CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, MİT TIR’ları görüntülerini Cumhuriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'a ilettiği iddiasıyla yargılandığı davada, "siyasi ve askeri casusluk maksadıyla devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak" suçundan 5 yıl 10 ay hapis cezası almıştı.
HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada, "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan 9 yıl, HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ise aynı mahkemece ve aynı suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından cezalarının onanmasının ardından kesinleşen cezalarının Meclis Genel Kurulu'nda okunmasının ardından bu üç milletvekilinin vekillikleri düşürüldü.
Bu sürece nasıl gelindiğine bir bakalım.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12 Nisan’daki (2016) AKP grup toplantısında “Bugün yarın Meclis’e sunacağız” dediği dokunulmazlıkla ilgili anayasa değişikliği teklifi aynı günün akşamında Meclis’e sunuldu.
13 Nisan’da CNN Türk’te bir programa konuk olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği teklifine “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” dedi ve ekledi:
“Anayasa’ya aykırı, halkı kandırmaya yönelik bir düzenleme geliyor. Dokunulmazlık kalktıktan sonra bizi hapse atacaklarsa atsınlar. Gerçek demokrasiyi bu ülkeye getirmek için, gereken tüm bedeli ödemeye hazırız. Ciddi bir karar almalı ve her şeyi göze almalıyız. HDP de ‘Evet’ demeli.”
20.05.2016 tarihinde Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını öngören Anayasa değişikliği 376 oyla kabul edildi.
24 Haziran’da CHP lideri Habertürk’e verdiği bir röportajda dokunulmazlıklarla ilgili düzenlemeye “Evet” demelerini “Bizim için bir çelişkiydi” sözleriyle yorumladı. Dokunulmazlıklarda HDP’nin değil CHP’nin hedef olduğunu savundu ve “Evet” deme gerekçelerini sıraladı:
“Siyaset yapıyoruz. Eğer bugün Türkiye dokunulmazlıklar konusunda referanduma gitseydi ayrışırdı. Bunun sorumlusu kim olurdu? CHP olurdu. Ayrışmaya zemin hazırlamış olurduk, ret oyu kullandığımızdan. Dokunulmazlıklarda asıl hedef HDP değildi, CHP’ydi. HDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmak isteselerdi getirirlerdi Meclis’e, o gün kaç milletvekili varsa ‘Evet’ oyu kullanılırdı ve dokunulmazlıkları kalkardı. CHP’yi köşeye sıkıştırmak için Anayasa değişikliğini getirdiler. Şimdi yaptıklarından pişmanlar çünkü CHP tuzağa düşmedi.”
Sayın Kılıçdaroğlu 04.06.2020 tarihli sosyal medya hesabından; “Enis Berberoğlu'nun Milletvekilliğinin düşürülmesi, içinde yaşadığımız 20 Temmuz Sivil Darbe sürecinin bir sonucudur, millet iradesinin yok sayılmasıdır. Adaleti, hakkı ve hukuku sağlamak için demokrasi mücadelesine devam edeceğiz”, paylaşımında bulundu.
Buraya kadar hiçbir yorum yapmadan gelişmeleri sıraladık.
Şimdi biz soralım.
Bu üç vekil bağımsız mahkemelerde yargılandılar mı?
Suçlu bulundular mı?
Haklarında verilen karar Yargıtay tarafından onandı mı?..
Yani yasal süreç tüm aşamalarıyla yürütüldü mü?
Vatandaş Ahmet efendi, vatandaş Fatma abla yargılanıp suçlu bulunduğunda ve karar kesinleştiğinde bu “şeriatın kestiği parmak acımaz oluyor da” milletvekilleri suçlu bulunup karar kesinleştiğinde bu niye “darbe” oluyor?..
Milletvekilleri söz konusu olunca şeriatın kestiği parmak niye acıyor?..
Milletvekillerinin suç işleme özgürlüğü mü var?..
