Bu senenin Şubat ayında kalça kemiğinin kırılmasının ardından başlayan sağlık sorunları ile mücadele veren babam Tahsin Yılmaz’ı 6 Eylül’de kaybettik.
93 yaşında olması nedeniyle ameliyatının riskli olduğu hatta masadan kalkamayacağı bile söylenmesine rağmen müdahale edilmemesi halinde riskinin daha yüksek olması nedeniyle onun da izniyle ameliyata karar verdik.
Başarılı bir ameliyat geçiren babam bir gün yoğun bakımda kaldıktan sonra alındığı serviste tedavisini tamamlayarak bir hafta sonra taburcu edildi.
Kemiğinin eğitim malzemesi olarak kullanılması için onayını almaları babamı çok sevindirmişti.
Hiç bir tanıdık ve aracıya gerek kalmadan ameliyat ve tedavisini en kısa sürede tamamlayarak sağlıkla evine dönmesini sağlayan Etlik Şehir Hastanesinin ilgili sağlık personeline minnettarız.
Ameliyattan üç ay sonra başlayan öksürük ve nefes darlığı şikâyetiyle ilgili olarak MHRS’den öncelikli randevu alamadığımız için evinin yakınındaki bir özel hastaneye götürdüğümüzde zatürre teşhisi konulduğundan doktor önerisi üzerin hastaneye yatırarak tedavisini başlattık.
Bir haftalık bir tedaviden sonra iyileştiği söylenerek taburcu edildi ama taburcu edilmeden önce yapılan bazı tetkik, kontrol ve görüntülemelerde mesanede tümör olduğu ve yaşadığı ürolojik sorunların çözümü için acilen müdahale edilmesi gerektiği önerildi.
Birkaç günlük aranın ardından yine aynı özel hastanede yapılan sistoskopide tümör olduğu tahmin edilen kitlenin taş olduğu anlaşıldı.
Kalça kemiği kırığı ameliyatı ve zatürre tedavisinden olumlu sonuç alınması, ardından yapılan sistoskopide tümör olduğu sanılan kitlenin taş olduğunun anlaşılması babamın moralini yükseltmiş ve yürüteçle ev içinde yürümeye başlamıştı.
En azından tuvalete gidebiliyordu.
Süreç herhangi bir mental sorun yaşanmaksızın bizi de umutlandıracak bir biçimde devam ederken yeniden bazı ürolojik sorunlar ortaya çıkması üzerine daha önceden tedavi gördüğü özel hastaneye götürdüğümüzde yapılmasını gerekli gördükleri test için bol su içmesi önerildi.
Ancak babam dört litreye yakın su içmesine rağmen idrarını yapamadı.
Doktoruna bu durumu anlattığımızda neden bu kadar çok su içirdiğimizi sordu.
Oysa kendisi idrar gelinceye kadar su içirmemizi istemişti.
Muhtemelen içtiği aşırı sudan ötürü midesinin bulandığını söyleyince ertesi gün tekrar gelmek üzere hastaneden ayrılarak babamı evine bırakıp kendi evime döndüm.
Eve geleli 15 dakika olmamıştı ki kardeşim Metin arayarak babamın durumunun çok ağır olduğunu ve Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil Servisine kaldırıldığını söyledi.
Hemen Hastaneye geldiğimde müdahale odasında babamı nefes alamaz ve konuşamaz bir halde gördüm.
Acil serviste ilk müdahale yapıldıktan sonra zatürrenin nüksettiği, durumunun ağır olduğu ve yoğun bakıma alınması gerektiği ancak Gülhane Hastanesi yoğun bakımında yer olmadığı söylendi.
Gece saat bire doğru Mamak Devlet Hastanesi yoğun bakım servisine kaldırıldı.
Mamak Devlet Hastanesindeki doktoru durumunun çok ciddi olduğunu, eğer kardeşlerim varsa son bir kez görebilmeleri için haber vermemin uygun olacağını söyledi.
Ertesi gün telefonla ederek babamın solunum cihazına bağlandığı bilgisini verdiler.
Bir sonraki gün Ankara dışında yaşayan iki kardeşim hastaneye geldiklerinde yoğun bakımda solunum cihazına bağlı babamı sadece uzaktan görebildiler.
