bunlar kul hakkıdır, dünyada telafi edilmediğinde ahirette hüsrana uğranmasına sebep olacaktır
Çalışan işçi, memur işini iyi yapmalıdır. Mesaisine dikkat etmeli, aldığı ücretin hakkını vermelidir. Rabbimiz “Yaptığınızı güzel yapın; Allah güzel yapanları sever.” (Bakara, 2/195) buyurmuştur. İşveren, patron ise işçisinin hakkını gözetmeli, çalıştırdığı mesaisinin ücretini zamanında ödemelidir. Peeygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.” (İbn Mace, Ruhun, 4) Günümüzde işçilerin sigorta primlerinin tam yatırılmaması veya eksik yatırılması ücretlerinin zamanında ödenmemesi bir kul hakkıdır.
Borçlu imkanı olduğu müddetçe söz verdiği zamanda borcunu ödemelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Maddi imkanı olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür.” (Müslim, Müsakat, 33) “Sizin en hayırlınız borcunuzu en iyi şekilde ödeyeninizdir.” (Buhari, Vekalet, 5)
Samimiyet ticarette de olmalı, kişi kendi kazancını düşünmekle birlikte, başkalarını da düşünmesi gerekir. Maalesef günümüzde madde, haz, kazanç ve harcama üzerine kurulu dünya düzeni oluşturulmaya çalışılmaktadır. İslam dini hayatın sadece bu dünya ve maddiyat üzerine olmadığını, ahiretin ve değerlerin olduğunu bize hatırlatmaktadır. Satıcının piyasayı düşürmemek veya fiyatları yükseltmek için ürünü çöpe dökmesi hem İslam’ın ruhuna aykırıdır hem de israftır.
Ticaret erbabının kazanması, sermayesini çoğaltması pek tabii normaldir. Ancak fiyatların yükselmesi için malı stok yapması, insanların ihtiyacı varken satmaması hem dînî hem de insanî olarak doğru kabul edilmez. İslam ticaret hukukunda karaborsacılık yasaklanmıştır. Karaborsacılıkla piyasada yapay/sunî bir kıtlık oluşturulmakta, piyasa istikrarının bozulmasına sebep olmakta, az emekle çok kazanılmaktadır. Karaborsacılık İslam’ın ruhuna uymayan, şefkat ve merhamet esasına dayanan İslam Ahlakına ters, dinen çirkin ve kötü bir davranış olarak kabul edilmiştir.
Müslümanlığımızın kalitesi çarşı-pazarda, alışverişte, ticarette görülecektir. Ahlaki değerlerden yoksun bir ticari hayat, insanı doyumsuzluğa, açgözlülüğe, merhametsizliğe sürükleyecektir. Bencillik yerine isar, hırs yerine kanaat, zulüm ve haksızlık yerine adaletin olduğu bir dünya İslam’ın emirlerine sarılmak, nehiylerinden kaçınmak, Kur’an ve sünnete uygun gelenek ve göreneklerimizi yaşatmakla olacaktır.
Rabbim bizleri, kazancını helal yoldan kazanan, işini iyi yapan, alış verişini meşru ölçüler doğrultusunda gerçekleştiren kullarından eylesin.