SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, altılı masa açıklamalarında yer almayan 'yönetim şekli'ni Amerika'nın Sesi, BBC ve Gazete Duvar'a anlatırken; 'güçlendirilmiş parlamenter sistem' adı altında 6 genel başkanın oluşturduğu bir 'konsey' güdümünde 'kukla cumhurbaşkanı' profili çizdi.
Karamollaoğlu, cumhurbaşkanı adayının, 6 genel başkanın oluşturduğu 'Eşgüdüm Kurulu' ile birlikte 'koalisyon' olarak yönetim sözü vereceğini; bakanların, bürokratların birlikte atanacağını; aday cumhurbaşkanı seçilir ama sözünde durmazsa bunun 'büyük bir karaktersizlik' olacağını söyledi.
"Yönetim nasıl olacak? Yani cumhurbaşkanı seçildi, seçildikten sonra, "Ben bildiğimi yaparım, 5 sene içinde de değişiklikleri yaparız" derse ne olacak? Cumhurbaşkanı bu süreçte nasıl çalışacak? İstişareyle. O kadar... Yani cumhurbaşkanı, bütün siyasi parti genel başkanları ile istişare ederek karar alacak. Bakanlar birlikte belirlenecek. Bu konuda herhangi bir paylaşım yapılmadı. Vardığımız şey şu; seçim neticesine göre cumhurbaşkanı parti genel başkanlarıyla görüşerek, bakanları onlardan gelen bilgilerle belirleyecek. Ama o bakanlar da bir istişare mekanizmasının içinde karar alacaklar. İmzayı cumhurbaşkanı atacak."
"Türkiye'yi sanki bir koalisyon hükümeti varmış gibi yöneteceğiz. Ancak, birlikte yöneteceğiz de cumhurbaşkanı anayasa değişmediği için layüsel (sorumsuz). Nasıl olacak? Cumhurbaşkanı adayı, seçiminden önce, parti genel başkanları ile birlikte "Ben bundan sonra, bu değişiklik (anayasa değişikliği) sağlanana kadar siyasi parti genel başkanları ile istişare ederek Türkiye'yi yöneteceğim" diye taahhütte bulunacak, o kadar."
Evet, yanlış okumadınız yukarıda yazılanlar altılı masanın ufaklıklarından SP’nin Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun açıklamaları.
Açık açık diyor ki; biz “kukla” bir cumhurbaşkanı adayı göstereceğiz, ya da göstereceğimiz cumhurbaşkanı adayı “kuklalığı” kabul edecek.
Etliye sütlüye karışmayacak, tam bir protokol adamı olacak.
Peki, millet kuklalığa razı bir adaya oy verir mi?
Anayasa’nın 8.maddesi; “Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” Hükmünü amirdir.
Bu emredici bir hükümdür.
Anayasa’nın 104. Maddesinde ise Cumhurbaşkanını görev ve yetkileri belirtilmiş olup, bu görev ve yetkiler içinde; ülkeyi 'Eşgüdüm Kurulu' ile birlikte 'koalisyon' olarak yöneteceği, bakanların, bürokratların birlikte atanacağı, siyasi parti genel başkanları ile istişare ederek karar alacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır.
Dolayısıyla aday gösterecekleri cumhurbaşkanı seçildiği takdirde 'Eşgüdüm Kurulu' ile birlikte 'koalisyon' olarak ülkeyi yönetmeye kalkarsa asıl karaktersizlik bu olur.
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet UÇUM’un ifade ettiği üzere; “Milli iradenin, hukukun ve siyasetin gücünün hiçe sayıldığı oligarşik bir yapının ülkeyi kayıt dışı bir şekilde yönetme arzusu, bir anayasa taslağı adı altında servis edilmiştir.”
Yüzde elli artı bir alarak seçilen bir cumhurbaşkanının, en fazlası yüzde yirmibeş, ikincisi yüzde onbir diğer üçünün oy toplamı yüzde ikiyi bile bulmayan genel başkanları yönetime ortak etmesi kabile devletlerine özgü bir yönetim tarzıdır.
Görünür ortaklardan başka bir de merdivenaltı ortakları vardır ki onu nasıl yönetime ortak edeceklerini söylemeye dilleri varmıyor.
Fincancı katırlarını ürkütmemek için iki bakanlık veririz türünden açıklamalarla sosyolojilerini hazırlamaya çalışsalar da bunun çok ağır bedeli olacağını görecekler.
Yüzde birlik oyu olmayanlarla yüzde elli artı bir oyu alanın eşit siyasi sorumluluk ve yetki üstlenmeleri güçlendirilmiş parlamenter demokrasi değil, parlamenter görünümlü ve güdümlü vesayet rejimidir.
