Türkiye’de bir sürü şehir dururken sırf para hırsıyla Riyad’da oynanmasına karar verilen süper kupa rezaletinin ayrıntılarına vakıf oldukça, Ali Koç ve onun kuyruğuna takılan Dursun Özbek’le Cumhuriyetimizin 100. Yılını simgeleyen bir maçı organize etmekten bile aciz TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin neden olduğu büyük bir rezalete tanık oluyoruz.
Bu rezaletin hain Fetöcülerde ve muhteris/kibirli/çapsız siyasilerde büyük heyecan uyandırması, yaşananların “organizasyondaki aksaklık” ile ifade edilemeyecek kadar planlı bir provokasyon olduğunu göstermektedir.
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin, Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin başkanlarına Süper Kupa maçını Suudi Arabistan’da oynamaları karşılığında 4 milyon dolar bir para kazanılacağı teklifini kabul eden başkanlar Ağustos ayında Futbol Federasyonu’na vekâlet verdiler.
Ancak; her iki kulübün divan kurulları maçın Riyad’da oynanmasına karşı çıktıkları halde başkanlar verilecek paranın tatlı olması nedeniyle maçın Riyad’da oynanmasında ısrar ettiler.
Fenerbahçe ve Milli Takım’ın eski oyuncularından Rıdvan Dilmen’den öğrendiğimize göre Cumhurbaşkanı Erdoğan da maçın Suudi Arabistan’da oynanmasını istemediğini ve neden Riyad’da oynamak istediklerini sorduğu TFF Başkanı Büyükekşi’nin, iki kulübe de para kazandırmak istediklerini ve kulüplerin de bu teklifi kabul ettiklerini söylüyor.
Yani maçın Riyad’da oynanmasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanının herhangi bir tavsiye ve baskısı olmadığı gibi, bunu uygun bulmadığı halde kulüplerin kararı olduğu için herhangi bir müdahalede bulunmuyor.
Türkiye’den uluslararası maçlar konusunda deneyimli 15 kişilik bir heyet ile Suudi tarafı maçtan 25 gün önce Riyad'da bir araya gelerek yaptıkları ayrıntılı görüşmede, maçtan önce İstiklal Marşı’nın okunması ve Türk bayraklarının kullanılmasına yönelik uzlaşmaya varılırken takımların sahaya kendi bayrakları ile çıkmaları, Süper Kupa bayrağının kullanılması, İstiklal Marşı’nı da Norm Ender’in okuması kararlaştırılıyor.
TFF’nun bir tribünde Fenerbahçe, bir tribünde Galatasaray posteri ve ortada da Cumhuriyetin 100. yılını anlatan bir poster olması,12 şehidimiz için bir dakikalık saygı duruşu yapılmasının protokole eklenmesi talebi Suudi tarafınca kabul edilirken Fenerbahçe’nin Atatürk silüetli formayla, Galatasaray’ın da Atatürk imzalı formayla maçı oynamasında mutabakata varılıyor.
Maçtan 1 ay önce iki takıma 1 milyon 600’er bin dolar ödeme yapılıyor. Maçtan sonra da kazanan takımın hesabına artı 800 bin dolar daha verilecek olup bu organizasyondan TFF’nin ne kadar para alacağı açıklanmıyor yani biz bilmiyoruz.
Ancak maçtan üç gün önce yani 26 Aralık’ta nereden akıllarına geldiyse Fenerbahçe, futbolcularının ısınma antrenmanına Atatürk resimli t-shirtle, maça da “Yurtta Sulh Cihan’da Sulh” pankartı ile çıkmak istediklerini, Galatasaray da maçtan bir gün önce “Ne Mutlu Türküm diyene” pankartıyla çıkmak istediğini bildiriyorlar.
