Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu Mısır’ın 1973’teki askeri harekâtından bu yana yapılan en ciddi meydan okuma olarak değerlendiriliyor.
BBC’nin Ortadoğu konusunda uzman editörü Jeremy Bowen, Aksa Tufanı operasyonunu “bir neslin gördüğü en iddialı operasyon” olarak tanımlıyor.
1973 yılında Mısır ve Suriye liderliğindeki Arap devletlerinin İsrail’e karşı başlattığı Yom Kippur Savaşı’nın 50. yıldönümünden bir gün sonra gerçekleşmiş olması operasyona sembolik bir anlam yüklüyor.
Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grupların 2014’te 50 gün süren savaşta kullandığı roket sayısının 4 bin civarında olduğu düşünülürse Hamas’ın bu saldırıda 5 bin roket fırlatması, operasyonun büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir.
Roket saldırısının yoğunluğu, İsrail şehirlerine paramotorla ulaşım ve demir kafesin kalbura çevrilmesi İsrail’in gafil avlandığı iddialarını beraberinde getirse de, Mısır’ın operasyondan üç gün önce İsrail’i uyardığını açıklaması İsrail’in gafil avlanmaktan çok, “nasıl olsa bir şey yapamazlar, etleri ne butları ne? Saldırırsalar da hesabını sorarız” rahatlığı nedeniyle Hamas’ı hafife aldıklarını göstermektedir.
Aksa Tufanı’na zemin hazırlayan gelişmeler sadece Filistinlilerin maruz kaldıkları baskı, şiddet ve zorbalıklardan ibaret değil. Gazze’nin adeta bir açık hapishaneye dönüşmesi, Batı Şeria’daki yasa dışı işgalin her geçen gün genişlemesi, Filistinlilerin hayatını çekilmez hale getiren yerleşimci şiddeti, Doğu Kudüs’te bitmeyen baskılar ve Filistinlilerin sudan bahanelerle öldürülmeleri (sadece Batı Şeria'da Ocak’tan bu yana 172 Filistinli öldürüldü) Aksa Tufanını hazırlayan nedenler olarak sıralanabilir.
İsrail 1948 yılında Filistin topraklarının % 9 unu işgal etmişti bugün ise bu oran % 90’lara varmış durumda. 360 km karelik bir alana sıkıştırılan Filistinliler, elektrikten suya ve enerjiden internete bir terör devleti olan İsrail’in insafına terkedilmiş durumdalar.
Sonuç olarak köşeye sıkıştırılmış ve insanca yaşama hakları ellerinden alınmış, mal ve can güvenlikleri bulunmayan ve umutları tükenen Filistinliler için Hamas’ın saldırısı bir başkaldırı olarak görülebilir.
Şu ana kadar öldürülen vatandaşlarının sayısının binbeşyüzlere yaklaşması, yediyüzün üzerinde vatandaşının esir alınması İsrail için bir can yakıcı bir ilk olsa da gelinen nokta itibariyle bu operasyon Filistin halkının toptan imhası ve soykırım gibi ağır ve can yakıcı bir süreci de başlatma riskini taşımaktadır.
Nitekim Filistin resmi ajansı WAFA’nın açıklamalarına göre İsrail’in abluka altında tuttuğu Gazze şeridine yaptığı saldırılarda 47’den fazla ailenin tüm üyeleri öldürüldü. Bazı kaynaklar tüm üyeleri öldürülen aile sayısının 82 olduğunu söylüyor.
Birleşmiş Milletler Filistin İnsani İşler Ofisi (OCHA) Gazze Şeridindeki tüm hastanelerde yakıt rezervlerinin ancak 24 saat yetecek seviyelere indiğini bu durumda insanların sağlık hizmetine erişimini ciddi bir şekilde etkileyebileceğini belirtti.
Dünya Sağlık Örgütünden yapılan açıklamada; hastaların ve sağlık çalışanlarının zorla tahliye edilmesinin, mevcut insani ve halk sağlığı felaketini daha da kötüye götüreceği tahliyenin hastanelerde kuvözdeki yeni doğanlar ve yoğun bakımdaki insanlar dahil iki binden fazla hasta için "ölüm cezasına eşdeğer olduğu" ifade edildi..