Şu ana kadar anlaştıkları yegâne konu yazılacak yazıların puntoları ve kenar başlıkları olan altı benzemez ve onlara dışarıdan ayar veren asıl amacı ülkeyi bölmek olan yedinci ortağın söz sahibi olduğu bir garabetin ülkeyi götüreceği nokta yıkım, kaos, kan ve gözyaşıdır.
Zaten ABD’nin ve ABD’nin de istedikleri ve hasretle bekledikleri budur.
Şu ana kadar yaptıkları da ellerini yakmamak için maşa kullanmaktır.
Sizce maşalar kim?..
Devir değişse de mandacı kafalar hiç değişmedi..
TSK'nın Pençe-Kılıç hava harekâtıyla ağır bir darbe indirilen terör örgütüne yönelik kara harekâtı için hazırlıklar tamamlanmak üzere iken Gelecek Partisi’nin Genel Sekreteri Kani Torun, oturtuldukları masada siyasi uzantısı ile işbirliği yaptıkları PKK/YPG terör örgütüne "korkmayın" size bir şey yapamazlar” diyerek “selam” gönderdi.
"Suriye'de herhangi bir şeyi düzeltme gibi bir durum yok. Operasyon olayı tamamen iç kamuoyuna yönelik bir şey. Yani Türkiye'deki kitleleri, bir şekilde PKK karşısında muhafazakar ve milliyetçi oyları konsolide etme amacını güdüyor. Dolayısıyla tamamen iç politikaya yönelik bir şey. Yani Suriye'de herhangi bir şeyi düzeltme gibi bir durum yok. Üç-beş yere bomba atacaklar, bir miktar içeri girebilirler ancak bu dediğim gibi propaganda amaçlı olacak. Bu Türkiye'nin uluslararası ilişkileri açısından da zor. İkincisi karşılaşacağı direnç göz önüne alındığında böyle bir maliyeti içeride de karşılaması mümkün değil. Ekonomik olarak da Türkiye bu büyüklükte bir operasyon için hazır değil. Bence olursa küçük çaplı göz boyama türünde bir operasyon bekliyorum. Orada çok da ileriye gidebilecekleri kanaatinde değilim." Sözleriyle terör örgütüyle aynı dili kullanmakla kalmadı HDP’ye olan bağlılıklarını da dile getirmiş oldu.
Peki, Torungillerin “üç beş yere bomba atılacak o kadar korkmayın, olsa olsa göz boyama operasyonu olur” diyerek teselli etmeye çalıştığı PKK/YPG, kara harekâtına ne diyor?
Onlar da Torungiller gibi “yok yav bir şey yapamazlar, göz boyamak için üç beş yere bomba atarlar o kadar” diyerek keyif kahvesi mi içiyorlar?
Yoksa üçbuçuk mu atıyorlar?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasının ardından Türkiye'nin yapacağı operasyondan endişe duyduklarını söyleyen PKK/YPG elebaşı Mazlum Kobani, “Türk ordusunun sınırdaki hareketliliği sonrasında yeni bir Suriye operasyonu ile ilgili açıklamaları ciddiye alıyoruz. ABD’nin garantörlüğüne rağmen Türkiye’nin kara operasyonu yapma ihtimaline karşı halen endişeleniyoruz.” diyerek korkularını itiraf ederken, Reuters'a yaptığı açıklamada da ABD’nin Türkiye’ye daha sert mesaj vermesini istedi..
Oğlunun ifadesiyle bunak bir pedofilinin yönettiği ABD’nin mesajının her tarafı sert olsa ne yazar? Sert olmasa sen yazar?
Sayın Cumhurbaşkanı açık açık söyledi; “Ne icazet alırız ne de hesap veririz”.
Torungiller familyası eskiden olduğu gibi ABD “höt” deyince kendileri gibi korkacağımızı zannediyorlar ama o günler mazide kaldı.
PKK’nın Suriye’deki kolu YPG’nin en büyük bileşenini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Türkiye’nin sınır ötesi kara harekâtından dolayı paniğe kapılınca Mazlum Abdi ABD’den sonra Rusya’ya da seslenerek; “Türkler karada operasyon başlatmakta ısrar ediyor. Bunun için hazırlanıyorlar. Rusya’yı bu saldırıyı durdurmaya çağırıyoruz” diyerek yardım istedi.
Voice of America Kürtçe’ye konuşan Mazlum Abdi, ABD’nin, Türkiye karşısında daha güçlü bir pozisyon almasını istemişti.
Hala öğrenemediler ABD en güçlü pozisyonu beslemelerini kullanırken alır.
Amerikan Savunma Bakanlığı (Pentagon) Basın Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder PKK/YPG’nin, Türkiye’nin operasyonları üzerine devriyelerini azalttığını, ABD’nin de buna paralel olarak devriye sayılarını düşürdüğünü belirterek, Türkiye’nin, Suriye’de olası kara harekâtından endişelendiklerini söyledi.
