Halk TV'de program sunan bir gazeteci; TSK'nın terör örgütü PKK'ya yönelik hava harekatları hakkında canlı yayında konuşurken "Ben bu Pençe, Kartal, Şahin Harekatlarını son 20 seneden 8 bin kere falan okumuşumdur. Her seferinde yerle yeksan ediyormuş gibi davranırlar, sonra öyle olmadığı ortaya çıkar. Ben bunlardan utanıyorum bir gazeteci olarak her gün bunları televizyonda son dakika görünce. Doğru değil bunlar ya." açıklamasını yapmıştı.
Gazetecimiz madem devletin sözüne inanmıyor o zaman bakalım PKK elebaşı Cemil BAYIK bu operasyonlarla ilgili olarak bakın neler söylemiş.
“Mahmur, Şengal ve diğer alanları bombaladıklarında kimsenin sesi çıkmadı. Ne Güney hükümeti ne Irak hükümeti ne BM ne Amerika ne Avrupa hiç kimse bu saldırılara karşı tepki vermiyor. Bunların anlamı var tabii. Çünkü bu saydıklarımın hepsinin saldırılardan haberleri var.
Bazıları bu saldırılarda Türkiye'ye yardım da etmiş, izin vermiş. Türkiye'ye 'Arkandayız, yapabilirsin' demişler. Eğer öyle olmasaydı Türkiye saatlerce bombardımanda bulunamazdı, bu mümkün değil.
Eğer bunlar izin vermezse Türkiye, Şengal'e, Mahmur'a saatlerce saldırabilir mi? Bu mümkün değil. O yüzden hem Güney hükümeti hem Irak hükümeti hem BM hem de Amerika bu saldırılardan sorumludur."
Zeytin Dalı Operasyonu sırasında da 'Afrin, Türkiye'nin Vietnam'ı olacak' diye iddialı laflar eden terör örgütü üyeleri Türkiye bölgeyi temizledikten sonra yine 'Amerika neredesin' diye ağlayarak bölgeden kaçmışlardı.
Buradaki ayrıntıya dikkat.
Çelişkiye bakın ki dün kellesine 4 milyon dolar ödül konulan bir katil, bugün kellesine ödül koyanlara neden beni korumuyorsunuz diye ağlıyor.
20 senede sekiz bin kere okuduğu operasyon/harekat haberlerinin doğru olmadığını söyleyen gazetecimiz feryadı figan ABD’ye yalvaran Cemil BAYIK’a inanmadı mı?..
O halde buyursun PKK elebaşlarından Murat Karayılan saklandığı ininden, kendi yayın organlarına, örgütün içinde bulunduğu tükenmişliği anlatan itiraflara bir kulak versin.
"Haftanin başlangıç. Geçen yıl bir uçtaki Hakurk ve Lelikan'ı aldılar. Bu yıl diğer uç noktaya Haftanin'e kalıcı yerleşecekler ve bu iki ucu birleştirip bize alan daraltacaklar. Nasıl yapacaklar? Derkar'dan Batufa ve Bamerni'ye, zaten Kanimasi içeride kalıyor, sonra Amediye, Derelok, Şeladize ve Sidekan'a kadar gidecekler. Stratejilerini tam açıklamadıkları için ne yapacaklarını bilemiyoruz. Bu harekâtlar geçmiştekilere hiç benzemiyor. Nereyi alırlarsa oraya hemen yol yaparak kendi sistemlerini kurup kalıcı oluyorlar. Bizi bitirecekler. söyleyerek "Obüsler, uçaklar, casus uçaklar, kobralar her yeri imha ediyor. Öyle bir teknik kullanılıyor ki Haftanin'in her tarafı yanıyor. Böyle giderse Keşan Kampı'nı da alacaklar ve Batufa'ya yerleşecekler. Zaten oraya belirli bir güç yığıldı, kalıcı hale getirecekler. Sipan ve Akrep tepeleri düşerse Haftanin iki parçaya bölünecek. Öyle olunca da Pusağa Vadisi ve Hantur Dağında da kontrolü TSK ele geçirecek. Haftanin'deki gruplarla bağlantımız koptu. Halkın desteğini alamıyoruz. İhbarlar yapılmasın. Ajanlık faaliyetleri çok yaygın. Ben dâhil herkes ölebilir. Eğer devlet Haftanin'i rahatlıkla alırsa, sonrasında Zendura Kampı ve Metina'nın tamamını kalıcı olarak alacaklardır. Biz artık, geçmişteki gibi her yerde dolaşıp propaganda yapacak durumda değiliz. Yarın bir gün ölebilirim de. Ben dâhil herkes için geçerlidir bu. Çok sıkıntılı dönemlerden geçiyoruz. Artık kimseyi örgütleyecek durumda değiliz.