Morglara dönüşen hastanelerde zamana karşı yarış başladı, her taraf ceset dolu.
Bombalan binaların altında kalan binlerce Filistinli’nin cesedi çıkartılmayı bekliyor.
Her saat ölenlerin sayısı artıyor ve gerçek ölü sayısı bilinmiyor.
Gazze’lilere güneye gidin uyarısı yapan ancak gidenlerin konvoyunu vuran İsrail yüzlerce tank ve binlerce askeri yığdığı sınırda namlularını öldürmeye hazırlandığı sivillere doğrultmuş vaziyette kara harekâtı için bekliyor.
'En kötüsünü henüz görmedik' diyen BM son bir haftada yaşananlar nedeniyle 'insanlık sınavı geçemedi' değerlendirmesinde bulunuyor.
Elektrik yok, su yok, gün boyu üzerlerine bomba yağıyor, Gazze’de çok açık bir katliam yaşanıyor ama batılı ülkeler bırakın bu vahşeti durdurmayı vatandaşlarının İsrail’e yönelik protestolarını polis zoruyla engellemeye çalışıyor, Almanya ve Fransa’da Filistin yanlısı gösteri yapmak yasaklanıyor. ABD’de 72 yaşındaki bir alçak Filistinli kiracısının 6 yaşındaki çocuğunu tam 26 yerinden bıçaklayarak öldürüyor.
İsrail kuduz köpekler gibi dört bir yandan saldırıyor, Suriye’yi Lübnan’ı bombalayarak savaşı genişletmeye çalışıyor ama sözde medeni dünya öküzün trene baktığı gibi bakıyor.
İsrail’in; kullanılması savaş suçu olan beyaz fosfor bombası kullandığını Dünya Af Örgütü bizzat açıklamasına rağmen sözde medeni ülkelerin umurunda olmadı.
Çünkü onlara göre ölen Müslüman ise bomba teferruattan ibaretti.
12 Ekim’de Tel Aviv’e giden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken; “bugün sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak buradayım” diyerek İsrail’in insanlık dışı katliam ve uygulamalarına destek veriyor.
Joe Biden hiç utamadan Hamas’ın 40 İsrailli çocuğun kafasını kestiği yalanını söyleyerek (Bizde de palavracının biri Fazilet durağı yalanıyla utanmadan kanının donduğunu söylemişti.) İsrail’in yaptığı katliamları unutturmaya çalışıyor.
ABD’nin bölgeye iki uçak gemisi, İngiltere’nin de bir uçak gemisi göndermeleri, sadece İsrail’e destek için değildir. Bu olay bahane edilerek Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta PKK ve bileşenlerine yönelik olarak yaptığı ve yapmaktan geri durmayacağını söylediği operasyonları durdurmayı hedeflemektedirler.
Gelecek günler ne getirir bilmiyoruz ama binlerce Filistinli kardeşimizin vahşice katledilmeleri, evlerinin/topraklarının ellerinden alınması ve bombalamalar nedeniyle Gazze’nin çok büyük yıkıma uğraması ve artık yaşanacak bir yer olmaktan çıkması ne yazık ki Hamas’ın operasyonunun şu aşamada İsrail, ABD ve Batı’ya yaradığını göstermektedir.
İsrail Hamas’ı hafife alıp “en fazla roket atarlar onu da gök kafes önler” düşüncesiyle başlangıçta büyük bir şok yaşasa da sonrasında ABD ve batının desteğiyle bunu Filistinlilere yönelik vahşi bir soykırıma ve Gazze’yi yerle bir etmeye gerekçe olarak kullanmaktadır.
Filistinli kardeşlerimize ise yine kan, yine gözyaşı ve yine çaresizlik kalmıştır.
Umarız Hamas’ın bir “B” hatta “C ”Planı vardır.
Aksi takdirde büyük bir katliam ve soykırımın yaşanacağı yüzyılın felaketi ile karşı karşıyayız demektir.
Tezkereye “hayır demek” PKK’ya evet demektir ve ABD’nin sınırımızda kurmaya çalıştığı garson devlet için açık çek’tir.
