TV100 de Pınar ARDOR’un sunduğu “Gündeme Dair” programına gazeteciler; Latif Şimşek, Barış Yarkadaş ve yazar Doğan Çağlar ile birlikte katılan Demokrat Parti Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt ve koruması olduğu iddia edilen Emrah Topal, stüdyoda Latif Şimşek’e saldırarak darp ettiler.
Başkalarının düşüncelerine tahammülleri olmayan -fikirsiz- insanların ekranlara çıkartılmaması gerektiği bu olayla bir kez daha anlaşılmıştır.
Enginyurt’un ve iddiasına göre korumasının arkadaşının Latif Şimşek’e saldırmasının nedeni kendisine yönelik bir hakaret, küfür ya da suçlama değildi.
Tutuklu yargılanan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili görüşlerin sunulduğu esnada Şimşek’in; “ Selahattin Demirtaş ve Kavala’yla ilgili yargı süreci devam ediyor. Ben de istiyorum yargı adil bir şekilde karar versin. Bu işin İstinafı var, Yargıtay’ı var. Anayasa Mahkemesi var. Herkes saygı duyacak kardeşim. Bu ülkenin hâkimini de savcısını da, polisini de bu kadar küçümseyemezsiniz. Kimse bu ülkenin hâkimini savcısını polisini küçümseyemez” demesi üzerine Cemal Enginyurt çocuk azarlar gibi “bırak bu savunuculuğu, bırak bu işleri” diyerek ses tonunu yükseltti.
Şimşek’in de aynı tonda “sen bırak bu işleri” demesi üzerine Enginyurt ayağa kalkarak Latif Şimşek’in üzerine yürüdü.
Bu esnada Pınar ARDOR’un uyarısı ile yayın kesildi ama kameralar kayıtta iken Enginyurt ve koruması olmadığını iddia ettiği Emrah Topal Latif Şimşek’i darp ettiler.
Enginyurt’un; “Bu ülkenin hâkimini de savcısını da, polisini de bu kadar küçümseyemezsiniz” ifadelerine bir milletvekiline yakışmayacak ifadelerle “bırak bu savunuculuğu, bırak bu işleri” diyerek tepki göstermesi altılı masaya selam göndermekten başka bir anlam taşımaz.
Bu ülkenin yargısını küçümseyenlerin Fetö, PKK ve sırtlarını yasladıkları uluslararası karar vericiler olduğunu biz biliyoruz da Enginyurt bilmiyor mu?
Ne yapmış Latif Şimşek?
Kimse bu ülkenin hakimini, savcısını, polisini küçümseyemez demiş, yalan mı söylemiş?..
AİHM’nin utanç verici çifte standartlı hukuka aykırı, mesnetsiz, uydurma onlarca kararı ortada dururken, Almanya, Fransa ve Yunanistan onlarca AİHM kararını uygulamazken sesleri solukları çıkmayanların Türk yargısını aşağılamaları kabul edilebilir mi?
Ne bu hiddet ne bu celal?
Elbette yargı kararları ve o kararları veren mahkemeler ve hâkimler eleştirilebilir ama yargıyı itibarsızlaştırmak iyi niyetli bir yaklaşım değildir.
Ayrıca; “Herkes yargı kararlarına saygı duyacak” ifadesinden ancak yarası olanlar gocunur.
Olaydan sonra kanal tarafından yapılan açıklamada saldırı kınanırken stüdyoyu terk eden Cemal Enginyurt Twitter hesabından; “alışmışlar korkutmaya, tehdit baskıyla susturmaya, parayla, maaşla satın almaya, gazeteci, siyasetçi, tokatlamaya, trollere saldırtamaya. PKK’lı Fetö’cü diye suçlamaya. Sizden korkan sizin gibi olsun. Her birimiz Hasan Tahsin olacağız. Laik ve demokrat Türkiye’ye sahip çıkacağız” paylaşımıyla sanki az önce gazeteciye saldıran kendisi ve koruması değilmiş gibi dalga geçercesine bir paylaşımda bulundu.
Oysa korkutmaya, susturmaya çalışanın; gazeteci döven ve dövdürenin kendisi olduğunu hem kaydedilen görüntülerden ve hem de saldırıya tanık olanların yaptıkları açıklamalardan biliyoruz.
