Emile ZOLA’nın; “Gerçeği yer altına gömseniz bile, o yine büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.” sözü her şeye maydanoz olan ama Diyarbakır’da çocukları dağa kaçırılan annelerin başlattığı onurlu direnişi görmezden gelen entel danteller için söylenmiş gibi sanki.
Onlar şimdilerde kendilerini fena halde rahatsız eden gerçeği görmemek için kafalarına kuma gömmüşler.
Korkularından da bir türlü çıkaramıyorlar.
Devlet aleyhine yapılan her organizasyon ve tezgaha gönüllü yazılan hele hele “ekolojik duyarlılıkları” göz yaşartan sanatçı, akademisyen ve siyasetçiler bugünlerde ölü taklidi yapıyorlar.
Ölü sevicilerin yaptığı en iyi şeydir ölü taklidi yapmak.
Ölüyü sevmek, ölü taklidi yapmak kolay da sıkıyorsa o annelerden birisinin yerine koysunlar kendilerini..
Anaların gözleri gibi büyüttükleri çocukları yularları dışarıda olan birilerinin keyfi için ölüyorlar.
Yani ortada taklit yok.
Ciğer yakan bir gerçek var.
Ve ölü sevicilerin ağzını bıçak açmıyor.
Ölüm sessizliğine bürünüyorlar.
Onlar için yürekleri kan ağlayan Diyarbakır’ın cesur analarının feryatlarının hiçbir anlamı yok.
Çünkü Diyarbakır anaları, birlikte iş tuttukları ortaklarının kirli yüzünü fena halde deşifre etti.
Oysa perde arkasında kurdukları tezgah; barış, demokrasi, insan hakları, kucaklama muhabbetleriyle ne de güzel işliyordu.
Sevgiyle, barışla, kucaklamakla her sorun çözülüyordu.
Yıllardır binlerce çocuğu ailelerinden zorla kopartarak dağa çıkartan ve bunların büyük bir bölümünün ölüme neden olan elleri kanlı örgütün siyasi uzantısı ve destekçileri bu kez suçüstü yakalandılar.
“Diyarbakır’da genç kalmadı yarısı toprağın altında yarısı hapislerde çürüyor” diyen analar; “yeter artık, örgüte verecek çocuğumuz yok” diye haykırarak dağa çocuk nakil istasyonu gibi işleyen partinin kapısına dayandılar.
“Sizin çocuklarınız yurt dışında zevk-ü sefa içinde yaşarken bizim çocuklarımız dağda ölüyor, karılarınız plajlarda günlerini gün ediyor, başlarız sizin kürdistan davanıza” diye dikildiler karşılarına.
Birken beş, beşken on, onken yirmi oldular.
Bu sayı daha da artacak.
Çünkü cin şişeden çıktı artık.
Ne diyor bir onurlu baba; “biz zaten her gün ölüyoruz her gün korkarak yaşamaktansa bir gün ölürüz tehdit mehdit vız gelir.”.
Hayattaki en değerli varlıkları olan evlatları ellerinden alınan analar ve onlara katılan babalar artık hiçbir şeyden korkmadıklarını, çocuklarının ölüsünü veya dirisi almadan da eylemlerine son vermeyeceklerini, kardeşlik, dostluk insan hakları masalları ile kendilerini uyutmaya çalışan bölücü hainlerin/iş ortaklarının/sahte demokratların/insan hakları soytarılarının yüzlerine haykırdılar.
Ne ilginçtir ki bir zamanlar baskı ve tehditle kepenk kapattıranlar, korkularından ve suçüstü yakalanmalarının şaşkınlığından, bir avuç yürekli ananın isyanıyla kepenk kapatmak zorunda kaldılar.
Panik içinde; “anaları devlet yönlendiriyor, rol yapıyorlar, bunlar ajan provokatör, hatta kumanyalarını bile polis veriyor” palavralarına sarıldılar.
Kapılarını dayanan onurla anaları, babaları ölümle tehdit ettiler.
Gördüler ki dün tehditle sindirdikleri insanlar artık onlardan korkmuyor.
Yalanlarına inanmaya teşne yerli mallar dışında kimse bu yalanları yemedi.
Çünkü oradaki her ana gerçek bir hikayeden bahsediyordu.
Ellerinden zorla alınarak dağa çıkartılan ve bir daha da kendisinden haber alamadıkları evlatlarının acısıyla yanan yüreklerindeki acı yüzlerinden okunuyor.
Onlar dünyadaki en büyük acı olan evlat acısını yaşıyorlar.
