İslam, inansın inanmasın her insana değer vermiştir. “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık...” (İsra, 17/70) “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 95/4) “Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.” (Sa’d, 38/72) Ayetlerinden anlıyoruz ki insan, yaratılışı en güzel, mükerrem, Allah-u Teâlâ’nın kendi yarattığı, ruhundan üflediği, eşrefi mahlûktur. Hz. Peygamber (s.a.s.) Veda haccında, Arafat’ta 124 bin Müslüman’ın şahsında bütün insanlığa şöyle seslendi: “…Canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” (Buhari, Hac, 132; İbn Mace, Menasik, 76) Peygamber Efendimiz Veda Hutbesinde insan hayatının, canının, malının ve şerefinin mukaddes, dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de Yüce Allah (c.c.) “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide, 5/32) buyurmuştur.
İslam, her insanın onurlu bir yaşam hakkı, inanç ve inancını yaşama hürriyeti, özel hayatın gizliliği, mülk edinme hakkı, aklın muhafazası, adalet önünde eşitlik gibi temel hak ve hürriyetleri getirmiş, bu haklar İslam dini tarafından garanti altına alınmıştır. Bu hakların ihlali yasaklanmıştır.
İslam kelimesi sözlükte “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” (Mustafa Sinanoğlu, İslam, DİA, İstanbul 2001, XXIII, 1); “Harp karşıtı, bir insanın diğerinden zarar görmemesi, iki tarafın birbirine güvenmesi” (İsfehani, Müfredat, Beyrut 2001, 246) anlamlarında silm kökünden türemiştir. “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam'a) girin.” (Bakara, 2/208)
İslam’ı gönülden kabul eden, Allah’a teslim olan kimseye müslüman denir. Allah Resulü (s.a.s.): “Müslüman, dilinden ve elinden insanların emin olduğu kimsedir. Mümin ise malları ve canları hususunda insanların kendisini emin görüp güvende oldukları kimsedir.” (Ahmed b. Hanbel, II, 379; Nesai, İman, 8) buyurmuş, müslüman ve mümini farklı tarif etmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) peygamberliğinden önce Mekke’de 25 yaşında iken el-Emin olarak bilinmektedir. Eziyetin, cefanın her çeşidini kendisine reva görenlere, binlerce kişilik ordular toplayıp üzerine gelenlere, Mekke fethedildiğinde “Hepiniz serbestsiniz” diyendir. Allah Resulü (s.a.s.) Medine’de ihanet etmedikleri müddetçe Yahudilerle beraber yaşamış, müslüman gibi gözüken münafıklara dokunmamıştır. Necranlı Hıristiyanların Mescid-i Nebevi’de ibadet etmelerine izin vermiştir. (İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB Yayınları, trs, 245) Gayesi İnsanı yaşatmak olan Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için şehre yaklaştığında Merruzzahran’da, gece her bir askerin ateş yakmasını istemiş, 10 bin ateş yakılmıştır. (Sarıçam, 208) Bu taktik ile Allah Resulü, Mekkelilerin savaşmalarını engellemiş ve böylece muhtemel savaşın önüne geçmiştir. Hareket öncesinde seferi gizlemesi de aynı gaye içindir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’de 10 yıl boyunca 29 gazve, 91 seriyye toplamda 120 askerî faaliyette bulunmuştur. Peygamber Efendimizin katıldığı 29 gazvenin 16’sında savaş olmamıştır. 120 askerî harekette müslümanlardan 340 şehit, düşmandan ise 800 ölü vardır. Toplamda 1200. (Ahmet Yücel, İslam Kaynaklarında ve Günümüzde Cihad –Sünnette Cihad-, İstanbul 2016, 224) “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzulamayın! Allah'tan afiyet isteyin. Ama düşmanınızla karşılaştığınız vakit ise sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Buhari, Cihad, 22; Müslim, Cihad, 19) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.), savaşın istenmemesini barışın esas olduğunu, ancak savaş zorunlu olduğunda kaçılmamasını buyurmuşlardır. “Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” hadisi bağlamından ve öncesinden koparılarak yalın halde rivayet edilip, sanki “İslam bir kılıç dini”, “Hz. Peygamber (s.a.s.) sebepsiz savaşı teşvik eden” bir kişi imajının verilmesi son derece yanlıştır. “Bir savaşta kadın ölüsü bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber savaşta kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı.” (Buhari, Cihad, 147; Müslim, Cihad, 3) hadisesi Allah Resulünün savaşta koyduğu ahlakın bir delilidir. Yine Allah Resulü (s.a.s.) tarafından kulak, burun gibi bir uzvu kesmek, göz oymak (Darimi, Siyer, 5, 25; Müslim, Cihad, 3) yağmalamak, ağaçları kesmek (Ebu Davud, Hudud, 14; Tirmizi, Siyer, 40) yasaklamıştır. Esirlere iyi davranmayı ashabına o tavsiye etmişti. (Buhari, İman, 22)
İslâm'ın ana kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette İslâm'ın en geniş manada din hürriyetini tanıdığı gayet net bir biçimde belirtilmiş ve zorla dini benimsetmenin doğru olmayacağı açıklanmıştır. "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk (iman), sapıklıktan (küfürden) seçilip belli olmuştur " (Bakara, 2/256) "Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. O halde sen mi insanları mümin olmaları için zorlayacaksın?"(Yûnus, 10/99) Bu iki ayetin dışında Kehf, 18/29, Ğaşiye, 88/21-22, Nahl, 16/125 ayetleri İslam’ın insanlara nasıl ulaştırılacağını gösteriyor. İslam zorla değil tebliğ edilip, irade ile gönülden benimsenerek kabul edilen bir dindir.
Kelime anlamı güvenlik, barış, esenlik, selamet anlamlarına gelen bir dinin müntesibiyiz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in İslam’a davet metodu ve Kur’an’ın olaya bakışı böyle iken, pratikte her fırsatta insanı kazanma ilkesiyle hareket edilirken, bugün İslam, savaş/kılıç dini, insana değer vermeyen bir din olarak takdim ediliyor. Müslümanı ise bomba patlatan, öldüren, terörist; Kur’an ve sünnette geçen cihad kavramı da holy war yani kutsal savaş olarak tanımlanıyor.
Ancak Kur’an ve Sünnet bütün olarak ele alındığında, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı ve savaşları incelendiğinde bunun böyle olmadığı pek tabii anlaşılmaktadır. Özellikle Batı’da İslam’ın bu şekilde savaş/kılıç dini olarak sunulmasının arka planında İslamofobi (İslam korkusu) hareketi olduğu görülmektedir. İslam ülkelerinde türeyen Daeş/Daiş/İşid, Boko Haram, Şebab gibi örgütlerle İslam’ın terör dini olduğu görüntüsü verilmekte, ümmeti davet İslam’dan uzaklaştırılmaktadır. Böylece Batı’da hızla yayılan İslam’ın önüne set çekilmeye çalışılmaktadır. Bu hususta Müslümanların payı, İslam’ı bilmemeleri yahut yanlış kaynaklardan öğrenmeleridir. O halde Kur’an ve sünnet bir bütün içerisinde beraber okunmalıdır. Akıl, irfan geleneği de işin içine katılmalıdır. Yaşayan Kur’an Hz. Peygamber’in İslam’a davet metodu ve İslam’ın ilkelerini iyi anlaşılmalıdır. Bütün bunların sonıucunda yaşanan hadiselerin müsebbibi İslam olmazken, mağduru İslam olmuştur.
“(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…” (Nahl, 16/125)