Anayasaya göre kanun önünde herkes eşitse milletvekilleri hüküm giyince bu neden “millet iradesinin yok sayılması” oluyor?..
“Dokunulmazlık kalktıktan sonra bizi hapse atacaklarsa atsınlar. Gerçek demokrasiyi bu ülkeye getirmek için, gereken tüm bedeli ödemeye hazırız” derken blöf mü yapıyordunuz?..
Esas “darbe ve millet iradesinin yok sayılması”; suç işledikleri kesinleşen milletvekillerinin korunup kollanarak bizim vergilerimizden maaş almayla devam etmesidir.
Vatandaşın uymak zorunda olduğu yargı kararlarına milletvekilleri de uymak zorundadır.
Kimse milletle dalga geçmesin, suçluyu savunmak demokrasi mücadelesi filan değildir.
Dün, “Anayasa değişikliği yapılırken tuzağa düşmedik” diye övünenlerin bugün, kesinleşmiş yargı kararına rağmen suçluyu masum ilan etmeleri; adalete, hakka, hukuka ve millet iradesine de saygısızlıktır.
Yargılamaya konu olan suçları sabit bulunan iki HDP’li milletvekilinden biri olan Musa Farisoğlu, hayatının baharında Eren Bülbül’ü şehit eden katil teröristin cenazesine katılmıştı.
Diğer HDP’li Milletvekili Leyla Güven de “Kürt sorunu devam ettiği müddetçe gerillaya katılım da olacak, savaş da olacak” diye haykırmıştı.
Onlar için demokrasi mücadelesiz verecek misiniz?..
DSÖ’nün himayesinde ucuz ilacı kullanımdan kaldırma tezgahını Sayın Fahrettin KOCA bozdu..
Dünya bir yandan KOVİD 19 ile mücadele ederken diğer yandan da bilim adamlarını alet ederek bu “pandemiyi nasıl vurguna çeviririz” in hesabı yapan soyguncular var.
Bu soygun girişimine Bakanlık düzeyinde sadece Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı net bir tepki gösterdi ve vurguna dur dedi.
Bilmiyorum takip ettiniz mi?
Tıp camiasında "itibarlı yayınlar" olarak değerlendirilen "New England Journal of Medicine (NEJM)" ve "Lancent'te" kısa süre önce çıkan iki makalede, uzun yıllardır sıtma tedavisinde başarısı kanıtlanmış, Kovid-19'a karşı dünyada ve Türkiye'de büyük yararı görülen Hidroksiklorokin'in ölüm oranlarını artırdığını ileri sürüldü.
Söz konusu makalelerden sonra Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Hidroksiklorokin'in Kovid-19 tedavisinde sakıncalı olabileceğini varsayarak, DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus'un açıklamasıyla 25 Mayıs'ta ilaçla ilgili çalışmaları geçici olarak durdurmuştu.
DSÖ Hidroksiklorokin kullanımını durdurulduğunu açıkladığı anda yararı görülen bu ilacın kullanımının durdurulmayacağını açıklayan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca NEJM dergisine yazdığı mektupta; "doğruluktan uzak, mantıksal tutarlılıktan yoksun" verilerin "Hidroksiklorokin" adlı ilacın ölüm oranlarını artırdığına kanıt olarak sunulmasını eleştirerek iddiaları çürüten bilgiler sundu.
Bakan Koca, mektubunda, Surgical Outcomes Collaborative (Surgisphere) adlı bir şirket tarafından toplanıp işlenmiş verilerin kullanıldığı söz konusu iki dergide yayımlanan makalelerin "oldukça dikkati" çektiğini ve bilim çevrelerince acilen yanıtlanması gereken bazı soruları ortaya çıkardığını belirterek Makalede, Hidroksiklorokin'in Kovid-19 tedavisinde ölüm oranlarını artırdığı iddiasına bir kanıt olarak başka ülkelerin yanı sıra Türkiye'deki 3 hastaneden 346 hastaya ait olduğu iddia edilen 20 Aralık 2019 ile 15 Mart 2020 tarihleri arasındaki verilerin doğru olmadığını vurguladı.
