Diğer ülkelere kıyasla az diyebileceğimiz zararla atlattığımız Pandemi sürecindeki fedakarlıklarımızı ve başarımızı içimizdeki sorumsuzlar yüzünden heba etmek riskiyle karşı karşıyayız..
Devlet; salgının başladığı andan itibaren olayın ciddiyetinin farkına vararak tıbbi, sosyal ve ekonomik açıdan üzerine düşeni fazlasıyla yaptı.
İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu sağduyulu davranarak zor da gelse tedbirlere uydular.
65 yaş üstü vatandaşlarımızla 20 yaş altı gençlerimiz uzun bir süre zorunlu olarak evde kalarak büyük bir sabır gösterdiler.
İnsanlarımız hastanelerin yükü artmasın diye sağlık sorunları ile çözüm arayışlarını dahi ötelediler.
Camilerimiz kapatıldı, vakit namazlarını ve Cuma namazlarını camilerde kılamadık, halen de kontrollü olarak günlük ancak iki vakit ve Cuma namazlarını camilerimizde kılabiliyoruz.
Şehirlerarası seyahat kısıtlamasına katlandık.
Ramazan Bayramını dahi evlerimizde geçirdik.
İnsanlar en yakınlarının cenazelerine katılamadı.
Ticari hayat sekteye uğradığından çalışanların gelirleri azaldı.
Borçlarını ödemekte, kiralarını ödemekte zorlananlar oldu.
Bütün bu fedakarlıklar sonucu ortaya çıkan olumlu tabloya bağlı olarak normalleşme sürecine geçildi.
Yapılması gereken; bu sürecin de tedbirlere tam uyumla başarılı bir şekilde sürdürülmesi idi.
Ancak Pandemi magandaları ısrarla ve inatla tedbirlere uymayarak sorumsuzluk sergilediler.
Damdan boşanmış danalar gibi sokaklara meydanlara döküldüler.
Sanki tehdit hiç yokmuş gibi davrandılar
Kimileri asker uğurlamalarını, kimileri taziyelerini, kimileri geçmiş olsun ziyaretlerini, kimileri nişan düğün dernek toplantılarını, kimileri geçmiş bayram ziyaretlerini tedbirlere uymadan yapmaya kalkınca virüs yayılma tehdidi artmaya başladı.
Bazı aptallar “bize bir şey olmaz abi biz genciz, virüs Müslümana zarar vermez, virüs bizden korksun” aforizmalarıyla virüse gel gel yaptılar.
Yolun ortasında dansöz oynatacak, kapalı mekanlarda virüs partisi vererek çılgınca eğlenecek, parklarda halaylar çekecek kadar sorumsuzlukta zirve yapan dangalakları gördük.
Aklın ve bilimin gereği olarak ancak alınacak tedbirlerle normalleşmek mümkünken sosyal mesafenin hiçe sayıldığı kalabalıklarla gökyüzüne dilek feneri bırakarak virüsün sona erdireceğini zanneden eğitimli cahillerin Hindistan’da inek pisliği yemek, İran’da türbe demiri yalamak suretiyle virüsten kurtulacağını zanneden cahillerden hiçbir farkları yoktur.
Gerek Cumhurbaşkanı, gerek Sağlık Bakanı, gerek Bilim Kurulu üyeleri, gerek medya organları ve gerekse sağduyu sahibi herkesin günlerdir üzerine basa basa yaptıkları bir uyarı var.
Tedbir, tedbir, tedbir.
Maske, sosyal mesafe ve hijyen.
Bu kadar basit.
Sanki bu öneriler dağlara taşlara yapılıyormuş gibi caddelerde, sokaklarda meydanlarda, parklarda halay çeken, hiçbir kurala uymadan eğlenen, sosyal mesafe kuralını hiçe sayarak dip dibe oturan, yürüyen, maskelerini cebinde taşıyan, takke gibi kafasına geçiren, kulağına asan, gözlerinin üstüne kapatan sorumsuz tipler yüzünden tekrar başa dönülerek belki de öncekinden daha ağır kısıtlamalar getirilecek.
Ve yapılan bütün fedakarlıklar boşa gidecek.
Sorumluluklarının gereğini yerine getiren çoğunluk bu magandalar keyif sürsün diye mi kısıtlamalara katlandılar?..