Her gün endişe içinde hastaneden gelecek telefonu beklerken sekiz gün sonra doktoru ile görüşmeye gittiğimde babamın tedaviye olumlu cevap verdiği ve normal servise çıkartılacağı müjdesini aldığımız Mamak Devlet Hastanesi Yoğun Bakım servisi doktor ve sağlık ekibine bu olağanüstü çabaları nedeniyle müteşekkiriz.
Babam ikinci kez zatürreyi atlatmıştı ama zatürre sol ciğerinde de ciddi bir sorun bırakmıştı.
Normal serviste bir gün yattıktan sonra taburcu ettiler.
Bu sevinçle eve geldik ama uzun süre hareket etmediği ve dizlerindeki kireçlenme nedeniyle yürümekte çok zorlandığından idrar torbası kullanmaya başladık.
Bu durum babamın moralini bozsa da uzun vadede iyileşebileceğini umuyor, yatağının başucundaki gazete ve kitapları okuyor ve hatta yazmayı düşündüğü yeni kitabı için notlar çıkartıyordu.
Kuyruk sokumundaki yara yoğun bakımdan çıktıktan sonra biraz daha büyüdüğünden doktorun tavsiye ettiği havalı yatak ve ilaçları kullanarak iyileştirmeye gayret gösterdik.
Çabalarımız sonucu yarası iyice küçülmüştü.
Yara bakımını çoğu kere ben yaptığım için gelişmeleri yakından izleyebiliyordum.
Bize göre her şey yolunda giderken Ağustos ayının son haftasında pansuman ve bakım için gittiğimde yaranın anormal derecede büyüdüğünü, akıntı yaptığını ve çok ağır bir koku yaydığını gördüm.
Hemen 112 Acil Servisi aradım. Gelen sağlık ekibi, endişe edecek bir şey bulunmadığını ifade ederek mevcut kremleri kullanmamızı ve havalı yatakta sık sık pozisyon değişikliği yapmamızı önerdiler.
İki gün sonra akıntının ve kanamanın daha da artması, yaranın kemik görünecek kadar büyümesi ve yayılan kokunun dayanılmayacak bir hal alması üzerine yeniden 112 Acil Servisi aradım.
Gelen sağlık ekibine durumu anlatmama rağmen yarayı açıp bakmaya dahi gerek görmeden masada gördükleri kremleri kullanmaya devam etmemizi ve Dâhiliyeden sevk ettirmek suretiyle babamı Geriatri Servisine götürmemi önerdiler.
Bir şeyler ters gitmesine rağmen gelen iki acil ekibi de gereken özeni göstermeyerek, evin içinde maskeyle gezmemizi gerektirecek kadar ağır koku yayan, yoğun akıntı ve kanamaya neden olan yara için acil serviste yapılacak bir işlem olmadığının söylediler.
Konuşması çok zor anlaşılan ve nefes almakta zorlanan babam tamamen yatağa bağımlı bir hale gelmiş yatakta bir tarafa dönebilecek kadar gücü kalmamıştı.
Bir hafta öncesine kadar yemeğini yiyen, kahvaltısını yapan ve bizimle konuşabilirken inanılmaz bir gerileme ile konuşamaz, kıpırdayamaz olmuştu.
Sadece gözleri ile tepki veriyordu.
Yara bakımının bir meslek elemanı tarafından yapılmasının daha uygun olacağının düşünerek getirdiğimiz hemşire yaranın enfekte olduğunu, mutlaka hastane ortamında müdahale tıbbi gerektiğini belirtince Geriatriye sevk için Dâhiliye randevusu almak amacıyla 112’yi aradım ancak sistemde sorun olduğu için randevu verilemediğini, daha sonra tekrar aramamı söylediler.
Babamı bu ağır tabloya rağmen bir türlü acil servise götüremediğimiz için kardeşim Metin’le birlikte Gülhane Hastanesi Geriatri Bölümüne giderek durumu anlattık.
Orada babamın kaydını yaparak bir hafta sonra hafta ev ziyaretine geleceklerini bu nedenle acil bir müdahale imkânlarının olmadığını belirterek birkaç krem ve uygulama önerisinde bulundular.
Babam yataktan kalkamıyor, yara çok büyük, akıntı var ve ağır koku yayıyor, kendisi de istemesine rağmen biz bir türlü hastaneye götüremiyoruz.