Mahmur'da çok az sayıda silahlı gücümüz var. Onlar da tehdit oluşturacak ve bir güç değil. Anlaşılan Türk istihbaratı hedefleri bildiriyor. Yalnız bırakıldığımız için Türk devleti Başika'ya yerleşti".
Aslında işine gelmediği için anlamak istemeyen malum gazeteci ve onun kafasında olanların daha kolay anlayabilmeleri için terör baronlarının ağzından özetleyelim.
“Halkın desteğini alamıyoruz. İhbarlar yapılmasın. Ajanlık faaliyetleri çok yaygın. Ben (Murat Karayılan) dâhil herkes ölebilir. Eğer devlet Haftanin'i rahatlıkla alırsa, sonrasında Zendura Kampı ve Metina'nın tamamını kalıcı olarak alacaklardır. Biz artık, geçmişteki gibi her yerde dolaşıp propaganda yapacak durumda değiliz. Yarın bir gün ölebilirim de. Ben dâhil herkes için geçerlidir bu. Çok sıkıntılı dönemlerden geçiyoruz. Artık kimseyi örgütleyecek durumda değiliz.”
Neymiş..
Çok sıkıntılı dönemlerden geçilmiyormuş ve artık kimseyi örgütleyecek durumda değillermiş..
Yarın bir gün ölebilirlermiş.
Bırakın TV’ci gazeteci olmayı, benim gibi sıradan bir vatandaş bile bu bilgelere kolaylıkla ulaşabilirken operasyon/harekat haberlerinin yalan olduğunu ve okurken utandığını söyleyenlerin gerçeği aramak gibi bir dertlerinin olmadığı anlaşılıyor.
Onlar, çok umutlu oldukları iç siyasete bile aylar vermeye çalışan güvendikleri dağlara karlar yağdıran gerçeklerden rahatsız..
Çünkü; şimdi “bizi kurtarın” diye ağlayanlar yerel seçim öncesinde kimlerle ittifak yapılması gerektiğine dair talimatlar veriyorlardı.
İşin ilginci kapalı kapılar ardında bu talimatlara uygun pazarlıklar yapılıyordu.
Ve pazarlıklar bazı illerde işe de yaramış görünüyordu.
Eğer utanılması gereken bir durum var ise bunlardan utanılmalıydı.
Sayın gazeteci ve onun gibilerin inanmakta zorlandıkları şu.
40 yıldır girilemeyen yerlere girilmiş terör örgütüne elebaşları tarafından da itiraf edildiği üzere çok büyük bir darbe vurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti binlerce masum insanımızın kanını döken ali kanlı terör örgütü PKK, PYD, YPG ve uzantılarına karşı başarılı bir mücadele yürütmektedir.
Başarının büyüklüğü sıranın kendilerine geldiğini anlayan Kandil’deki elebaşlarının itiraflarından anlaşılmaktadır.
Eğer utanılacak bir durum varsa o da ülke güvenliği açısından gurur duyulacak bu büyük başarıyı itibarsızlaştırmaya çalışmaktır.
Utanır gibi yapılarak neyin gizlenmeye çalışıldığını biliyoruz.
İhanetin ve kötülüğün aklımıza gelmeyen her türünü gördük.
Geothe; “İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum” demiş ama biz birilerinin sistemli, planlı kötülüklerine ve kuyruklu/kuyruksuz yalanlarına alıştığımız için artık hayretler içinde kalmıyoruz…
TBBM bir utancı ortadan kaldırdı…
Türk demokrasi tarihinin yüz karası olan Yassıada yargılamalarının hukuki dayanağının kaldırılmasını içeren, 1924 Tarih ve 491 Sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi” Meclis’te oy birliğiyle kabul edildi.