Maskeyi yüzüne takmayıp kıçındaki cebine koyan ya da kulağına asan, sosyal mesafeye uymayan Pandemi magandalarına sorumsuzluklarının bedeli ibret olacak şekilde ödettirilmelidir.
Sayın Bakanın nezih/esprili üslubu ile yaptığı uyarılar ciddiye almayanlara ciddi bir bedel ödetmek şart olmuştur.
Maskeyi usulüne uygun takmayanlara, sosyal mesafeye uymayanlara ağır para cezası yanında en az bir gün yoğun bakım servislerinde hizmet yaptırılması belki de yaptıkları densizliği anlamalarına yardımcı olur.
Çünkü tedbirsizliğin sonu ölüme sebebiyettir.
Hiç kimsenin böylesine hayati bir konuda uyarılara kulak tıkama hakkı yoktur.
Sağlık çalışanları/eczacılar aylardır ailelerinden ayrılar ve canlarını hiçe sayarak görev yapıyorlar.
İçlerinde hayatlarını kaybeden kahramanlar var.
Yazık değil mi onlara, yazık değil mi öksüz yetim kalan çocuklara, yazık değil mi yalnız kalan eşlere?..
Tedbirlere ısrarla uymayanlar hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle ölüme sebebiyet vermek gibi Türk Ceza Kanununda yer alan bir fiilden dolayı yargılanmalarının yolu açılarak, ertelenmeyen ve para cezasına çevrilemeyecek hapis cezaları verilmelidir.
Hiç kimsenin de gözünün yaşına bakılmamalıdır.
Onların sorumsuzluğu yüzünden yoğun bakımdaki hastaların sayısı arttı.
Acı çeken bu insanlara ve yakınlarına yazık değil mi?
Normalleşelim kabul, ancak kurallara uyalım.
Eski normal yok artık.
Ya yeni normale uyum sağlayacağız ya da çok daha ağır bir bedel ödemek zorunda kalacağız.
Çin’in virüsün yayıldığı Wuhan’da sadece sokağa çıkma yasağı getirmekle kalmayıp riskin yüksek olduğu yerlerde evlerine kapılarını kaynak yaparak dışarı çıkmayı önlediği abartı gibi gelebilir.
Ama zorunlu kalınca nelere katlanılabileceğini gösteren iyi bir örnektir.
Ülkemizdeki azgın azınlık tedbirleri ciddiye almamaya devam ederseler alınmak zorunda kalınacak ağır tedbirlerin de sorumlusu olacaklardır.
İşte bu nedenle Devlet hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan, Pandemi magandalarına hak ettikleri bedeli ödettirmelidir.
Seküler darbeciniz Hafter engelleyemedi, siz mi engelleyeceksiniz?....
Meclis'te yaptığı bir konuşmada “Bu hükümet dünyanın en iyi işini de yapsa alkışlayacak değiliz” diyen Engin ALTAY Libya’nın meşru hükümeti ile yapılan işbirliğini eleştirerek “Taraf olmayalım, olacaksak da ‘en makul olan’ Hafter’in yanında olalım” demişti.
Sayın vekil; BM’nin tanımadığı, halkın seçmediği, seküler katil ve darbeci” Hafter’in yanında olalım” demekle aslında ABD beslemesi eli kanlı darbeci Sisi’nin, Türkiye aleyhine her işte parmağı bulunan soytarıların yönettiği BAE’nin, Yunanistan’ın ve Kuzey Kıbrıs Rum kesiminin çıkarlarının yanında olabilmeyi kastediyordu..
Görünür gerçeğe rağmen bir yandan “Türkiye Akdeniz’de neden yok?” soruları sorup, diğer yandan Türkiye’nin Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını korumak için meşru Libya Yönetimi ile yapılan ve BM tarafından da uygun bulunan uluslararası hukuka uygun anlaşmaya karşı olmak ve darbeci bir katilin sırf seküler olduğu gerekçesiyle yanında olmayı isteyebilmek muhalefet etmek değil tam bir akıl tutulmasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, UMH Başkanı Sarraj'ın Türkiye ziyareti sonrasında "Libya ile yeni işbirliği geliştirmeyi kararlaştırdık. Doğu Akdeniz'deki doğal zenginliklerinden faydalanmak üzere arama ve sondaj dahil işbirliğimizi genişletmeyi hedefliyoruz. Türkiye hakkın ve haklının yanında olmayı sürdürecektir. Libya'nın istikrara kavuşması, bu ülkenin komşuları ve Avrupa başta olmak üzere tüm bölgelerin yararınadır." ifadelerini kullanmasının ardından; sayın milletvekili açıklama yaparak “Dışişleri Komisyonu'nda Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti ve Halkların Demokratik Partisi, Libya ile yapılan uluslararası anlaşmaya ret oyu verdik. Erdoğan Libya petrolünün peşinde buna izin vermeyeceğiz” dedi.