“Türkiye'nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması için 02.10.2014 tarihli ve 1071 sayılı TBMM kararı ile verilen ve son olarak 26.10.2021 tarihli ve 1310 sayılı TBMM kararı ile 30.10.2023 tarihine kadar uzatılan iznin süresinin, 30.10.2023 tarihinden itibaren iki yıl daha uzatılmasına” dair tezkere TBMM’ne sunuldu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu Tezkereye de öncekinde olduğu gibi “yabancı asker bulundurma” yetkisi nedeniyle karşı olduklarını söylese de esas amacın, artık iyice sallantıda olan koltuğunu koruyabilmesi için yerel seçimlerde oylarına büyük ihtiyaç duydukları YSP’nin (yeni adıyla HEDEP’in) güzel(!) hatırı(!) olduğunu biliyoruz.
İki sene önce de Suriye ve Irak’a asker gönderilmesini öngören tezkerelere CHP’nin ‘Hayır’ oyu vermesi en çok HDP ve PKK’yı sevindirmiş ve PKK elebaşlarından Mustafa Karasu, CHP’nin ‘Evet’ demesi halinde iktidar olma iddiasını sürdüremeyeceğini anladığını söyleyerek “Böyle düşünüyorlarsa doğrudur. Hayırlı bir iş yapmıştır” demişti.
PKK için hayırlı(!) bir iş yapmaya doyamamış olacaklar ki bir kez daha hayırlı(!) bir iş yapmayı düşünüyorlar.
****
15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin ardından TSK’nın FETÖ’cü hainlerden temizlenmesiyle birlikte, Türkiye terörle mücadelede “Teröristleri bulundukları yerde imha etme” stratejisine geçti.
Bu stratejinin gerçekleşebilmesi için Anayasa uyarınca TBMM’nin izni gerekiyor.
1982 Anayasası’nın “Savaş hali ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme” başlıklı 92’nci maddesinde belirtildiği üzere; “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.”
1973 tarihli TBMM İçtüzüğünde 1996 yılında yapılan değişiklikle, “Savaş Hali İlanı ve Silahlı Kuvvetlerle İlgili Kararlar” bölümünde düzenlenen “ Silahlı kuvvet gönderilmesi veya kabulü” başlıklı 130’uncu maddeye göre ise: “Anayasanın 92’nci maddesinin birinci fıkrası gereğince, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına belli bir süre için, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisince izin verilir.
Peki, Meclis izin vermez ise ne olur?
Sınır güvenliğimiz için oluşturulan güvenli bölgede yer alan askerlerimiz geri çekilir, sınır ötesinde hiçbir askeri harekât yapılamaz, askerimizin çekildiği yerlere yerleşen PKK/YPG sınırdaki yerleşim yerlerine roketle saldırarak masum insanlarımızı öldürür, sınırlarımız kalbura döner, namusumuz beş paralık olur, ABD de yıllardır çaba gösterdiği garson devleti kurarak Türkiye’yi bölmek için elinden geleni ardına koymaz.
Ve böylece küresel çete ve işbirlikçileri Türkiye’ye diz çöktürmüş olurlar.
****
15 Temmuz’dan kısa bir süre sonra terör örgütü DEAŞ’a yönelik sınır ötesi Fırat Kalkanı Harekâtı gerçekleştirilerek, oluşturulan tampon bölge ile DEAŞ’ın ülkemizde bir daha eylem yapmasının önüne geçildi.
Ardından yapılan Zeytin Dalı Harekâtı’yla Afrin ve çevresi PKK’dan temizlendi.
Daha sonra da Barış Pınarı Harekâtı’yla Fırat’ın doğusunda PKK’ya büyük bir darbe indirilerek bu üç harekâtın ardından oluşturulan tampon bölgelerde teröristler bulundukları yerlerde imha edildiler.
Bütün bunlar Meclis’in onayladığı sınır ötesi tezkereler sayesinde gerçekleştirildi.
PKK’nın siyasi uzantısı YSP’nin (yeni adıyla HEDEP’in), örgüte nefes aldırmayan Mehmetçik’in bölgede varlık göstermemesi için tezkereye “Hayır” oyu vereceğini biliyoruz ama Kılıçdaroğlu’nun da tezkereye “hayır” oyu vereceklerini söylemesi sürpriz olmadı.
Çünkü onlar artık HDP/YSP/HEDEP ile bir elmanın yarısı gibiler.
