Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca Fetö silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılan öğretmen Yüksel Yalçınkaya'nın başvurusu üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülen dava sonucunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin 1. fıkrasının, kanunsuz suç olamayacağı ilkesini düzenleyen 7. maddesinin ve örgütlenme ve toplanma hakkıyla ilgili 11. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilerek, Yüksel Yalçınkaya'nın 15 bin Euro tutarındaki mahkeme masraflarını, ayrıca çıkabilecek vergi ve masraflarının da Türkiye tarafından ödenmesine karar verildi.
AİHM Büyük Dairesi, ByLock kullanıcılarının sayısının 100 bine yaklaştığını ve bu konuda Türkiye aleyhinde 8 bin 500 civarında şikâyet başvurusu yapıldığını belirtti.
Söz konusu başvuruda şikâyetçinin yargılanmasında ByLock kullanımının temel delil olarak değerlendirilmesine dikkat çekilerek bu düzeltilmez ise Türkiye’de yerel mahkemelerin, Bylock'u kullanmış olan ve davaları devam eden herkesi yalnızca bu esasa dayanarak mahkûm edebileceği uyarısı yapıldı.
Gerekçeli kararda, bu sebeple Türkiye'nin “terör suçlamalarıyla yapılan yargılamalarında” bilhassa AİHS'in 6. ve 7. maddesinin ihlali bakımından çok sayıda insanı ilgilendiren sistematik sorunlar olduğu kaydedilerek Türkiye'deki yetkili makamların, AİHS'in, imzacı ülkelerin yükümlülüklerini düzenleyen 46. maddesi kapsamında bu davadan sonuçlar çıkarılıp, halen devam eden davaların selameti için gereken düzeltmeleri yapması istendi.
Bir yargı kararı olmaktan çok dayatma ve tehdit içeren karar metnindeki küstah ifadelerden de anlaşılacağı üzere delil değerlendirmesi yapan AİHM sadece yetkisi aşmakla kalmamış bir temyiz mahkemesi gibi davranarak ByLock kullanmanın suç delili olamayacağını söylemiş ve bu gerekçeyle mahkûm olmuş tüm Fetöcüleri aklamak gibi sinsi bir planı uygulamaya koymak istemiştir.
Bizzat yetiştirip görev verdiği darbeciler başarısız da olsalar korumaya devam eden ABD, AB ve Avrupa Konseyi’nin PKK ve Fetö’ye verdikleri açık desteğe bakıldığında sonuçta onların amaçlarına hizmet için var olan AİHM’nin bu kararı sürpriz değildir.
Çünkü onlar için yargı/hukuk ne derseniz deyin ancak kendilerinin ve beslemelerinin çıkarlarını korumak için vardır ve çıkarlarına uygun davranmayanları terbiye etme aracıdır.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bu sipariş karara ilişkin olarak sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada; "Hükümetimizce ayrıntılı bir şekilde bilgilendirildiği ve itiraz edildiği halde, hakkında Türk Yargısınca FETÖ üyeliği suçlamasından iki ayrı yakalama kararı bulunan bir kişi hakkında AİHM’nin yetkisini aşarak delil incelemesi yapmak suretiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bir karar verdiğini" söyleyerek tepki gösterdi.
İlk derece mahkemesinden, istinafa, Yargıtay’dan Anayasa Mahkemesi’ne her derecedeki yargılama makamlarımızın delilleri yeterli gördüğü bir dava hakkında, AİHM'in yetkisini aşarak delil incelemesi yapmak suretiyle ihlal kararı vermesi kabul edilemez." ifadesini kullanan Tunç, Moreira Ferreira v. Portekiz (No. 2) kararında da belirttiği üzere bir temyiz mahkemesi olmadığına dikkati çekti.