Suudi yetkililer TFF’ye bu taleplerin FİFA’ya daha önceden bildirilmediğini söyleyerek, pankartla sahaya çıkmanın uluslararası kurallara aykırı olduğunu ancak daha önce üzerinde mutabık kalınan şekliyle hazırlanan formalarla ısınmaya çıkılmasında mahsur olmadığını iletiyor.
Ondan sonrası hepimizin malumu iki takım da vatan millet Sakarya nutukları ile maça çıkmayacaklarını ilan ederek birer kahraman edasıyla Türkiye’ye dönüyorlar.
Protokol yaparken ve paraları peşin alırken Atatürk ve Atatürk’ün sözleri akıllarına gelmeyenler ne yazık ki kişisel hırslarla neden oldukları rezaletin üstünü Atatürk’e sığınarak örtmeye çalışıyorlar.
Üç sorumsuz başkan; FİFA’nın kuralları gereğince en az 15 gün önceden hangi takımın ne giyeceğinin bildirilmesinin zorunlu olduğunu, maçta ne giyinilip ne giyinilemeyeceğine Suudi Arabistan’ın değil, FİFA karar verdiğini bilmiyorlar mı?
Yaşananlarla Cumhurbaşkanının, hükümetin ve yayıncı kuruluş ATV’nin hiçbir sorumluluğu olmadığı halde Fetö’cü beslemelerin başrolü oynadığı, kifayetsiz muhteris siyasetçilerle din, devlet, millet düşmanlarının da katılımıyla bir provokasyon başlatılarak Cumhurbaşkanına, ATV’ye, İslam’ın değerlerine/kutsallarına ve Araplara hayasızca saldırılması ortada masum bir maç iptali olmadığını, taraftarların sokağa çıkmalarını sağlayacak sinsi bir niyet olduğunu göstermektedir.
Disney Plus’un Ermeni lobisinin baskısıyla Atatürk belgeselini iptal etmesine, DEM’in ‘ve geçmişteki yapılarının hiçbir resmi toplantısında Türk Bayrağı ve Atatürk posteri kullanmamasına, İstiklal Marşı okumamasına seslerini çıkartamayanların, Atatürk’ün kurduğu 100 yıllık cumhuriyetle hesaplaşacaklarını söyleyenlerle işbirliği ve ittifak yapmaya çalışanların maç iptalinin ardından Atatürk sevgisinden bahsetmeleri, ellerine bayrak almaları ikiyüzlülüklerini gizlemeye yetmez.
Türkiye’ye işgalci diyen bölücü operacının elini öpenler mi, ordumuza kimyasal silah kullandığı iftirası attığı mahkeme kararıyla sabit olan TTB Başkanını makamında kabul edenler mi Atatürk’ü sevmiş oluyorlar?
PKK’ya PKK, katile katil diyemeyenler ve PKK’nın siyasi uzantısı ile işbirliği yapanlar mı Atatürk’ü sevmiş oluyorlar?
Atatürk bu milletin ortak değeridir ve onu sevmek hiç kimsenin tekelinde değildir.
Millet kimin ne olduğunu ve kimin elinin kimin cebinde olduğunu çok iyi biliyor.
Bu rezaletin asli sorumluları olan Fenerbahçe, Galatasaray ve TFF Başkanları milletle dalga geçercesine sıradan bir açıklama ile "organizasyondaki bazı aksaklıklar nedeniyle” birlikte aldıkları ortak karar neticesinde maçın ileri bir tarihe ertelendiğini duyurdular.
Ama günlerdir yazılanlar, çizilenler hiç te iddia edildiği gibi bir masum organizasyon aksaklığı olmadığını, böyle bir sonucun ortaya çıkması için hazırlık yapıldığını, imzalanan protokolde olmayan taleplerde bulunularak dayatma yapıldığını gösteriyor.
Bu milletin hak ve çıkarları sorumsuz ve çapsız yöneticilerin ihtiraslarına kurban edilemez.