25 ve 26. Dönem CHP İstanbul Milletvekili Emekli Kurmay Albay Dr. Dursun Çiçek geçmişte de yabancı asker bulundurma bölümlerinin metinlerde yer aldığını, bunun bir prosedür olduğunu kaydederek; “Daha önce ‘evet’ dediğimiz kararlarda da bu madde vardı. Ancak bu tezkereler uzun yıllardır bir rutin halinde Meclis’e gelir. CHP’nin bu tezkereye ‘evet’ demesi gerektiğini düşünüyorum.” Diyerek Kılıçdaroğlu’nun yabancı asker gerekçesinin gerçeği yansıtmadığını ifade etti.
CHP eski genel başkan yardımcısı Yılmaz Ateş konuyu İçtüzük açısından değerlendirerek; “Bu karar, hukuka, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına, CHP’nin misyon ve çıkarlarına aykırıdır. 2010 yılından beri Kılıçdaroğlu ve sözcülerinin Ege, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Azerbaycan, laik-üniter devlet sistemimizi yıkmayı hedefleyen terör örgütleri konusundaki söylem ve kararları CHP’ye büyük zarar vermiştir. Bu sorumsuzluğun ağır faturasını CHP ve iktidar muhalifi vatandaşlarımız ödemeye devam ediyorlar. Kılıçdaroğlu’nun Suriye ve Irak tezkeresine ‘hayır’ kararı anayasamıza, TBMM İç Tüzüğüne aykırıdır. Anayasamıza göre bu konuda grup kararı alınamaz. Görüşmeye açılmadan grup eğilimi ortaya çıkmaz. Kendi iradesini üyesi olmadığı yenilenen grubun kararı olarak kamuoyuna sunması, milletvekillerinin özgür iradesine de aykırıdır. Kılıçdaroğlu iktidardan anayasaya beklediği saygıyı, kendi milletvekillerine göstermemiştir. CHP milletvekilleri partisinin tarihi misyonunu, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, ilkesiz ittifaklara, Amerika’ya hoş görünmeye feda etmemelidir.” Sözleriyle eleştirisini dile getirdi.
Evet, mesele son derece nettir.
Kılıçdaroğlu koltuğunu korumak için özellikle büyükşehirlerde YSP’nin (HEDEP) desteğine muhtaçtır. Çünkü İYİ parti (yine bir U dönüşü yapmaz ise) artık CHP’nin koltuk değneği olmayacağını açıklamıştır.
Bu durumda işbirliği yapmaya mahkûm oldukları YSP’ye (HEDEP) şirin görünmenin en etkili yolu “Tezkereye hayır” demektir.
Sonuç olarak Tezkereye hayır demek PKK’ya evet demektir ve ABD’nin sınırımızda kurmaya çalıştığı garson devleti için de açık çek’tir.
Ötesi zehirlenmiş sosyolojiyi uyutmaya yönelik laf kalabalığından ibarettir.
Haftanın sorusu
2021 yılında Kapatma davası açıldığında isimleri HDP idi.
Sanki HDP ile bağları yokmuş gibi topluma karşı hile yaparak seçime YSP olarak girdiler ama (Anayasa Mahkemesinin de izni ile) HDP adına hazine yardımı aldılar.
4. Olağanüstü Kongre’de isimlerini HEDEP (Halkların eşitlik ve Demokrasi Partisi) olarak değiştirdiler.
Böylece, PKK terör örgütünün 1990’dan bu yana siyasi uzantısı; HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, BDP, HDP, YSP’den sonra HEDEP olacak.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yaptığı açıklamaya göre; Ağrı’da sınır ötesine kaçmaya çalışan 1 bölücü Terör Örgütü üyesi, 1 örgüte katılacağı değerlendirilen terör bağlantılı kayıp şahıs yakalanarak tutuklandı. Bu şahısları Ağrı’ya getiren aracın ise Halkların Demokratik Partisi (HDP)adına tescilli, Ağrı Yeşil Sol Parti Milletvekili H.B. adına tahsisli olduğu tespit edildi Milletvekili hakkında soruşturma evrakı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.”
Soru şu!..
Anayasa Mahkemesi dava açıldığından beri ismi iki kez değiştirilerek içi boşaltılmış HDP ile ilgili karar vermek neyi bekliyor?..