İnsan hakları konusunda dünyanın sicili en bozuk ülkesi olan ABD, her yıl yayınladığı “İnsan Hakları Raporunda” çıkarlarına hizmet etmeyen ülkeleri suçlayarak kendi kirli geçmişi ve utanç verici uygulamalarını ört bas etmeye çalışır.
Bu nedenle ABD’ne uşaklık yapmayanlar ağızlarıyla kuş tutsalar da bu düzmece raporlarda suçlanmaktan kurtulamazlar.
Oysa ABD’nin insan hakları raporu yayımlamasıyla fahişelerin ahlak ve namus raporu yayımlamaları arasında hiç bir fark olmasa da fahişeler ABD’den çok daha şereflidirler.
Evet, bedenlerini satarak para kazanmaktadırlar ama aralarında kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastaların da bulunduğu otuzbeşbin masumu öldürerek iktidarda kalmaya çalışan Netanyahu gibi soyu ve sütü bozuk bir alçağa destek vermiyorlar.
Dahası, kuvözdeki bebeklerin öldürülmesini İsrail’in kendisini savunma hakkı diyecek kadar aşağılık ve haysiyetsiz bir tavır da sergilemiyorlar.
İşte bu gerçekten hareketle ABD’nin Türkiye’ye yönelik mesnetsiz suçlamalar yönelttiği 2023 yılı İnsan Hakları Raporuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada; "ABD'nin insan hakları konusunda kendi siciline odaklanması ve terör örgütleriyle kurduğu ortaklıklar ile insan hakları konusunda izlediği çifte standartlı politikayı sonlandırması çağrımızı yineliyoruz." İfadeleri kullanılarak al raporunu başına çal mesajı verildi.
Başta DEAŞ ve PKK olmak üzere bizzat kurduğu, beslediği ve kullandığı terör örgütleri aracılığı ile dünyanın en büyük insan hakları düşmanı olan ABD’deki Üniversitelerde dalga dalga yayılan İsrail protestolarında yaşanan ve insanlık adına utanç verici görüntüler, övündükleri ifade ve gösteri özgürlüğünün nasıl birer palavradan ibaret olduğunu, ifadenin ve özgürlüğün sadece ABD’nin ve tasmalı köpeklerinin çıkarlarına hizmet söz konusu olduğunda anlam taşıdığını göstermektedir.
İsrail’in Filistin’deki soykırımını protesto eden öğretim üyelerine ters kelepçe vurularak gözaltına alınmakta, göstericiler yerlerde sürüklenerek tekme tokat dövülmekte, üniversiteden atılmakla tehdit edilmekte, vicdanlı Yahudilere bile şiddet uygulanmaktadır.
Polisin siyahilere karşı acımasız vahşi tavrını ekranlardan izlediğimiz vicdan kanatan görüntülerden biliyoruz.
Sadece ABD mi?
Hayır, ABD’nin tasmalı köpekleri Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere gibi yıllardır bize medeni diye gösterilen ülkelerin yöneticilerinin de İsrail’in Gazze’deki soykırımını desteklediklerini, teşvik ettiklerini ve göz yumduklarını görüyoruz, biliyoruz.
Sonuç olarak soykırım destekçilerinin yayınladıkları İnsan Hakları Raporunun bir tuvalet kâğıdı kadar değeri yoktur.
“İnsan hakları” konusunda rapor düzenleyebilecek en son ülke ABD ve onun tasmalı köpekleridir.
*****
İsrail'in "Walla" internet sitesinde yer alan habere göre UCM'nin; Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi hakkında tutuklama emri çıkartmaya hazırlandığı konusunda duyulan endişeler nedeniyle Netanyahu endişelerini ilettiği Biden’den muhtemel bir tutuklama kararını engellemesi için yardım istemiş.
Netanyahu’ya yönelik yakalama kararı çıkaracağı haberlerinin medyaya düşmesinden sonra konu hakkında yorum yapan Beyaz Saray, mahkemenin soruşturmasını desteklemediklerini ve UCM’nin İsrail’i ve Netanyahu’yu yargılama yetkisinin olmadığını iddia etmişti.
