Hatırlanacağı üzere, TPAO geçen yıl Temmuz ayında Diyarbakır'ın Taştan Köyü Güzel mezrasında bin 800 metre derinlikte yaklaşık 18 milyon varil petrol bulunduğunu açıklamıştı.
Türkiye'nin yıllık 200 milyon varil petrol tüketimi göz önüne alındığında 18 milyon varil rezervin hiç te küçümsenmeyecek bir miktar olduğu anlaşılır.
Geçtiğimiz Eylül ayında Hazro ilçesine bağlı kırsal Varınca, İncekavak, Gedikalan, Yazgı ve Erkonağı sınırlarında petrol çıkarma çalışmaları başlatılırken, Hazro'daki kuyularda beklenenin üstünde bir rezerve ulaşıldığı belirtilmişti.
Doğu ve Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen kararlı operasyonlarla, bölgede huzur ve güven sağlanmasıyla hız verilen petrol sondaj faaliyetleri sonucunda Gabar Dağı'nda Şehit Esma Çevik ile Şehit Aybüke Yalçın sahalarında açılan toplam 28 kuyuda, günlük 40 bin varil petrol üretilirken yılsonunda bu rakamın yüzbin varile çıkması hedefleniyor.
Günlük yüzbin varil demek ayda 3 milyon, yılda 36 milyon varil demektir ki bu da yıllık petrol tüketiminin % 18 ine karşılık gelir.
Petrol için ödenecek dövizin yaklaşık beşte biri ülkede kaldığında yatırıma/hizmete harcanır; bütçe ve dış ticaret açığı kapanır, kur artışının hazineye getirdiği yük azaltılır, kısacası milli ekonomi için can suyu olur.
Bu gerçeği görmek için de ekonomist filan olmaya gerek yoktur.
Siyasi görüşü ne olursa olsun ülkesi seven her insan bu gerçeği görür.
Ama ülkemizde maalesef böyle olmuyor.
Ne zaman ülke hayrına bir iş yapılsa “istemezükcüler” engellemeye çalışıyorlar.
İstanbul Havalimanını, Marmaray’ı, Avrasya Tüneli’ni, Yavuz Sultan Selim Köprüsünü, Osmangazi Köprüsünü, otoyolları, barajları, tünelleri engellemek için ne çevreci nutuklar atıldığını ne davalar açıldığını düşünün.
TOGG’un Türkiye’de üretilmediğini, Türkiye’nin böyle bir üretimi yapacak kapasitesi olmadığını söyleyecek kadar büyük yalanlar söylediler.
İHA’ları SİHA’ları marketlerde satılan maketler diyerek, gururumuz olan TCG Anadolu Uçak/İHA gemisini bir bombalık işi var diyerek küçümsediler.
Karadeniz’de çıkartılan doğalgazın varlığını kabul etmemek için kırk takla attılar.
Halen Sakarya Gaz Sahası'nda günlük 4,5 milyon metreküp gaz üretiliyor ve gazla 1,8 milyon hanenin ihtiyacı karşılanıyor.
Sözü uzatmadan konuya gelelim.
Diyarbakır Barosu Kent ve Çevre Komisyonu tarafından düzenlenen ve son 4 yılda bölgede 200'den fazla sondaj kuyusu açılarak, doğaya ve halk sağlığına zarar verildiği iddia edilen Rapora dayanılarak Diyarbakır Barosu tarafından; "Diyarbakır'ın doğasını petrole bulamayın. Bu talana bir an önce son verin" denilerek, Bismil ve Ergani'de bazı aramaların durdurulması için dava açıldı.
Hadi diyelim ki Bismil ve Ergani’de petrol varken çıkartmayıp, çiçek börtü böcek sevgisiyle yetinelim de ihtiyacımız olan petrole döviz ödeyerek cebimizin talan edilmesine ne diyeceğiz?
Ayrıca petrol aramak ve çıkartmak ne zamandan beri rant sarmalı oldu?
PKK’nın hendekler ve çukurlar kazarak, yakıp yıkarak çevreyi ve tarihi talan etmesine seslerini çıkartmayanların, petrol arama çalışmalarını rant sarmalına bağlamaları çevre ve doğa sevgisinden değil, petrolün ülke ekonomisine kazandırılmasından duydukları rahatsızlıktandır.