Nitekim AİHM, Dulaurans/Fransa, Bochan/Ukrayna (2) kararlarında Sözleşme’nin delillerin kabul edilebilirliği ya da delillerin nasıl değerlendirileceğinin ulusal hukukun ve ulusal mahkemelerin yetkisinde olduğunu belirtmişti. Bu nedenle, ulusal mahkemelerce yapılan hukuk kurallarının uygulanması, yorumlanması ve delil değerlendirmesinin kendi incelemesinin konusu olamayacağını vurgulamıştı.
AİHM kendi yerleşik içtihatlarına göre ulusal mahkemelerce yapılan hukuk kurallarının uygulanması, yorumlanması ve delil değerlendirmesinin kendi incelemesinin konusu olamayacağını vurgulamasına rağmen açıkladığı Yalçınkaya kararında, bu yerleşik içtihadına uymamış, delil değerlendirmesi yapmak suretiyle yetkisini aşmış ve ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının uygulanması ve delil değerlendirme yetkisini inceleme konusu yapmıştır.
Yani AİHM göstere göstere hukukun ırzına geçmiştir.
Bu haliyle fahişenin ahlak dersi vermesiyle AİHM’nin hukuk dersi vermesi arasında hiçbir fark yoktur.
Hiçbir egemen ülke böyle bir küstahlığı “yargı kararıdır” diyerek saygıyla karşılamaz.
Yargının bir silah ve terbiye aracı olarak kullanılması sömürgecilerin en sık başvurdukları yöntem olduğundan içimizdeki işbirlikçi mandacılar saygıyla/coşkuyla karşılasa da Türkiye bu aşağılık ve ahlaksız dayatmayı asla kabul etmeyeceğini bizzat Cumhurbaşkanının ağzından ifade etmiştir.
Osman Kavala ve diğer bazı davalarda olduğu gibi Türk Yargısına talimat vermeye kalkan AİHM; küresel çetenin ekonomiye suikastla, terörle, gezi benzeri kalkışmalarla yapamadığını, mahkeme görüntüsü altında yapmaya çalışmaktadır.
Bu zoraki ilişki artık yürümeyeceğine göre geriye tek seçenek kalıyor!!!.
“Tak sepeti koluna herkes kendi yoluna”.
****
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, ByLock kullanıcısı olduğu, Bank Asya'da hesap hareketinin bulunduğu ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle irtibatı tespit edilen Aktif Eğitim-Sen isimli sendikaya ve Kayseri Gönüllü Eğitimciler Derneğine üye olduğu tespit edilen, Yüksel Yalçınkaya, 9 Eylül 2016'da Kayseri 3. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu belirlenerek tutuklandı ve ayrıca 1 Eylül 2016 tarihinde yayımlanan 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarıldı.
Başsavcılık tarafından 6 Ocak 2017 tarihinde düzenlenen iddianame ile Yalçınkaya hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlendi. Yargılama kapsamında 9 Şubat 2017 tarihinde ByLock CBS sorgu sonucu dava dosyasına girdi. Bu rapora göre Yalçınkaya'nın 3 Ekim 2015 tarihinden itibaren ByLock kullandığı belirlendi. 21 Mart 2017'de Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi Yalçınkaya'ya TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi.
İstinaf incelemesini gerçekleştiren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) 4. Ceza Dairesi başvuranın ByLock kullanıcısı olup olmadığını tam olarak belirlemek için BTK'dan HTS ve CGNAT kayıtlarını istedi. Raporda Yalçınkaya'nın 6 günde 380 defa ByLock sunucularına bağlandığı tespit edildi. BAM dosyada bulunan delillere göre 9 Ekim 2017 tarihinde Yalçınkaya hakkında ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararında bir isabetsizlik bulunmadığını değerlendirdi ve başvuranın istinaf talebinin esastan reddine karar verdi.