Suçluluk psikolojisi içinde masal anlatıyor, milletin de masallara inanacağını zannediyor.
Sosyal medyada paylaşım yapmakla gerçekler gizlenemiyor.
Laik ve demokrat Türkiye’nin, kaba kuvvet meraklılarının korumasına ihtiyacı yoktur.
Onların korumasına ihtiyaç duyan bir Türkiye zaten bitmiş demektir.
Şu ana kadar bu utanç verici olayla ilgili olarak ağzını aç(a)mayan genel başkanını ikna(!) etmiş olabilir ama bu zorbalık; masallarla, laik/demokrat Türkiye klişeleriyle, Hasan Tahsin gibi vatansever gazeteci’nin ismini anmakla ört bas edilemez.
Hasan Tahsin ya da gerçek adıyla Osman Nevres 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerlerine Kordonboyu’ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan yiğit gazetecidir.
Stüdyoda fikirlerini beğenmediğin ya da düşüncelerini(!) zorla kabul ettirmeye çalıştığın gazeteciye saldırarak, küfürler ederek milli direnişin sembolü Hasan Tahsin olunmaz.
Kaba kuvvetten medet uman ve kendisine yönelik hiçbir hakaret ve küfür olmadığı halde sesini yükselterek baskılamaya çalıştığı gazetecinin de aynı tonda karşılık vermesi üzerine en ağır küfürleri ederek saldıran kişinin milletvekili olması ne kadar ibretlik ise mensubu olduğu partinin genel başkanının bu saldırı ile ilgili tek bir söz söyleyememesi de o kadar ibretliktir.
Lütfedilip oturtuldukları ve söz sahibi yapıldıkları masaya güvenerek, bugün fikirlerini beğenmedikleri gazetecileri dövenler/dövdürenler/olup biteni dizi izler gibi seyredenler iktidar ortağı olduklarında başkalarına neler yapmazlar?
Sunucu Pınar Ardor yaptığı açıklamada; “yayında sert sözler başlayınca ben de yayını kestirdim. Ben o durumda sakinleşeceğini düşündüm açıkçası fakat içeriye korumaları olduğunu düşündüğüm ama kendisinin bunu inkâr ettiği arkadaşları teşkilattan olabilir 7-8 kişilik bir ekip hızla stüdyoya girdi. Cemal Enginyurt o esnada çok daha saldırgan ve ağıza alınmayacak küfürler etmeye başladı ve çok daha saldırgan bir tavır sergiledi. Enginyurt’u ikna etmeye çalıştım ama görüntüleri görüyorsunuz Cemal bey koşuyor koruması arkadan Latif Şimşek’e saldırmaya başladı. Üç dört kez vurdu ve o esnada Enginyurt hala saldırgan tutumunu sürdürüyor” ifadeleriyle asıl saldırının yayın arasında olduğunu belirtti.
Programa katılan Barış Yarkadaş sosyal medya hesabından yaptığı; “TV100 stüdyosunun baskına uğraması ve gazeteci Latif Şimşek’in dövülmesi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, DİSK-Basın İş, Basın Konseyi ve Çağdaş Gazeteciler Derneği’ni ilgilendirmiyor mu? Tek bir açıklama, tek bir kınama mesajı yayımlamadınız! Böyle meslek örgütü olmaz. O gece TV100 Stüdyosunda Cemal Enginyurt ve arkadaşlarının ettikleri küfürleri duysaydınız suskunluğunuzdan utanırdınız. Latif Şimşek’i sevip sevmemek, beğenip beğenmemek kişisel tercihiniz olabilir ama meslek örgütü iseniz bu barbarlığa karşı çıkmanız şarttır” paylaşımı ile tepkisini gösterdi.
Görüldüğü üzere ortada “sinirlerime hâkim olamadım” mazeretiyle geçiştirilecek basit bir saldırı yok.
Latif Şimşek’in şikayeti üzerine kasten öldürme, kasten yaralama, trafiği tehlikeye sokma ve tehdit gibi suçlardan tam 11 kaydı bulunan ve Cemal Enginyurt’un koruması olmadığını, korumasını ziyarete gelen arkadaşı olduğunu iddia ettiği Emrah Topal gözaltına alındı ve sonrasında tutuklandı.