Ülkesinin hak ve çıkarlarını düşünen bir siyasetçi bu sözleri söyleyemez.
Montesquieu’nun söylediği gibi; “insanlar ne kadar az düşünürlerse o kadar çok konuşuyorlar”.
Ülkemizin burnunun dibindeki enerji kaynaklarına çökmek için İtalya, Almanya, Fransa, Rusya, ABD, Mısır, BAE ve diğerleri her türlü hukuk dışı ilişkileri sürdürürken, Libya ile yapılan uluslararası anlaşma ile bu enerji kaynaklarından adil bir şekilde fayda sağlanmasını “Erdoğan Libya petrolünün peşinde” diyerek itibarsızlaştırmak ne siyasettir ne de muhalefettir.
İlla bir tanımlama yapılması gerekiyorsa emperyal güçlere sadakat gösterisidir.
İkide bir Türkiye’yi şikayet ettikleri ülkeler kilometrelerce uzaktan petrol kokusu alıp gelerek oluşturdukları kirli ittifaklarla ülkemizi hakkı olan enerji kaynaklarından mahrum etmeye çalışırken seslerini çıkartamayanların, Türkiye’nin meşru ilişkiler yoluyla güç dengesi kurmaya ve Akdeniz’de hakkı olanı alma çabalarına izin vermeyeceklerini söylemeleri de egemenliğin ne demek olduğunun farkında olmadıklarını gösteren önemli bir işarettir.
Hiç bir siyaset ve hiçbir muhalefet ülkesinin çıkarlarından vazgeçilmesini savunamaz.
Ülkemizin hak ve çıkarlarını korumak için uluslararası hukuka uygun olarak yürütülen her gayret çok değerlidir/anlamlıdır.
Bu gayreti gösterenleri de itibarsızlaştırmaya çalışanları da mandacı işbirlikçileri de tarih kaydetmektedir.
İçimizdeki bazıları Türkiye’nin gücünü anlamamakta direnirlerken bakın Yunan sitesi İn.gr'de yer alan yazısında Andreas Andrianopoulos neler söylenmiş;
"Gerçek şu ki, Türkler Doğu Akdeniz'de gücünü kademeli olarak yoğunlaştırıyor. Türkiye, artık küçük bir ülke değil ve giderek de büyüyor"
"Yunan tarafı ilk önce, kendisinde bazı yönlerden biraz bulanık görünen bazı sorunları açıklığa kavuşturmalı. Türkiye ile ilgili belirtilmemiş noktalar varsa onları masaya koyalım ve tartışalım"
Elin Yunan’ı bile “Türkiye, artık küçük bir ülke değil ve giderek de büyüyor biraz bulanık görünen bazı sorunları açıklığa kavuşturmalı. Türkiye ile ilgili belirtilmemiş noktalar varsa onları masaya koyalım ve tartışalım" ifadeleriyle masaya oturmaktan bahsederken Türkiye’nin Libya petrolüne izin vermeyeceklerine söyleyenler kime güveniyorlar?..
Nasıl olsa seküler Hafter’ e sahip çıkarlar diye bekliyorsalar daha çok beklerler..
Meşru Libya yönetimi Türkiye’nin destek ve yardımıyla Darbeci Hafter’e turpun elle mi belle mi çıktığını uygulamalı olarak gösterdi.
Topukları kıçında kaçtı gitti.
Çok güvendiği leş çetesinin gücü onu kurtarmaya yetmedi..
Anlamamakta ısrar edenler için Yunan yazar Andreas Andrianopoulos ifadeleriyle söyleyelim; “Türkiye, artık küçük bir ülke değil ve giderek de büyüyor"
Hadi bu büyük gücü engelleyin de görelim bakalım?..
Boş konuşmalarla kendinizi avutmayın
Peynir gemisi lafla yürümüyor.
Dostoyevski ne güzel söylemiş;
Şu dünyada doğruyu söylemek kadar zor
Boş konuşmak kadar kolay bir iş yoktur.