Koca, söz konusu döneme ait gerçek verileri paylaştığı mektupta, şunları kaydetti:
"Şunu belirtmek isterim ki bu dönemde tüm Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) testleri yalnızca Bakanlığım laboratuvarlarında yapılmaktaydı. 11 Mart 2020'de ilk PCR onaylı Kovid-19 vakasını açıkladık. 15 Mart 2020 itibarıyla resmi kayıtlarımıza göre, ülkemde sadece 18 PCR pozitif vaka tespit edilmişti. Açıkçası, makalede doğruluktan uzak, aynı zamanda tutarsız veriler sunulmaktadır."
Bakan Koca'nın dergi editörleri ve makalelerin yazarlarına yönelik mektubunda, "Ayrıca, ülkemde Surgisphere ile çalışan ve hasta verilerini veri tabanlarına kaydeden hiçbir hastane veya laboratuvar tespit edilememiştir." ifadeleri de yer aldı.
Sayın Bakanın bu girişimi ve gelen yoğun tepkiler üzerine her iki dergi de birinci veri kaynaklarının doğruluğunu garanti edemediğini ileri sürerek okurlarından özür diledi ve yayını geri çektiğini açıkladı.
Yazarlar da iddiaların dayanağı verilerin doğru olmadığı ortaya çıkınca makaleleri dergilerden geri çekerek özür dilediler.
Yaşanan gelişmeler üzerine, Dünya Sağlık Örgütü de 3 Haziran'da yeni bir açıklama yaparak, önceki açıklamasını geri çekti.
Ne kadar ilginç değil mi?..
Birileri, kirli kazanç elde etmek isteyen ilaç tekellerine yaranmak ya da avantadan pay almak için Türkiye ile yalan ve yanlış bilgiler vermiş.
Peki kim bunlar?..
Pandemi’nin başladığı andan itibaren çok sayıda ölümle birlikte ülkenin çökeceği hesabı yapıp sabah akşam; gerçek ölüm rakamları gizleniyor, büyük şehirlerde gizli mezarlıklar yapıldı ölenler oralara gömülüyor diye anıranlar.
Başka?..
Kim olduklarını gizleyen masum ses tonuyla ama namussuzluğun en yalın haliyle “komşumun damadının yeğeninin dayısının oğlu bir hastanede çalışıyor o kadar çok ölüm vak’ası varmış ki doktorlar açıklama yapmasınlar diye tehdit edilmiş” benzeri yalanları sosyal medyada dolaşıma sokarak korku ve panik yaratmaya çalışan halk düşmanları..
Belki de içimizdeki Ugandalılar, Kübalılar..
Her neyse..
Peki neden böyle oldu?...
Amaç; sözde bazı bilim adamlarını paravan olarak kullanıp çok ucuz olan Hidroksiklorokin’i kötüleyerek onu piyasadan silmek ve ardından daha pahalı bir ilacı piyasaya sürerek kirli bir kazanç elde etmekti.
Dünyada ve ülkemizde halkın sağlığı üzerinden böyle ahlaksız para kazanmak isteyen çeteler vardır ancak bu çetelere DSÖ’nün hamilik yapması asla kabul edilemez.
Trump’ın ısrarla vurguladığı gibi Çin’i korumak adına gecikme ve ihmal göstererek Pandemi’nin sorumlusu olan DSÖ, bu olayda bir kez daha suçüstü yakalanmıştır.
Bu DSÖ açısından telafisi mümkün olmayan utanç verici bir sorumsuzluktur.
Meşru her zeminde; yalan yanlış bilgilerle, insan sağlığını hiçe saymanın hesabı sorulmalıdır.
Ülkesinin bu süreçte verdiği haklı, onurlu ve başarılı mücadeleyi görmezden gelerek, kötüleyerek, itibarsızlaştırarak muhalif olmak adına işkembeden attıkları hayali rakamlar üzerinden eleştiri yapmaya kalkan beyinsizlere, ülkesini Uganda ve Küba ile kıyaslayacak kadar akıl ve izandan yoksun olanlara zor gelse de ülkemiz Pandemi’den en az zararla çıkan örnek ülkelerden birisi olmuştur.