Enginyurt gelen yoğun tepkiler üzerine “Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili olarak Türk Milletinden, kamuoyundan ve mesleğini layıkıyla yerine getiren Basın camiasından özür diliyorum” diyerek zevahiri kurtarmaya çalıştı ama saldırdığı Latif Şimşek’ten özür dilemedi.
Tıpkı Lütfi Türkkan’ın şehit bacısına yaptığı çok ağır cinsel küfür sonrası asıl muhataptan özür dilemeyip genel başkanından özür dilemesi gibi.
Altılı masada otura otura huyları da benzemeye başladı.
Hem sunucu Pınar Ardor ve hem de Gazeteci Barış Yarkadaş; Enginyurt’un Latif Şimşek’e ağza alınmayacak çok ağır küfürler ve hakaret ettiğini söylemektedirler.
Bu nedenle asıl muhatabından esirgenmiş zoraki, samimiyetsiz ve pişmanlık izi görülmeyen özrün hiç bir kıymeti ve inandırıcılığı yoktur.
Kaldı ki bu sözde “özür”den sonra Enginyurt’un “yine olsa yine yaparım mealindeki” sosyal medya paylaşımları zaten özür dilemek gibi bir niyeti olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Hadi Enginyurt’u anladık yaptıklarından pişman değil peki genel başkan böyle saldırgan bir yardımcıyı partisine nasıl yakıştırıyor?
Sadece Enginyurt değil, saldırı olayından sonra DP’nin İzmir Aliağa İlçe Başkanı Gürcan Alkan’ın; Türk Medya Ankara Temsilcisi Melik Yiğitel’i sosyal medya hesabı üzerinden “sıra sende” diyerek tehdit etmesi ellerinde fikirlerini beğenmedikleri şiddet uygulanacak gazeteciler listesi bulunduğu ihtimalini akla getiriyor.
Bu ilçe başkanı alenen tehdit cesaretini kimden alıyor?
Sayın Genel Başkan bu pervasız şiddet meraklılarına neden hesap soramıyor?
Seçim vaadi olarak “dövülecek gazeteciler” listesi mi yayınlayacaklar?
Medyablok’ta yer alan bir habere göre DP Genel Başkanı Gültekin Uysal; Cemal Enginyurt hakkında ihraç süreci başlatılacak mı sorusuna “hayır öyle bir sürecimiz yok” diyerek gücünün yetmediğini bizzat kendisi ifade ediyor..
“Yapılan hareketin arkasında mısınız?” sorusunu ise “soru bir defa soru değil” anlamaya çalışıyoruz, değerlendirme yaparız diyerek geçiştiriyor.
Ortada anlaşılmayacak bir şey yok sayın genel başkan.
Soru çok net, cevap ta çok basit..
Şiddetin yanında mısınız? Karşısında mısınız?
Hepimizin gözü önünde yaşanan rezaletin nesini değerlendireceksiniz?
Sayın Genel Başkanın altılı masanın diğer mensupları gibi işine gelmeyen soruyu soru olarak görmemesi masa arkadaşları ile ne kadar uyumlu olduğunu gösteriyor.
Anlaşılıyor ki Enginyurt ile ilgili olarak gereğini(!) yapmaya gücü yetmiyor peki saldırıya uğrayan gazeteci Latif Şimşek’ten samimi bir özür dilemek için neyi bekliyor?
Yoksa özür için de altılı masanın ya da bir büyükelçinin izni mi gerekiyor?
Hadi yardımcısına gücü yetmiyor, gazeteci tehdit eden bir ilçe başkanına bile hesap soramayan bir siyasetçi ülkeyi nasıl yönetecek?
Yandaş, fondaş ve besleme medya ne kadar görmezden gelirse gelsin, anlı(!) şanlı(!) meslek örgütleri ne kadar unutturmaya çalışırsalar çalışsınlar bu olayın belki de en önemli sonucu, Enginyurt’un bundan sonra Meclise giremeyecek olmasıdır.
Çünkü bu necip millet yaşadığını ve gördüğünü asla unutmaz.
Türkiye IMF’den borç aldı mı?
İyi parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz bir televizyon programında Türkiye’nin IMF’den 6,5 milyar dolar borç aldığı iddiasında bulundu.