Fenerbahçe ve Galatasaray başkanları ile TFF başkanının kamera önüne geçerek gerçekleri açıklamaları gerekirken, özellikle susarak olayın siyasi boyuta ve din düşmanlığına evirilmesine seyirci kalmaları utanç vericidir.
Bu utanca rağmen istifa etmeyeceklerse, bundan sonra onlara nasıl ve neden güveneceğiz?
Şehit babasının mahkeme kararları ile tescilli suçlulara selam gönderenleri protesto etmek hakkı yok mu?
Pençe Kilit bölgesinde şehit olan 12 vatan evladından Piyade Sözleşmeli Er Kemal Aslan’ın son yolculuğuna uğurlandığı Elazığ İmam-ı Azam Camii'nde İl Müftüsü İrfan Üstündağ'ın kıldırdığı cenaze namazı ve okunan duanın ardından törene oğlunun üniformasıyla katılan babası Mehmet Aslan evladı için helallik istedikten sonra, "Selahattin Demirtaş'a, Osman Kavala'ya, selam gönderenlere hakkımı helal etmiyorum" dedi.
Haklı tepkisini masum bir şekilde dile getiren babanın bu davranışı, şehitliğin ne demek olduğundan habersiz besleme/hainlere fena halde battı ve sürü halinde küstah ifadelerle saldırıya geçtiler.
Bu ülkede protesto; sadece din, millet ve devlet düşmanlarına tanınan bir hak mı?
Ne yani?.. Birileri bağıra bağıra suçlulara selam gönderirken bu onların hakkı oluyor da şehit babasının onlara hakkını helal etmemesi neden hakkı olmuyor?
Bu aşağılık ikiyüzlülükten artık bıktık usandık, bir türlü bitmiyor.
Ekonomiye doğrudan maliyeti 1,4 milyar dolar olan gezi kalkışması birileri tarafından demokratik tepki olarak kutsanırken bir şehit babasının; gezi kalkışmanın organizatörü ve finansörü Osman Kavala ile HDP'nin çağrısı üzerine 36 ilde başlatılan olaylarda 2 polis memurunun şehit olduğu, 43 sivil vatandaşın hayatını kaybettiği, 331'i polis memuru, 438'i sivil vatandaş olmak üzere 769 kişinin yaralandığı olayların sorumlusu olan Selahattin Demirtaş’a selam gönderenlere hakkını helal etmemesi neden demokratik tepki olmuyor?
Şehit babası köleniz mi ki ne yapacağına ya da yapmayacağına siz karar veriyorsunuz?
En değerli varlığını kaybetmenin acısına rağmen tepkisini son derece masum ve medeni bir şekilde dile getiren ve elleri öpülecek babaya ancak saygı duyulması gerekirken gazeteci kılıklı bir provokatör şehit babasını hedef alarak, küstah bir ifadeyle; "Şehit babası olunca canının istediğini söylemeye hakkın mı var? Kimsin lan kimsin?” diyerek kinini kustu.
Evet, şehit babasının canının istediğini söylemeye hakkı var, söyledikleri suç ise buna da mahkeme karar verir, oturdukları yerden ahkâm kesen klavye soytarıları değil.
Gazeteci kılıklı bu provokatör geçmiş dönemde yaptığı bir Youtube yayınında, "Tayyip Erdoğan'ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım. Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, büyük bir başka bir doğal felaket… Çok büyük sel, çok büyük yangınlar… Hani yani Avustralya'yı yakan yangın vardı ya ülkenin her tarafı neredeyse… O kadar büyük yangınlar, deprem, çok büyük can kaybına yol açacak bir sel felaketi gibi…" diyerek felaketlerden medet umacak kadar utanç verici bir tavır sergilemişti.
Antalya merkezli orman yangınları ve Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından büyük hayal kırıklığı yaşayan provokatör. “Erdoğan gidici” pompalaması yaptığı 14 ve 28 Mayıs seçimleri sonunda da yine hüsrana uğramıştı.