Kanuna göre, Yüksek Adalet Divanı’nın kullandığı yetkilerin hukuki dayanağını oluşturan ve halen yürürlükte bulunan kanun hükümleri geçmişe dönük yürürlükten kaldırılacak.
Yeni dava yolu öngörülerek Yüksek Adalet Divanı’nın kuruluşuna ve yetkilerine ilişkin kanun hükümlerinin yürürlükten kaldırılmasıyla hükümsüz hale gelen kararlardan kaynaklanan zararların tazminine imkan sağlanacak.
Varlığı hukuki dayanaktan mahrum olacak Yüksek Adalet Divanı’nın hükümsüz hale gelen bütün kararlarının adli sicil ve her türlü arşiv kayıtlarından silinmesi, Adalet Bakanlığınca re’sen yerine getirilecek.
Yüksek Soruşturma Kurulu ile Yüksek Adalet Divanı tarafından haklarında soruşturma ve kovuşturma yürütülenlerin uğradıkları manevi zararlar, hazine tarafından karşılanacak. Bu kişilerin mal varlığı değerlerinin müsadere edilmesinden kaynaklanan maddi zararları da giderilecek.
Düzenleme, 27 Mayıs 1960’tan itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girecek.
27 Mayıs darbesine meşruiyet kazandırmaya çalışan Yüksek Adalet Divanı’nın aldığı kararların hukuki dayanağının ortadan kaldırılmasını sağlayan Kanunun pek alışkın olmadığımız bir şekilde TBMM’de oy birliği ile kabul edilmesi demokrasi kültürü açısından çok anlamlıdır.
Bu kanun gidenleri geri getirmeyecek elbette.
Ama yargıyı katliamlarına dayanak olarak kullanan darbecilerin yaptıklarının yanlarına kalmadığını göstermesi açısından değerlidir.
Ayrıca aklında fikrinde darbe olanlara verilmiş ince bir mesajdır.
TBMM; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyüklüğüne yakışmayan bir utancı oybirliği ile ortadan kaldırarak kendisine çok yakışan onurlu bir iş yapmıştır.
Nasıl ki yanlışları eleştiriyor isek bu onurlu sonuçta emeği, katkısı, oyu olanları alkışlamak ve takdir etmek hakkaniyetin gereğidir.
TBMM’de oy birliği ile kabul edilen bu Kanun Sayın Milletvekillerin çocuklarına bırakacakları en değerli miras olmuştur.
Doğru söze ne denir?..
İçimizdeki “Libya’da ne işimiz var” cıların dışarıdaki ortaklarından olan ve Türkiye’nin operasyonları ile Libya’da kurduğu tezgah elinde patlayan Macron bu hezimetin acısıyla atarlı ergen modunda ve kendi ülkesinde bile ciddiye alınmayan açıklamalarda bulunuyor..
Türkiye’yi içimizdeki vesayet odakları gibi eski Türkiye zannediyor.
Durumun böyle olmadığını hatırlatan Fransız siyaset bilimci Saint-Prot, ülkesinin Hafter’i desteklemesini ‘saçmalık’ şeklinde niteleyerek, “Fransa Türkiye’yi ana düşman ilân etti, oyun dışı kaldı. Hafter tehlikeli biri. Fransız hükümetinin dış politikası yok. Fransa, siyasetini tamamen değiştirmeli ve Ankara’ya yaklaşmalı” dedi.
Bu eleştirinin hemen ardından tevafuk olsa gerek, Trump'ın 17 ay boyunca Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nı yapan John Bolton kaleme aldığı kitapta Başkan Trump'ın Macron'a yönelik “Dokunduğu her şey boka sarıyor” ifadesini kullandığı belirtildi.
Geçmişleri soykırım ve kirli sömürgecilik sabıkalarıyla dolu bir ülkenin devlet adamlığı ciddiyet ve itibarından yoksun başkanı için Trump’ın sözleri gerçeği ne güzel ifade ediyor.