Oysa ABD Başkanı Joe Biden, geçtiğimiz yıl UCM, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik yakalama kararı çıkardığında “Bence haklı bir karar” demişti.
Tutuklama ihtimali nedeniyle ABD’li 12 Cumhuriyetçi senatör UCM Başsavcısına bir mektup göndererek, “İsrail’i hedef alırsanız, biz de sizi hedef alırız.” tehdidinde bulundular.
Zeteo adlı internet sitesinde yer alan haberde, aralarında Tom Cotton, Marco Rubio ve Ted Cruz gibi isimlerin yer aldığı 12 Cumhuriyetçi senatörün UCM Başsavcısı Han'a gönderdiği tehdit içerikli ve sonunda küstah bir şekilde “uyarıldınız” ifadelerine yer verilen mektupta; Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililer için tutuklama kararı çıkarması halinde, bu durumun “yalnızca İsrail’in egemenliğine değil, aynı zamanda ABD’nin egemenliğine yönelik bir tehdit olarak” yorumlanacağı, Han’ın çalışanları ve ortaklarına yaptırım uygulayacakları, Başsavcı ve ailesinin ABD’ye girişlerini engelleyecekleri” tehdidinde bulundular
Bu tehdit üzerine UCM Başsavcısı Han; "görevlileri engelleme, sindirme veya uygunsuz şekilde etkilemeye yönelik tüm girişimlerin derhal durdurulması" çağrısı yaparken, mahkeme adına X sosyal medya platformunda yapılan açıklamada; “Mahkemenin yetki alanına giren soruşturmalar veya davalar hakkında kararlar alması durumunda bireyler, mahkemeye veya mahkeme personeline karşı misilleme yapmakla tehdit ettiğinde bu mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zayıflatır, yetkilileri engellemeye, yetkililere gözdağı vermeye veya onları uygunsuz şekilde etkilemeye yönelik tüm girişimlerin derhal durdurulması konusunda ısrar ediyoruz” ifadelerine yer verildi.
UCM yargıçları bu tehditlerden etkilenecek mi? yoksa kararlarının ardında duracak mı? bilmiyoruz ama er ya da geç ABD’nin ve tasmalı köpeklerinin İsrail’in soykırımına karşı utanç verici desteklerinin ve insanlığa ihanetlerinin hesabının sorulacağını biliyoruz.
Bu zalimler sürüsünün ülkelerindeki merhametli insanların zor kullanarak önlemeye çalıştıkları ve artık sokaklara taşan tepkileri yaklaşmakta olan sonun başlangıcıdır.
Yıllardır soykırım nimetinden faydalanan ve bu nedenle dokunulmaz olan İsrail’in saltanatı bitmiştir. Bundan sonra işledikleri vahşet ve soykırımla anılacaklardır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, Filistin'in BM üyeliğinin yeniden değerlendirilmesi ve Filistin'e daha geniş yetki ve ayrıcalıklar tanıyan tasarının kabul edilmesi Filistin’in haklı davasına verilen desteğin arttığını göstermektedir.
Dünyanın hemen hemen her ülkesinde din, inanç, düşünce ve etnik kökenleri ne olursa olsun mazlum ve masum Filistin halkına karşı gederek artan bir destek ve İsrail’in yaptığı soykırıma karşı büyük bir öfke ve nefret oluşuyor ve küresel vicdan; soykırımcı katillerin ve işbirlikçilerinin uykularını kaçırıyor.
Keşke soykırımcı katillerin ve işbirlikçilerinin yüreklerine korku salanlar arasında İslam ülkelerinin gaflet uykusundaki idarecileri de olabilseydi.
Tarihin, demokrasi düşmanlarının tanıklığına ihtiyacı yoktur….
Hatırlanacağı üzere Ankara 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 28 Şubat davası, 13 Nisan 2018'de karara bağlanmış ve dönemin önemli ismi ve Genelkurmay 2'nci Başkanı Çevik Bir, emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın da aralarında olduğu 18 sanığa 'Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men' suçundan müebbet hapis cezası verilmişti.
Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi, 14 sanık hakkındaki müebbet hapis cezasını onarken eski YÖK üyesi Erdoğan Öznal, dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Halil Kemal Gürüz, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Hayri Bülent Alpkaya ve dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Muhittin Erdal Şenel'in eylemlerinin bu suça yardım kapsamında olduğu sonucuna vararak, müebbet hapis cezalarını bozmuştu.
Haklarında 'zaman aşımı' nedeniyle düşme kararı verilen sanıklar Orhan Yöney, Şükrü Sarıışık, İzzettin İyigün, Kamuran Orhon, Köksal Karabay, Altaç Atılan, Ersin Yılmaz, Şevket Turan, Yücel Özsır, Metin Yaşar Yükselen, Refik Zeytinci ve İbrahim Selman Yazıcı'nın ise diğer sanıklarla gizli ittifakları olduğu gerekçesiyle cezalandırılmaları istenmişti.
Haklarında bozma kararı verilen 16 sanığın Ankara 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden yargılandıkları duruşmada tanık olarak dinlenen dönemin Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olan (şu anda ATA Parti Genel Başkanı) Namık Kemal Zeybek, 28 Şubat’ta yaşananların bir darbe girişimi olmadığını savunarak şunları söyledi.
“Yeminime sadık kalarak söylüyorum o dönemde herhangi bir şekilde darbe söz konusu değildi, ne klasik bir darbe, ne de postmodern darbe. Toplumun gerildiği bir gerçek. Dolayısıyla bu gerginlik MGK’ya da yansıdı ve bu kararlar çıkarıldı. Darbe zorlamayla olur; ancak benim kanaatimce asla bir darbe girişimi söz konusu değildir. ………….Generallerin hükümet üzerindeki baskısı asla söz konusu değildir. Sincan’dan tankların yürüme iddiası da bana gülünç geliyor. Sonradan öğrendik, normal bir geçişmiş. O gün tankların Sincan’dan yürümesi ile 4 ay sonra hükümetin düşmesinin arasında bir bağlantı olduğu iddiası oldukça gülünç. Ben sanıkları tanımam. Batı Çalışma Grubu, sanki bir cuntaymış gibi anlatıldı. Ancak birçok bakanlıkta çalışma grupları kuruldu. O dönemin şartlarında bir darbe düşüncesi olsaydı bu yapılırdı ve kimse de bunu önleyemezdi" .
Muhteremin yeminine sadık(!) kalarak darbe olmadığını söylediği 28 Şubat’ın tartışmasız bir darbe olduğu, ABD tarafından planlandığı ve ordu içindeki unsurları tarafından hayata geçirildiği ABD kaynaklı belgelerle sabittir.
Örnek mi istiyorsunuz?
Buyurun.
ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher imzasıyla Ankara Büyük Elçisine geçtiği Ekim 1996 tarihli kripto belge;
“……Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır………Türkiye Birleşik Devletlerin anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk Askeriyesi, bu sonucu elde etmeye, daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeyle zorlanmalıdır.(Kaynak;m.sabah.com. tr 28/02/2021)
Gerçekten de Türk Askeriyesi ABD’nin emirleri doğrultusunda basını ve yargıyı harekete geçirmek suretiyle gerçekleştirdiği (yani maşa varken elini kullanmadığı) bir darbe ile meşru hükümeti devirmeyi başarmış(!) ve bu özelliği nedeniyle bizzat yapanların ifadeleri ile post modern darbe olarak kayıtlara geçmiştir.
Kaldı ki 21 Şubat 1997 de Washington'da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda konuşan dönemin kudretli Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir yıllarca zihinlerden silinmeyecek "Sincan'da demokrasiye balans ayarı yaptık." İfadesi ile darbeyi doğrulamış ve sorumluları da yargılanarak cezalandırılmışken Zeybek’in, binlerce masum insanın geleceğini karartarak ardında çok büyük mağduriyetler bırakan, bankaların soyulup soğana çevrilmesiyle ekonomiye milyarlarca dolar zarar verilmesine neden olan 28 Şubat postmodern darbesini inkâr etmesi milli iradeye saygısızlıktan değilse ciddi bir hafıza sorunu yaşadığına delalet eder.
Her iki halde de söylediklerinin hiçbir değeri yoktur.
Çünkü tarihin, demokrasi düşmanlarının tanıklığına ihtiyacı yoktur.