Bu iddia üzerine Maliye Bakanı Dr. Nureddin Nebati; “Sayın Prof. Bilge Yılmaz, dün katıldığınız bir yayında Türkiye’nin IMF’den 6,5 milyar dolar borç aldığını iddia etmişsiniz. Ya konuyu bilmiyorsunuz ya da bilip çarpıtıyorsunuz. İki durumda sizin adınıza üzücü. Ben durumu anlatayım; IMF üye ülkelere desteklemek amacıyla SDR (special drawing rights-özel çekme hakkı) tahsisatı, bir başka ifadeyle koşulsuz rezerv desteği sağlamaktadır. SDR tahsisatları üye 190 ülkeye kota payları oranında yapılmaktadır. Geçtiğimiz yıl ABD’ne 112,9 milyar dolar, Almanya’ya 36 milyar dolar, Güney Afrika’ya 4,15 milyar dolar rezerv imkânı sağlanmıştır. Türkiye’ye ise IMF’deki kota payına karşılık gelmek üzere 6,3 milyar dolar tahsis edilmiştir. “IMF ile bu konuda bir anlaşma imzalanmamış ya da bir program ilişkisine girilmemiştir bu imkân tüm üye ülkelerin kullanımına açılmış bir kaynaktır. Türkiye’nin İMF’den borç aldığı iddiaları gerçek dışıdır.” Diyerek iddianın gerçeği yansıtmadığını ifade etti.
Ekonomist Uğur Gürses; “Türkiye bu parayı talep ederek borç almadı. Ancak kamu borcu olarak bilançosuna yazıldı. Bu tür İMF tahsisleri bir tür “konsiye rezerv” gibidir. Varlık olarak ta yükümlülük olarak ta yazılır. Sonuç olarak bu borçtur” derken ekonomist Oğuz Demir; “kullanılmayan paranın kavgasını ediyorlar. Sonuçta bir yükümlülük ama bu yükümlülük geri ödenecek bir yükümlülük değil. Zaten pandemi döneminde İMF’nin verdiği bir imkân. Ödemeler dengesinde sıkıntı yaşayabilecek, olası riskli dönemde dolara, euro’ya kaçan döviz sorunu yaşayabilecek ülkelere IMF kendi yarattığı kaynak ile böyle bir imkân sağlamış oldu. Aslında bakan Nebati doğru söylüyor” diyerek tartışmaya noktayı koydu.
Bu değerlendirmeler ışığında gerçek şudur;
Türkiye’ye IMF’ye üye 190 ülkenin kullanımına açılan bir kaynaktan kota payına karşılık gelen 6,3 milyar dolar tahsis edilmiştir.
Bu kaynaktan ABD ve Almanya gibi ülkeler bile faydalanırken Türkiye’nin faydalanmaması ülke çıkarlarına aykırıdır.
Bu tahsisatın geri ödenmesi söz konusu olmadığı gibi IMF ile bu konuda bir anlaşma imzalanmamış ya da bir program ilişkisine girilmemiştir.
Hatırlarsanız eski Merkez Başkanı ve İyi Parti Milletvekili Durmuş ile CHP Milletvekili Faik Öztrak önceki sene Türkiye’yi ziyaret eden IMF heyeti ile otel odasında program dışı gizli bir görüşme yapmışlardı..
Prof. Bilge Yılmaz bırakın yetkili makamları, Türkiye’nin IMF’den borç aldığı iddiasında bulunmadan önce IMF ilişkileri konusunda bilgi ve deneyim sahibi olan partili arkadaşı Durmuş Yılmaz’a ya da İttifak ortakları olan CHP Milletvekili Faik Öztrak’a sorsa idi onlar da muhtemelen bunun bir borç alma değil kota payına karşılık gelen bir tahsisat olduğunu söylerlerdi.
Gerçeği söyleyerek eleştiri yapmak varken, partisinin ekonomi politikaları başkanlığını yapan bir siyasetçinin gerçeği çarpıtması ne partisine ne de ülkeye yarar sağlamaz.
Çarpıtma sabun köpüğü gibi eridiğinde ise geride kabul etmek zorunda kaldıkları gerçekler ve güvensizlik kalır.