Ama evlatlarını ellerinden alan hainler zerre kadar utanmadan, yüzleri kızarmadan acılı analara ajan diyor.
Madem öyle kendi evlatlarınız neden yurt dışında saltanat içinde yaşıyor?
Madem mücadeleniz büyük, neden kendi evlatlarınızdan birer tanesini dağa göndermiyorsunuz?..
Garibin çocuğunu dağa gönder sonra da onların sırtından bağımsızlık masalı oku.
Tutarsa ne ala tutmazsa ölen nasıl olsa garibin çocuğu.
Mark Twain; “Öncelikle gerçeklerinizi bilin ancak o zaman onları istediğiniz gibi çarpıtmakta özgür olursunuz”. Diyor.
Gerçeği saklayarak çarpıtmaya kalkarsanız işte böyle çarpılıp kepenk kapatırsınız.
Anneler rol kesmiyor, zaten evladı ellerinden alınmış ve ondan haber alamayan annelerin çaresizliğini hiçbir sanatçı oynayamaz.
Yıllardır yerin altına saklanan gerçek büyüyerek patladı ve suratlardaki maskeleri indirdi.
Ve kralın çıplak olduğunu tek başına korku duvarını yıkan cesur yürek Hacire ana haykırdı.
Gerçek ortaya dökülürken yıllardır demokrasi, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları diye bas bas bağıran sahtekarların maskesini de düşürdü Hacire Ana..
Şimdi hepsi ölüm sessizliği içinde gerçeğin gündemden düşmesini bekliyorlar.
Boşuna bekliyorlar, çünkü cin şişeden çıktı.
Suçüstü yakalandılar ve tarih bu utanılacak suskunluklarını kaydetti.
Fitus LİVİUS’un dediği gibi; Gerçek, çoğu zaman karartılır; fakat hiçbir zaman sönmez.
Onlar görmezden gelse de gerçekler var olmayı sürdürürler.
Ne diyor Hz Ali; “gerçeği, insanların ölçüleri ile değil; insanları, gerçeğin ölçüsü ile tanı”
Biz de ota bota, ağaca, çiçeğe, böceğe hassasiyetleri göz yaşartan sanatçı, akademisyen ve siyasetçileri gerçeğin ölçüsü ile tanıdık.
Gerek bu olay ve gerekse önceki olaylarda haktan ve hakikatten yana olanları da elbette gerçeğin ölçüsü ile tanıdık.
Kadın hakları, insan hakları, çocuk hakları diye mangalda kül bırakmayanların çocukları ellerinden zorla alınan anaların çığlığını duymamaları sadece ikiyüzlülüklerini değil, analara bu acılı yaşatanların en hafif tabirle destekçileri olduğunun da kanıtıdır.
“Arkanı güneşe çevirme, gölgen önüne düşer, gerçek de böyledir”. diyor Rabindranath Tagore
Onlar istedikleri kadar kafalarını kuma gömsünler sırtlarını çevirsinler gerçek er veya geç önlerine düşecektir.
Onlara da bu suskunluklarının tarihi utancı kalacaktır.
“O annelerin feryadının çözüm adresi, bir partinin kapısı değil devletin kapısıdır” diyen üstelik anne olan bir siyasetçinin, acılı annelerle “makarnacılar kömürcüler kolay gelsin” diyerek dalga geçen terör örgütünün siyasi uzantısıyla -ne kadar inkar ederseler etsinler- siyasi çıkar ortaklıkları nedeniyle bu onurlu direnişe adli vak’ muamelesi yaparak sıradanlaştırması, milliyetçilik iddialarının her an patlamaya hazır nasıl süslü bir balondan ibaret olduğunun hazin bir görüntüsüdür.
Bu ifade; “Bizim sayemizde Meclistesiniz uyarısını” ne kadar ciddiye aldıklarını da göstermektedir.
Yeni Şafakta Sayın Ali SAYDAM’ın 10.09.2019 tarihli makalesinde çok güzel ifade ettiği üzere;
“……Peki ya nerede bekleyeceklerdi anneler?.. PKK’nın binası mı var?.. Elbette ki mesajı Kandil’e ileteceklerinden emin oldukları HDP binası önünde bekleyecekler. Meral Hanım başta olmak üzere bu düşünceyi paylaşanlar için hatırlatalım: Annelerin bekledikleri kapı, çocuklarının kaçırılmasının faili olan tek kurum. Onlar da bu bağı reddetmiyorlar zaten….Hal böyleyken bizim de Meral Hanım gibi düşünenlere bir sorumuz var. Annelere söyleyecek başka sözünüz yok mu?”