Daha da vahimi Dâhiliyeden randevu alabilirsek bile 93 yaşındaki yatağa bağımlı babamı kendi imkânlarımızla hastaneye götürecekmişiz, çünkü randevulu hasta için ambulans verilmezmiş, eğer Dâhiliye sevk eder ve başka bir gün için randevu verilirse yine kendi imkânlarımızla Geriatriye götürecekmişiz.
İşimiz bitince de kendi imkânlarımızla eve getirecekmişiz.
Bunun da adı yaşlı bakımı oluyormuş.
Bakım buysa vay bakımsızlığın haline!.
Göz göre göre eriyen babam için hiçbir şey yapamamamın çaresizliği içinde 5 Eylül akşamı bir kez daha 112 Acil Servisi aradık
Gelen ekip son derece ilgili ve titiz davranarak 40 dakika süren müdahalesine rağmen olumlu cevap alamadıkları babamı Gülhane Hastanesi Acil servisine getirdiler.
Kendilerinden önceki iki ekibin ilgisiz ve sorumsuzluğu yanında bu son ekibin duyarlığı için de müteşekkiriz.
Acil servisteki doktorumuz bu kadar ağır bir yaraya rağmen neden daha önce getirmediğimizi sorduğunda iki kez 112’ye başvurduğumuzu ancak gelen ekibin yaranın acil müdahale gerektirmediğini söylediklerini, hatta son gelen ekibin yaraya bakmaya daha gerek görmediklerini ifade ettim.
Doktor susmakla yetindi.
Çünkü sözün bittiği yerdeydik..
Yapılan tetkik, tahliller ve görüntülemelerden sonra babamın tedavisinin yoğun bakımda devam etmesi gerektiği ancak Gülhane Hastanesinin yoğun bakımında yer olmadığı için uygun bir hastane araştırdıklarını söylendi.
Daha önce annemin kalp krizi geçirdiğinde olduğu gibi Gülhane Hastanesi yoğun bakımında yine yer(!) yoktu.
Ne ilginçtir(!) ki o gece Ankara’daki hiç bir kamu hastanesinin yoğun bakımında yer yoktu.
Bu gerekçeye asla inanmıyoruz.
Bizi başlarından savdılar.
Çünkü gerek pandemi ve gerekse Güneydoğu Anadolu’daki deprem sonrasında bile Gülhane Hastanesine 500 metre mesafedeki Etlik Şehir Hastanesinin yoğun bakım servisi tamamen dolmamıştı.
Gece saat bir buçuk sularında Etimesgut’taki bir özel hastanenin bizi kabul edebileceği söylendi.
Yakın çevremizde altı yedi kamu hastanesi ve özel hastane varken neden evimize çok uzak bir özel hastaneye gönderildiğimizi sorduğumda “biz müdahale edemiyoruz sistem ayarlıyor” diyerek cevap verdiler.
Ne hikmetse sistem gece yarısından sonra hep özel hastanelere yönlendiriyordu
Ve yine ne hikmetse sistem hep Etimesgut’taki özel hastanelere yönlendiriyordu.
Etimesgut’taki özel hastanenin ne özelliği olduğunu anlayamadık.
Ama kabul etmez isek oraya da götürmeyebilirmişiz.
Gecenin saat birbuçuğu, hastanın durumu çok ağır, solunum için oksijen veriliyor ama biz kabul etmeyebilirmişiz.
Bir can için böyle utanç verici bir seçenek olabilir mi?
Kardeşim Metin’le birlikte ciğerimiz yana yana babamın kaldırıldığı özel hastaneye gittik.
Yarım saat bekledikten sonra gelen sağlık görevlisi babamın durumunun ağır olduğunu ama ellerinden geleni yapacaklarını ifade ederek gidebileceğimizi söyledi.
Ertesi gün öğleye doğru hastaneden arayarak babamın solunumunun durduğunu ve makineye bağlandığını söylediler.
İçim yandı, yani? Diye sordum.
Gelseniz iyi olur dediler..
Acı içinde yine kardeşim Metin’le birlikte hastaneye gittiğimizde babamın morga kaldırıldığını öğrendik.
Babam bir özel hastanenin yoğun bakımında yapayalnız belki de çok büyük bir üzüntü içinde ve kendisini oraya attığımızı düşünerek son nefesini vermişti.
