Mehmet Çelik, Milliyet gazetesinin 6 Ağustos tarihli sayısının “ YAZI SAATİ” köşesinde, haberlerin cep telefonundan mı, basılı gazeteden mi takibi konusunu ele almış.
Karşılaştığı arkadaşı Çelik’in elindeki gazeteyi görünce “Sen hâlâ basılı gazete mi okuyorsun? Yıllar var ki bayiden gazete almadım, haberlere cepten bakıyorum” ifadesini kullanınca Çelik , cep telefonundan, tabletten veya bilgisayardan gazete okumakla basılı gazete okumanın kesinlikle aynı şey olmadığını, yazıların tam olarak aynı şekilde aktarılmadığını, bilgi eksikliği, yazı tipi ve sayfa tasarımı çok farklı olduğu örneğini vererek basılı gazeteyi savunmuş.
Diyalog, Çelik’in bazı kitapları cep telefonundan veya bilgisayardan okuduğu, ama gazeteleri bu şekilde okuyamadığı, arkadaşının da cep telefonundan kesinlikle kitap okuyamadığı ile gazete kâğıdı ve sayıları giderek azalan gazete bayileri hakkında sürmüş
Çelik, yolları ayrılınca nesne olarak cep telefonları ve basılı gazete arasındaki büyük farkları düşünmeden edemeyince konuyu ele almış.
Gazete ve cep telefonu
Çelik yazısına şöyle devam ediyor:” Gazete yapı olarak temelde çok daha kişisel bir tavra sahiptir, pürüzlü bir yüzeyi vardır, muğlaktır (farklı yazarlar farklı düşünceler ileri sürebilir), daha duygusal, daha sezgilere dayalı bir dünya görüşü sunan, mütevazı, organik, sıcak, kendine özgü, yaşanan güne ait (dünkü gazeteyi arayın bulamazsınız), nesne olarak bağımsız, enerjiye gerek duymayan ve doğada çözünebilir bir nesnedir.
Oysa cep telefonları duygusuzdur, aşırı gerçekçidir, hataları hoş karşıla(n)maz, doğaya zarar veren, metalik, plastik, modüler, karmaşık, son derece keskin, pürüzsüz yüzeylere sahip, soğuk, sürekli güncellenen, bakıma, korunmaya ve sürekli enerjiye ihtiyaç duyan, en önemli değerleri fonksiyonlar ve kullanılabilirlik olan nesnelerdir.
Bütün bu tanımlara bakıldığında basılı gazetenin nesne olarak çok daha etkileyici ve samimi bir güzelliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Gazete kâğıdını da çok seviyorum, sayfaları çevirirken hışırtı sesi bana garip bir huzur veriyor. Özellikle kültür-sanat sayfalarında, sanat eserlerinin fotoğraflarının bulunduğu yerlerde kâğıdın pürüzlü yüzeyine dokunuyorum, bir büyüteç alıp küçük renkli noktacıklara bakıyorum.
Kağıdın ruhu ve baskı hataları
Sonra baskı hataları da hoşuma gidiyor, diğer sayfada bulunan bir kelimenin hayalet gibi karşı sayfaya sızdığını görüyorum ya da bir portrenin yüzünde ters duran harflere bakıyorum, son derece ciddi bir haber birden kafası karışık görünüyor.
Kâğıt ve yazı tiplerinin farklı oluşu da ayrı bir dünya. Bütün gazeteler aynı kâğıda basılmıyor zaten, bazı gazetelerin kendi içinde bile farklı gramajlara sahip sayfaları var: Mesela her gün 14 sayfa çıkan günlük bir gazetenin 9 ve 10. sayfaları daha kalın bir kâğıda basılıyor ve her gün o sayfalara geldiğimde dalmışsam eğer bir an şaşırıyorum.”