Rusya ile Türkiye arasında planlanan operasyonla ilgili müzakerelerin sürdüğünü aktaran Al Jazeera, Rusya’nın, Türkiye’nin kuzey Suriye’deki taleplerini karşılamaya çalıştığını yazdı. Bu arada Ortadoğu ile ilgili Haber-analizlere yer veren Al Monitor sitesi, ABD’nin, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik başlatacağı kara harekâtını gerekçe göstererek, diplomatlar dâhil tüm sivil personelini Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e tahliye ettiğini yazdı. Washington yönetiminden konu ile ilgili yalanlama gelmedi. ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), “Suriye’deki personel hareketlerimiz hakkında konuşamayız” ifadelerini kullandı.
ABD merkezli Foreign Policy Dergisi; TSK’nın operasyon kararlılığına dikkat çekerek bu durumun Joe Biden için bir diplomatik kriz olduğunu ve daha önce benzer operasyonları durdurmak için Türkiye ile yapılan görüşmelerin Türkiye’ye geri adım attıramadığını yazdı.
Şimdi içimizdeki hainlere soralım;
Madem üç-beş yere bomba atılacak, madem bir göz boyama operasyonu olacak, neden PKK/YPG ;ABD’den ve Rusya’dan “Türkiye’yi durdurun” diyerek yardım istiyor.
ABD kara harekâtından neden çok endişeli?
Neden diplomatlar dâhil tüm sivil personelini Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e tahliye ediyor?
Neden Türkiye’ye temsilci üstüne temsilci gönderip kara harekâtı yapmayın diye yalvarıyorlar?.
Altısı bir araya gelip yedinciye koltuk değneği olan masa bileşenlerinin; ordusuna kimyasal silah kullandığı, jandarmasına, polisine uyuşturucu ticareti yaptığı iftiraları atan; güneyimizde ABD’nin beslemelerinden oluşan terör çetesine yönelik yapılması zorunlu olan harekâtı itibarsızlaştırarak “korkmayın bu bir göz boyama harekâtı” diyerek teröristlere moral vermeye kalkan dostlarına(!) ağızlarını açıp tek kelime edememeleri, post modern mandacı olduklarının en güzel örneğidir.
Sivas Kongresinde görüşülmek üzere (8 Eylül 1919) ABD mandası için önerge hazırlayan İsmail Hami Danişment, bu önergeye imza atan 25 delege ile Rauf Bey, Refet Bey gibi mandacı abileri de 103 yıl önce aynı teslimiyeti dile getirmişlerdi
Dün; “Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hâkimiyet hakkına, dışarıda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar! Bu ne hayal ve ne gaflettir! Hayır paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var." diyerek yumruğunu masaya vuran Atatürk bu anahtar teslimine izin vermemişti.
Atatürk’ün; çocukların bile güleceğini söylediği dünkü mandacılarla bugünkü mandacıların aynı şeyleri söylemeleri devir değişse de mandacı/sömürgeliğe razı kafaların hiç değişmediğini göstermektedir.
Güçlü devlet ve Aziz Millet dün olduğu gibi bugün de mandacılara asla izin vermeyecektir.
Ayşe Özkiraz yalancı ise bunlar ne?
Günlerdir Çerkezköy Devlet Hastanesi’nde kendisini ‘pratisyen hekim’ olarak tanıtan, sahte diploma ile görev yaptığı anlaşılınca da tutuklanan Ayşe Özkiraz’dan bahsediliyor.
Ailesine, arkadaşlarına ve sevgilisine yalan söylediği için yerden yere vuruluyor.
WhatsApp mesajları didik didik edilerek ne kadar yalancı olduğu vurgulanmaya çalışılıyor.
Evet, Ayşe Özkiraz bir yalancıdır, savunulacak tarafı yoktur ama en azından yaptıklarının hesabını yargıda vermektedir.
İyi de bu ülkedeki tek yalancı Ayşe Özkiraz mı?