Maalesef Ankara’nın göbeğinde beşyüz metre çapındaki bir alanda üç büyük hastane olmasına rağmen babamı ölüme götüren enfeksiyona neden olan yarasına müdahale edilmesini sağlayamamıştık.
İhmalin bedelini çok ağır ödedik.
Yarasına müdahale edecek hastane bulamadık ama neyse ki sağlık sistemi(!) içinde cenazesine sahip çıkan(!) bir hastane vardı.
Çaresizliğin acısını hiç bu kadar derinden hissetmemiştik.
****
Şunu açıkça ifade edelim ki ölümün Allah’ın emri olduğuna ve her nefsin ölümü tadacağına kayıtsız şartsız inanıyoruz.
Ölümden kaçış yok.
Ama ölümün varlığı, tedavinin önemini ortadan kaldırmıyor.
Siz gerekeni ve elinizden geleni yaparsınız, takdire saygı duyarsınız.
Ama “nasıl olsa yaşlı” deyip çağrıldığınız hastanın tedavisi için mesleğinizin gereğini yapmazsanız o ölümden sorumlu olursunuz.
İhmal nedeniyle enfekte olmuş bir yara için acil tıbbi müdahale gerekmesine rağmen yaraya bakmadan sadece krem önerisinde bulunursanız ölümden sorumlu olursunuz.
En seri bir biçimde tıbbi müdahale yerine bizi önce dâhiliyeden randevu alın sonra Geriatriye sevk ettirin oradan da yara bakımına gidin diyerek oyalarsanız ölümden sorumlu olursunuz.
Nasıl ucube bir sağlık sistemi ki 93 yaşında ağır yarası olan bir hastaya ambulans göndermiyor ve nasıl ucube bir sağlık sistemi ki acil durumuna rağmen ille de geriatriye sevk diyerek ısrar ediyor ve bırakın tıp öğrencisini birazcık akıl sahibi her insanın müdahale edilmesi gerekir dediği bir yara için acil servise sevke gerek görmeden bizi evde bakım, yaşlı bakım masallarıyla oyalıyor.
Kimse kusura bakmasın, ihtiyacımız olduğunda faydalanamadığımız sistemin mükemmelliği palavradan ibarettir.
Dağın başında hastalanan bir insan için bile çok yerinde bir hareketle ambulans uçak gönderen, Afrika’da hastalanan vatandaşlarımızı Türkiye’ye getirerek tedavi ettiren sağlık sistemi babamın yarasının tedavisi için burnumuzun dibindeki bir hastaneye yatırılmasını sağlayamadı.
Nasıl ki babamın kalça kemiği kırığı ameliyatını en kısa sürede ve başarıyla yapan Etlik Şehir Hastanesi ve ağır vak’a olmasına rağmen yoğun bakımdaki tedavisini en güzel şekilde yapan Mamak Devlet Hastanesi sağlık ekibini takdir ediyorsak görevlerini yapmayan 112 Acil ekibini de eleştiriyoruz, hakkımızı helal etmiyoruz.
Onlar görevlerini yapsalardı da babam ölebilirdi.
O zaman derdik ki “herkes elinden geleni yaptı ama takdir böyleymiş”.
Ölümden öte yol yok, Allah’ın takdirine boynumuz kıldan ince.
İsyanımız öfkemiz; kulun ihmaline, sorumsuzluğuna, merhametsizliğine adam yerine konmayışımıza, babamın bir özel hastanenin yoğun bakım servisinde yapayalnız ölüme terkedilişine…
Bir hastanın 93 yaşında olması onu tedavi hakkından mahrum bırakır mı?
Bir hekim yoğun akıntı ve kanamaya neden olan, kemik görünecek kadar büyük ve çok ağır koku yayan bir yara için hastaneye sevke gerek görmüyorsa, sevk için ne olması gerek?
Merak etmesinler, onlara dava açmayacağız.
Çünkü babamın adının mahkeme dosyalarında geçmesini istemiyoruz.
Ama onları Allah’ın şaşmaz ve sarsılmaz adaletine havale ediyoruz.
Davamızı ilahi mahkemede göreceğiz.
Bizi ve tedaviye/bakıma ihtiyacı olan diğer insanları anlayabilmeleri için meslektaşlarının ihmal ve sorumsuzlukları nedeniyle yakınlarını kaybetmeleri mi gerekiyor?