Üstelik; Sağlık Bakanımız Hidroksiklorokin’i kötüleyerek onu piyasadan silmek ve ardından daha pahalı bir ilacı piyasaya sürmek isteyenlere de tükürdüklerini yalatmıştır.
Bunları biz söylemiyoruz.
Çok sevdikleri ve her fırsatta Türkiye’yi şikayet ettikleri abileri söylüyor.
Türkiye ile ilgili hiç olumlu haber yapmayan BBC muhabiri Orla Guerin'in kaleme aldığı "Türkiye, Kovid-19'da kontrolü nasıl ele geçirdi" başlıklı yazıda, virüsün Türkiye'ye geç geldiği ancak kısa sürede ülkenin her köşesine yayıldığı ve bir ay içinde 81 ilin tamamının etkilendiği belirtildi.
"Dünyanın en hızlı büyüyen salgınlarından biriydi. Çin veya İngiltere'den daha kötüydü. Ölü sayısının artacağı ve Türkiye'nin o zaman en çok etkilenen ülke olan İtalya'ya dönüşeceğinden korkuluyordu." denilen yazıda, 3 ay geçmesine hatta tam bir karantina uygulanmamasına rağmen bunun gerçekleşmediği vurgulandı.
Ölü sayısının ilan edilenin iki katı olabileceğini öne süren doktorlar bulunduğu ancak yine de sonucun 83 milyonluk bir nüfusa oranla az olduğu kaydedilen yazıda, filyasyon çalışmalarından gözlemlere de yer verilerek Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye Temsilci Vekili Dr. Irshad Shaikh’in, Türkiye'nin halk sağlığı konusunda dünyaya sunacağı dersler olduğu ifadelerinin altı çizildi.
Kent Üniversitesi Viroloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Jeremy Rossman, "Türkiye, açıkça çok daha büyük bir felaketin önüne geçti. Türkiye, test, takip, izolasyon ve hareket kısıtlamalarıyla salgına oldukça hızlı tepki veren ülkeler kategorisine giriyor. Bu, virüsün yayılmasını azaltma konusunda etkili olan ülkelerden oluşan oldukça küçük bir kulüp." dedi.
Bunlar sizi kesmedi mi?..
Alın size yine çok sevdiğiniz ve ikide bir ülkenizi gammazladığınız, sürekli Türkiye ile ilgili olumsuz haberlere imza atan The Economist Dergisini.
Bakın oradaki çok güvendiğiniz abileriniz ne yazmışlar?..
Dergide "Türkiye'nin Pandemi konusunda doğru yaptıkları" başlığıyla yer alan yazıda, Ankara'nın salgını birçok ülkeden çok daha iyi idare ettiği belirtildi.
Türkiye'nin katı bir karantina uygulamasına karşı çıktığı belirtilen yazıda, "Yetkililer, bütün ekonomiyi komaya sokmak yerine, gençler ve yaşlılara evde kalmalarını söyledi ve tüketiciyle doğrudan muhatap olunan işletmelerde çalışanlar hariç herkesten işe gelmelerini istedi. En büyük şehirlerde hafta sonları ve tatillerde sokağa çıkma yasağı uygulandı “Strateji işe yaramış gibi görünüyor. En çok etkilenecekler salgının en kötüsünden kurtulmayı başarırken, çoğu çalışma çağındaki yetişkinlerden oluşan enfekte olanlar genellikle iyileşti." ifadesi kullanıldı.
Ölümlerin hiçbir zaman tek bir günde 127'den fazla olmadığı, Türkiye'nin Fransa'yla aynı test oranını yakaladığı ve ölüm oranında da İngiltere'den 10 kat daha iyi durumda olduğu vurgulanan yazıda, Avrupa ve Amerika'nın aksine çok az sayıda Türk'ün bakımevlerinde yaşadığına işaret edilerek yaş faktörüne de dikkat çekildi.