30 Ekim 2018'de Yargıtay 16. Ceza Dairesi Yalçınkaya'nın ileri sürmüş olduğu temyiz nedenlerinin yerinde olmadığını değerlendirerek temyiz davasının esastan reddine ve hükmün onanmasına karar verdi. 26 Kasım 2019'da Anayasa Mahkemesi de Yalçınkaya'nın temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarını açıkça dayanaktan yoksun olduğunu değerlendirerek başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verdi.
Böylece Yüksel Yalçınkaya’nın suçlu olduğu; ilk derece yargı, Bölge Adliye Mahkemesi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanarak kesinleşmiş oldu.
Hukuk sisteminin dört aşamasında da verilen kararın yok sayılması açıkça terör destekçiliğidir.
Ne yani, koskoca Türkiye Cumhuriyeti bu ahlaksız/aşağılık girişime sessiz mi kalacaktır?
****
Yargıtay’ın (2020'de) çizdiği çerçeveye göre; ByLock bir çeşit -gizli/şifreli- iletişim aracıdır. ByLock'un örgütsel amaçlar doğrultusunda kullanılması FETÖ üyeliği bakımından kesin delildir. ByLock uygulamasının telefona indirilip aktive edilmesi de FETÖ silahlı terör örgütü üyeliği için yeterlidir. ByLock haberleşme kayıtlarına erişilemese bile uygulamayı kullandığı belirlenen kişi FETÖ üyesidir.
Bank Asya'daki para/hesap trafiğiyle ilgili olarak Yargıtay, 22.07.2016 tarihine kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam ettiğinden bahisle Bank Asya'da açılan hesapların tamamının veya hesap hareketlerinin FETÖ terör örgütü çerçevesinde, örgüte yardım kapsamında kabul edilemeyeceğini ancak, örgüte yardım yapmak amacı ile örgütün emir ve talimatı doğrultusunda Bank Asya'nın kullanılmasının silahlı terör örgütü üyeliği suçunun unsurlarından sayılacağını da hükme bağlamıştır.
Sonuç olarak siyasi yorum ve yetki tecavüzüyle hukuki nitelikten uzaklaşan siyasi karar veren, yerindelik denetimine ve delillerin niteliğini incelemeye varacak kadar ne kadar hukuksuzluk varsa yapan AİHM’nin bu kararı, bu ülkenin Meclisini bombalayacak kadar gözlerini kin ve nefret bürüyen, 252 kardeşimizi şehit edip 2500 kardeşimizi yaralayan trilyonlarca liralık maddi zarar veren silahlı Fetö terör örgütüne açık bir destekten başka bir anlam ifade etmemektedir.
Kararda Türkiye'deki yetkili makamların AİHS'in, imzacı ülkelerin yükümlülüklerini düzenleyen 46. maddesi kapsamında bu davadan sonuçlar çıkararak, halen devam eden davaların selameti için gereken düzeltmeleri yapmasını istemesi ahlaksız ve aşağılık bir tehdittir.
Yani diyorlar ki “siz ByLock’u delil olmaktan çıkartarak Fetö’cüleri aklamazsanız bu işi biz yapacağız”.
Herri Batasuna kararında terör örgütünü eylemlerini kınamamayı bile parti kapatmak için haklı gören AİHM’nin söz konusu Fetö olunca kendi içtihat ve ilkelerini nasıl kolayca çiğneyip hukukun ırzına geçtiğini gördükten sonra söyleyebileceğimiz şudur:
Türkiye; 50 yıldır kapısında bekletilerek üyeliğe kabul edilmediği ve edilmeyeceğinin defalarca tekrarlandığı AB’nin organlarının aldıkları/alacakları bu ve benzeri kararlarla bir ortak değil bir hasım olarak görüldüğünü, Türk yargısının kararlarını hiçe sayan ve bir temyiz mahkemesi gibi davranan AİHM’nin terör örgütü destekçiliğine soyunduğunu açıklayarak artık kararlarını tanımayacağını açıklamalıdır.