Misal;
Türk Ordusunun Katar’a satıldığı, orman yangınlarını devletin çıkarttığı, İstanbul AKM’nin yıkılarak AVM yapılacağı, Türkiye’de can güvenliği olmadığı, Merkez bankasından 128 milyar doların buharlaştığı, Türk Ordusunun kimyasal silah kullandığı, Jandarma ve Emniyet Teşkilatının cari açığı kapatmak için uyuşturucu ticareti yaptığı, Katarlı öğrencilerin Türk Üniversitelerine sınavsız alındığı, Katar’a ikibuçuk ayda ikibuçuk milyon koyunun uçakla gönderildiği, Bozkurt’taki sel baskınına patlayan Hes barajının neden olduğu, Türkiye’nin Azerbaycan’a cihatçı gönderdiği, S-400’lerin Sarayı korumak için alındığı, Türkiye’nin Ermenilere soykırım yaptığı, 20 yıldır Türkiye’de tek bir fabrikanın bile açılmadığı, Deniz Baykal'ın kumpas kasetini CHP'nin 14'üncü katına maskeli kişilerin getirdiği, FETÖ'cü Adil Öksüz'ün MİT elemanı olduğu, AK Parti'de ByLock kullanan 180 AK Partili Milletvekili ve Bakan olduğu, SADAT’ın "Terörist yetiştirdiği, "Danıştay’ın mülakatlarda artı 3 eksi 3 puan verilebilir kararı olduğu, sarayın klozetlerinin altından olduğu, saraya CHP’li bir vekilin ziyaret ettiği gibi seri yalanları leblebi çekirdek yer gibi rahatlıkla söyleyen yalancılara neden ses çıkartılmıyor?
Bırakın ses çıkartmayı bu yalanları bir de manşetten haber diye yayınlıyorlar.
Üstelik bu yalanlar Özkiraz’ın yaptığı gibi ailesine, sevgilisine, arkadaşlarına ve yakın çevresine söylenen yalanlar değil. Milletin gözünün içine baka baka söylenen yalanlar.
Ne pişmanlık duyuyorlar ne de vazgeçiyorlar.
Zaten yargıda hesap veren Özkiraz’a saldırarak dürüstlük/ahlak dersi verenler gözümüzün içine bakarak yalan söyleyenlere neden seslerini çıkartamıyorlar?
Ayşe Özkiraz yalancı ise bunlar ne?
Vizyon dediğin böyle olmalı, mışıl mışıl uyutmalı…
Kılıçdaroğlu’nun açılışını yaptığı “İkinci Yüzyıla çağrı” sloganıyla düzenlenen vizyon programına tenezzül edip gelmeyerek ABD’den bağlanan Başdanışman Jeremy Rifkin’in konuşmasını kulaklık takan Kılıçdaroğlu ve protokol Türkçe olarak dinlerken, günler öncesinden umutlandırılan konuklar; çevre sorunları, iklim değişiklikleri, küresel ısınma gibi konuları içeren İngilizce sunumu hiçbir şey anlamadan kuzu kuzu dinlemek zorunda kaldılar.
İstanbul’daki danışmanlar bile vizyon toplantısına gelmeye tenezzül etmediler.
Sonuçta; Neoliberalizmi vizyon zannederek “İkinci Yüzyıl Vizyonu” olarak adlandırdıkları buluşmaya, bir ithal kayyumun bir lisans öğrencisinin dönem ödevi sıradanlığında anlattığı çevre ve iklim sorunları fiyaskosu damga vurdu.
Bu zihniyetle dünyaya rakip filan olunmaz çerez olunur çerez.
Geçtiğimiz Kasım ayının ortalarında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27) kapsamında Mısır’ın Şarm El Şeyh şehrinde yapılan toplantıda bir konuşma yapan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Murat Kurum; “2030 yılı itibariyle 1 milyar 175 milyon gerçekleşmesi gereken emisyonlardan yüzde 21 azaltım sağlayacağımızı ifade etmiştik. Ulusal katkı beyanımızı iki katına çıkardık, 2030 yılında gerçekleşmesi öngörülen artıştan azaltım hedefimizi yüzde 21’den yüzde 41'e çıkartıyoruz. Yani neredeyse iki katı büyüklüğünde bir taahhütte bulunuyoruz ki bu artıştan yüzde 40 gibi bir azaltımla sadece 2030 yılında 500 milyon ton emisyonu azaltmış olacağız.” Diyerek Rifkin’in vaaz vermeye kalktığı çevre, küresel ısınma ve iklim değişikliği konularında Türkiye’nin yaptıklarının Rifkin’in bildiklerinin çok ötesinde olduğunu ortaya koymuştu.
Sömürge komiseri Rifkin’e avuç dolusu para vererek ne dediği belli olmayan İngilizce konuşmasını yerine salondakilere Sayın Kurum’un konuşmasının on dakikalık özetini verselerdi hem dinleyen anlardı hem de bilgilenirlerdi.
Ama yine de hakkını yemeyelim.
Eşi Selvi Kılıçdaroğlu’nu bile mışıl mışıl uyutan bu program, uykusuzluk çekenler için harika bir çözüm oldu.
Hiçbir şey anlamadan dinliyorsunuz, rahatlıyorsunuz ve derin bir uykuya dalıyorsunuz.
Yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkürler.
Vizyon dediğin böyle olmalı;
Mışıl mışıl uyutmalı..
Kuzu kuzu dinletmeli..
Tıpış tıpış oy verdirmeli..
Günün sözü;
“Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.” (K.Atatürk)