Bir salgın sırasında fabrikalarını açık tutan herhangi bir ülkenin sağlık sisteminin olası sonuçlarla başa çıkabileceğinden emin olması gerektiği belirtilen yazıya şöyle devam edildi:
"Türkiye bu zorluğun üstesinden geldi. Son 20 yıl içinde Sayın Erdoğan ve hükümetleri, sağlık hizmetleri için 10 milyarlarca dolar akıttı ve son olarak uluslararası havaalanları büyüklüğünde bir hastane ağı kurdu. Bunların sonuncusu 21 Mayıs'ta hizmete açıldı ve altıda biri yoğun bakım ünitesinden oluşan yaklaşık 2 bin 700 yatak kapasitesi sağladı."
Kovid-19 dalgasının hiçbir zaman sağlık sisteminin kapasitesini aşacak bir noktaya gelmediği ve süreçte tıbbi malzemelerin hiç tükenmediği vurgulanan yazıda, muhalefet partilerinin iktidara gelebilmeleri için bu kadar sıkı çalışabileceklerini kanıtlamaları gerekeceği de kaydedildi.
Garip ama gerçek.
Belki kafalarına taş düşmüş, bilmiyoruz..
Ama onlar bile güneşi balçıkla sıvayamayacaklarını anlamışlar.
Gerçekler bütün çıplaklığı ile ortada iken ısrarla görmek istemeyenlere, ölü sayılarının artmasını ellerini ovuşturarak bekleyenlere, ülkesinin herkes tarafından takdir edilen başarılarını itibarsızlaştırmak için her türlü yalan ve iftirayı söyleyenlere/paylaşanlara, eziklere, mandacılara, beslemelere ve yalanlara koyun gibi inanan yerli mallarına Necip Fazıl Kısakürek’in şu sözleri ne güzel uyuyor.
“Bazı insanlar alçak gönüllüdür.
Bazıları da alçak olmaya gönüllüdür.”
Almanlar bile İHA ve SİHA’lara övgü düzerken.
Sosyetik İMF damatları neden rahatsız oluyor?..
Pandemi süreci Almanların kimyasını değiştirdi.
Bayram değil seyran değil Almanya’nın etkili gazete ve dergileri sayfalarında Türk SİHA’larını övgüyle anlatan yayınlara devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta Der Spiegel dergisinde Türk savunma sanayisi ve Bayraktar TB2 SİHA’larının başarısını anlatan haberden sonra, dün (05/06) Almanya’nın etkili gazetelerinden Die Welt’de Boris Kalnoky imzalı yayımlanan makalede Türkiye'nin Bayraktar TB2 SİHA'larıyla devrim gerçekleştirdiği değerlendirmesi yapıldı.
Kalnoky makalesinde SİHA’ları ABD’nin MQ-9 Reapar İHA’sıyla kıyaslayarak “Türk ordusu savaş alanında Bayraktar TB2'yi Amerikalılar’dan çok daha etkili bir şekilde kullanıyor. Örneğin Suriye'de Türk SİHA filosu gerçek bir hava gücü haline geldi. Aynı zamanda darbecilerin parçaladığı Libya’da da kullanılıyor ve Türkiye'ye askeri başarı getiriyor" denildi.
Die Welt makalesinde Türk SİHA’ları şöyle anlatıldı: Türk SiHA’sı Bayraktar TB2 ucuz ve etkili. Ankara, geliştirdiği teknolojiyle askeri güç kazanıyor, diğer ülkelerin ilgisini uyandırıyor. Bayraktar TB2 SİHA, MQ-9 Reaper adlı Amerikan İHA’sına benziyor. İkisi de insansız taktik hava araçları. Bu tür SİHA’lar genellikle bireysel hedeflere karşı seçici olarak kullanılıyor. Ancak Bayraktar TB2, ‘MQ-9 Reaper’dan çok daha etkili. MQ-9 Reaper gibi Türk Bayraktar TB2'de 24 saatten fazla uçabilir, gözlem yapabilir, hedefleri imha edebilir. Ama Türkiye'nin insansız hava aracı stratejisi tamamen farklı. Türk ordusu savaş alanında Bayraktar TB2'yi Amerikalılardan çok daha etkili bir şekilde kullanıyor.