Altında büyük bir petrol rezervi bulunan Gabar Dağlarının neden yıllarca terör örgütü tarafından sığınak olarak kullanıldığı şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Sadece petrol değil, ne zaman bu ülkede altın aransa Alman Vakıflarının desteğiyle çevre örgütleri harekete geçirilerek siyanürün çevreye verdiği zararlar anlatılır.
Alman Vakıfları deyince durmak ve Necip Hablemitoğlu’nu hatırlatmak gerekir.
18 Aralık 2002 tarihinde öldürülen Necip Hablemitoğlu üzerinde çalıştığı Alman vakıfları dosyasında ulaştığı yeni ve çok önemli bilgileri 8 gün sonra, 26 Aralık 2002’de Ankara 1. No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde görülmeye başlanacak 15 sanıklı "Alman Vakıfları" davasında açıklayacaktı. Araştırmalarıyla Alman vakıflarının Türkiye’de yasal olmayan çalışmalar yaptığı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediği ve altın madeni karşıtlarını örgütlediği yönünde çok önemli bilgilere ulaşan Hablemitoğlu bu iddialarının ele alınacağı davaya bir hafta kala evinin önünde uğradığı silahlı saldırıyla öldürüldü.
Sadece bu cinayet bile meselenin çevre sevgisi olmadığını göstermeye yeter de artar.
Mesela altın çıkarmak neden sadece Türkiye’de doğaya zarar veriyor?
Neden ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere dünyada binlercesi faal olan nükleer santraller sadece Türkiye’de çevreye zarar veriyor?
İstanbul Havalimanının yapılmasına da yine çevre masallarıyla en şiddetle karşı olan Almanya idi.
Oysa mesele çevre filan değildi. Mesele Frankfurt Havalimanın transfer noktası olma özelliğini kaybetmesiydi. (ve de kaybetti).
“İstanbul Havalimanına hayır” diyenler aslında Almanya’nın uşaklığının yapıyorlardı.
Velev ki çevreyi kirletiyoruz, bundan Almanya’ya ne?
Hem silah satarak ve hem de sınırsız siyasi destek vererek İsrail’in Filistin katliamın ve soykırımından sorumlu olan Almanya’nın çevre ile derdi olduğuna ancak koyunlar inanır.
Demem o ki geçmişteki ihanet gösterilerinden bugünkü çevre duyarlığı gösterilerinin hangi amaçla yapıldığını biliyoruz.
Kim ne yaparsa yapsın, nerede petrol ve doğalgaz bulma ihtimali varsa, aranmalı ve de çıkartılmalıdır. Çünkü enerjiye ödenen dövizler hepimizin cebinden çıkmaktadır.
Arabaların depoları çiçek böcek sevgisiyle dolmuyor, ülkenin enerji ihtiyacı çiçek böcek sevgisiyle karşılanmıyor.
Yargı bu gerçeği göz önünde bulundurarak karar vermeli özellikle Hatay’da açılan yüzlerce dava ile kentsel dönüşümün engellenmesiyle binlerce insanın hayatlarını kaybettikleri asla unutmamalıdır.
Artık kredisi kalmadı ama o hala zorluyor...
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşecek olmasından rahatsızlık duyan eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu; “Sarayla müzakere değil mücadele edilir” diyerek onüç seçim ve genel bakanlık seçimlerini kaybetmesine neden olan hatalarından hiç ders almadığını gösterdi.
Kendisinin seçilmesini demokrasi, rakiplerinin seçilmesini ise diktatörlükle açıklayarak demokrasiye sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece inanan Kılıçdaroğlu’na eleştiri, "Müzakere de eden mücadele de eden yepyeni, dinamik, sonuç alan bir siyaset için yola çıktık" diyen Özgür Özel’den geldi.
"Lüzumsuz tartışmalarla birilerinin bitmiş olan kredilerini yeniden kazandırmak, tükenmiş olan siyasi geleceklerine yeniden umut olmak niyetinde değiliz" diyen Özel iki satırlık cevabında Kılıçdaroğlu’na dört önemli mesaj verdi.
Bir; Lüzumsuz tartışmalarla vakit geçirdin.
İki; Artık kredin kalmadı.
Üç; Siyasi geleceğin bitti.