Çünkü bu devlet, meclisini bombalayacak kadar gözü dönmüş hain darbecileri koruyup kollayan sözde mahkemelerin parmak sallayıp tehdit edecekleri ve düzmece/sipariş kararlarla hizaya sokacakları bir kabile devleti değildir.
Mesele bu ülkenin istiklal ve istikbali ise AP’da AB’de AİHM’ de teferruattır ve cehennemin dibine kadar yolları vardır.
Sanat; demokrasimize kastetmiş devletimize halkımıza saldırmış bir terör örgütünü savunmak mağdur göstermek hatta o örgütün propagandasını yapmak asla değildir.
Bu yıl 7- 14 Ekim tarihlerinde 60’ıncısı düzenlenecek Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Ulusal Belgesel Film Yarışması'nda FETÖ propagandası yapan 'Kanun Hükmü' filminin, seçkiden çıkarılması üzerine jüri üyeleri kararı protesto ederek festivalde görevlerini yerine getirmeyeceklerini açıklamış, 27 filmin yönetmen ve yapımcısı, filmlerini festivalden çekme kararı aldıklarını bildirmişlerdi.
Aslında zihniyet olarak şantajcılardan çok ta farkı bulunmayan festival yönetimi, bu şantaja boyun eğerek filmi tekrar seçkiye aldı yani tercihini terör örgütü destekçiliğinden yana kullandı.
Onlar mahalle baskısı ve oldu/bitti ile bu işin içinden sıyrıldıklarını düşünürlerken, hiç ummadıkları bir gelişme yaşandı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatın terör örgütü destekçiliği adına kullanılamayacağını açıklayarak festivalden çekildiğini duyurdu.
Festival yönetimi Devletin bu beklemedikleri kararlılığı karşısında bir kez daha geri adım atarak propaganda filmini tekrar seçkiden çıkarttıklarını açıkladılar.
Ama artık çok geçti, çünkü maske düşmüş kel de görünmüştü.
Onları nakavt eden yumruk; spor salonunu festival törenleri için tahsis etmekten vazgeçtiğini ve festivalden çekildiklerini açıklayan Gençlik ve Spor Bakanlığından geldi.
Devletin bu kararlılığı karşısında Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek; terör örgütü propagandasına alet edilmeye kalkışılan ve bu nedenle bir kasaba panayırı kadar prestiji kalmayan Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin iptal edildiğini açıklamak zorunda kaldı.
Terör destekçilerinin silahları ellerinde patladı.
Bu vesile ile devletin imkânlarını kullanıp devlete meydan okunamayacağı ve sanatın terör örgütü destekçiliği için kullanılamayacağı cümle âleme bir kez daha gösterilirken Disney Plus’un Ermeni lobisinin baskısıyla Atatürk filmine sansür uygulamasına seslerini çıkartamayan ikiyüzlü/ezik ödleklerin Fetö’cüleri masum gösterme hevesleri de kursaklarında kaldı.
Hiçbir gerekçe sanatın terör destekçiliğini haklı çıkarmaz.
15 Temmuz’da 252 insanımızın şehit edildiği, 2500 den fazla insanımızın yaralandığı ve bazıların sakat kaldığı darbe girişimine kalkışan Fetö terör örgütünü sanatı kullanarak/mağdur göstermeye kalkanların; bu teröristlerden hiçbir farkları yoktur.
CHP Antalya Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Oktay Başaran’ın sosyal medya hesabından paylaştığı ( kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edilmesine neden olan) mesajında da ifade edildiği üzere;
“Sanat elbette bazen gerçeği aramak bazen muhalif olmak demektir ancak sanat demokrasimize kastetmiş devletimize halkımıza saldırmış bir terör örgütünü savunmak mağdur göstermek hatta o örgütün propagandasını yapmak asla değildir.”
Haftanın fıkrası…
“Niye belediyecilik üzerinde fazla durdum? Çünkü belediyecilik bizim işimizdir. Belediyecilik CHP'lilerin işidir” (Kemal Kılıçdaroğlu)