TB2’nin rakiplerine göre çeşitli avantajları var; hassas, ucuz ve etkili. Tam otomatik kontrol edilen Bayraktar TB2 tankları imha edebilen akıllı MAM-L füzeleri ile donatılmış. Düşük maliyetli olmaları nedeniyle, bu tür SİHA'lar daha az varlıklı ülkelerin büyük askeri güçleri ele almasına da olanak sağlıyor.
SİHA’lar İdlib'te birkaç gün içinde düzinelerce Suriye savaş tankını, zırhlı aracı, zırhlı obüs ve silahı imha etti. Hava bombardımanı o kadar yıkıcıydı ki, saldırıya uğramamış çok sayıda araç mürettebatı tarafından terk edildi ve daha sonra Türkiye'nin desteklediği muhalifler tarafından ele geçirildi. Araştırma bloğu Bellingcat, Suriyelilerin en az 106 zırhlı araç kaybettiğini ortaya çıkardı…
Libya'da da faaliyete giren Bayraktar TB2, darbeci General Halife Hafter ile savaşan Fayiz es-Serrac'ın BM tarafından tanınan "Ulusal Birlik Hükümeti"ni de güçlendiriyor. Türkiye'nin müdahalesi, özellikle de Türk SİHA'larının kullanımı, Serrac'ın lehine güç dengesini değiştirmiş gibi görünüyor. Serrac’a bağlı birlikler Mayıs ayı ortasında stratejik önemi bulunan Vatiyye Hava Üssü'nü Bayraktar TB2 SİHA'lar sayesinde ele geçirdi.
Bayraktar TB2 SİHA'larının mimarı Selçuk Bayraktar'ın Türkiye'de milli kahraman haline geldiğini belirten Die Welt, 41 yaşındaki Bayraktar'ın ABD'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) okuduğunu ve 2005’te Türkiye'ye gelerek Bayraktar Mini İHA'yı Türk subaylarına tanıttığını kaydetti. Alman gazetesi, o dönem askerlerin şüpheyle yaklaşmasına rağmen 2000'li yılların başında bu alanda çalışmaya başlayan Baykar'ın on yıl sonra çok daha büyük, silahlı ve yüksek teknoloji ürünü Bayraktar TB2 SİHA'yı geliştirdiğini vurguladı.
Her fırsatta Türkiye’yi karalayan Die Welt bunları yazmış..
Yani öve öve bitirememiş..
Peki elin övdüğü, yere göğe sığdıramadığı İHA ve SİHA’lardan kimler rahatsız?
Kimler bu büyük başarıya imza atanları “ atarlı ergen, havacı sosyetik” diye suçluyor?
Hadi beyinleri dağılan Kandil’den gelen feryatları anlıyoruz da bu ülkenin düşmanlarına korku salan dostlarına güven veren böylesine büyük bir başarıyı hazmedemeyenlere ne demeli?
PKK’ya PYD’ye vurulan her darbeden sonra (Suriye’yi Libya’yı saymıyorum) paçaları tutuşup İHA’ya SİHA’ya ve onları üretenleri saldıranlara iyi bakın.
PKK’ya PYD’ye atılan yumruğun acısını yüzlerinde göreceksiniz.
Terörle mücadelede sağladığı katkı nedeniyle ülkemizin kaderini değiştiren, DİE WELT’in bile milli kahraman olarak nitelediği vatansever insanları “havacı damat” diyerek küçümseyenlerin IMF damadı olmaları ne garip tesadüf ?..
Allah bu ülkeyi post modern IMF damatlarından korusun.