Dört; Yeniden umut olmana izin vermeyeceğiz.
Halkın onüç yılda verdiği hiçbir mesajı doğru okuyamayan, siyasi rakibini yok sayarak, itibarsızlaştırarak, herkese koltuk dağıtarak seçim kazanacağını zanneden Kılıçdaroğlu çaylak gördüğü ve 1 Nisan’da koltuğundan ineceğini zannettiği Özgür Özel’in beklenmedik seçim başarısı karşısında CHP’nin başına geri dönme ihtimalinin kalmadığını artık görmelidir.
O defterin açılmamak üzere kapandığı Özgür Özel’in mesajlarından da anlaşılmaktadır.
Ama siyasete geri dönmede kararlı ise aktif siyasette iken danıştığı, gizli/açık görüştüğü ve önerilerini ciddiye aldığı, Abdullah GÜL ile el ele vererek yeni bir parti kurup “Saray’a” karşı mücadelelerini sürdürebilir, çıktıkları kantarda da kaç okka çektiklerini de görebilirler.
Yalancılar İsrail’in su değirmenine su taşıyor….
Hükümet İsrail’e jet yakıtı satıyor ve Kürecik Üssünü İsrail’in kullanımına açtı yalanlarıyla ucuz ve kirli siyaset yapanlar sadece Filistin’e en büyük ekonomik ve siyasi desteği veren Türkiye’ye haksızlık yapmıyorlar, İsrail’i Filistin’de yaptığı katliamın sorumluluğundan kurtarmaya çalışarak katliama da ortak oluyorlar.
Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerin, sivil toplum örgütlerinin, dinleri ve inançları ne olursa olsun İsrail’in zulmünü ve soykırımını protesto eden herkesin gösterdiği duyarlık karşısında “milli görüş” siyaseti yaptıklarını iddia eden ve onlara inananların yalan ve iftiralarla Filistin’in haklı davasına ihanet etmeleri tek kelimeyle utanç vericidir.
Hiçbir Filistin’linin, HAMAS’ın ve Filistin yönetiminin bu yalanlara itibar etmeyip Türkiye’yi ve iktidarı en büyük destekçileri olarak göstermeleri ve fırsatta şükranlarını ifade etmeleri, yalanın büyüklüğünü gösteriyor.
Siyaseten ne kazanırsalar kazansınlar bu yalanlar ve iftiralar alınlarında ömür boyunca taşıyacakları kara bir leke olarak kalacaktır.
Yalanda ısrar edenlere şu hadis-i Şerif’i hatırlatalım;
Safvan İbnu Süleym (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?"
"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:
"Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! Buyurdular. (Muvatta, Kelam, 19, (2, 990))
Hayırdır?...
'Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalıcı oldukları kabul edilmelidir. Mülteci statüsü verilerek entegre edilmelidir'. Veli Ağbaba (CHP Malatya Milletvekili)
”Suriyeli sığınmacılara resmî olarak mülteci statüsü verilmeli. Böylece mülteci olmaktan doğan haklar 3 milyon kişi tarafından kullanılabilir hale gelecek.” (CHP’nin yeni parti sözcüsü Selin Sayek Böke)
'Arapça tabelaların kaldırılmasına karşı CHP'li bütün belediye başkanlarına hassasiyetimizi bildirdik. Türkiye'de yaşayan, anadili Arapça olan milyonlarca vatandaşımız var. Ayrıca Arapça Kuran dili olarak görülüp saygı duyulan bir dil' (Gökhan Zeybek/CHP Genel Başkan Yardımcısı)
'Kullandığımız kredilerin bir kısmını mültecilerin entegrasyonu için kullanacağız' (Ekrem İmamoğlu/İBB Başkanı)
Daha düne kadar hükümete Suriyeli sığınmacılar konusunda en ağır eleştirileri yapan ve seçim kampanyalarında onları derhal geri göndereceklerini söyleyerek oy isteyen CHP’deki “U” dönüşünün farkında mısınız?
Bırakın geri göndermeyi onlara mülteci statüsü vererek Türkiye'de rahatça seyahat edebilmeleri ve vatandaş olabilmelerine imkân verilmesini sağlayacak kadar radikal bir dönüşümün sebebi ne olabilir?
Almanya’nın ricası olabilir mi?