Yaşadığı bu derin hayal kırıklığının etkisiyle 'seçimde hile yapıldı" masalı okuyan provokatör kendi Youtube kanalında yaptığı yayında; “ üst akıl muhalefeti uyardı. İddia ediyorum aslında bu seçimi muhalefet yüzde 50’nin çok üzerinde bir oyla kazandı. Bir takım hileler yapıldı, sayıları 2 milyondan fazla olan Suriyeliler kullanıldı. Muhalefetin derin sessizliğine bakıyorum. 'Canım yenildik, şimdi bunlarla madara olmayalım' havasındalar. Hayır, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu'na 'Arkadaş, sen gelirsen kaos olur. Ses etme. Biz devleti yeniden yapılandırıyoruz' dediler." diyerek Güldür Güldür senaryo ekibine taş çıkartmıştı.
Bagajı böylesine dolu, devletine milletine ve demokrasiye böylesine düşman bir zihniyetten şehitliğin ne olduğunu bilmesini beklemiyoruz ama gazeteci kisvesi altında kin ve nefret kusan, kendisi gibi düşünmeyenleri aşağılayan bu tiplerin konforlu bir hayat sürmelerinin şehitlerimizin fedakârlıkları sayesinde olduğunu unutmamaları gerektiğini hatırlatıyoruz.
Onlar unutursa milletin ve yargının unutturmaması gerekiyor.
Gelelim Mehmet Aslan’ın kim olduğuna.
Mehmet Aslan; diğer şehit babaları gibi eli ve ayağı öpülecek adam gibi bir adam ve bu milletin has bir evladıdır.
Mehmet Aslan; abimiz, kardeşimiz, babamız, dayımız, amcamız, yeğenimizdir.
Mehmet Aslan delikanlı, yiğit, mert ve imanlı bir Müslümandır.
Ve nihayet Mehmet Aslan; kim olduğunu sormaya kalkan müptezellere şerefinin zekâtını verse onları şeref abidesi yapacak kadar onurlu bir Anadolu yiğididir.
Ona küstah ifadeyle kim olduğunu soranların kimin kuklaları olduklarını çok iyi bildiğimiz için “sen kimsin” diye sormuyoruz.
Şehitlik dalga geçilecek bir durum, şehit babası/yakınları da hakaret edilecek insanlar değildir.
Ancak ne yazık ki bu ülkede şehit bacısına küfreden milletvekili var. Milletvekili şehit bacısına hem de en ağır cinsel küfrü ederse fırsat kollayan müptezeller ne yapmazlar?
Söz konusu haber ve yazılar basın ve ifade özgürlüğü anlamında kabul edilebilir ise neden erişim engeli getirildi?
İstanbul Milletvekili olan ve İstanbul’da yaşayan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yakın ekibinde bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve PM Üyesi Özgür Karabat kendi adının da karıştığı seks skandalı ve İBB’deki yolsuzluklarla ilgili tam 254 haberi avukatı aracılığı ile başvuruda bulunduğu Bodrum 1. ve 2. Sulh Ceza Hâkimliklerinin kararlarıyla kaldırttı.
Bu garabet karşısında HSK tarafından, Bodrum 1. Sulh Ceza Hâkimi Yılmaz Arslan ve Bodrum 2. Sulh Ceza Hâkimi Fatih Kale hakkında soruşturma başlatıldı.
“İstanbul ve Ankara’daki mahkemeler dururken Bodrum 1.Sulh Ceza Mahkemesine yapılan başvuru sonucunda Özgür Karabat’ın kendisiyle ilgili haberlerin kaldırılmasına karar veriliyor ancak İBB ile ilgili olanlar reddediliyor. Bu durum Karabat’ı durdurmaya yetmiyor bu kez 2. Sulh Ceza Mahkemesine başvuruluyor ve 254 kararın kaldırılmasına bu mahkeme karar veriyor.”(Mahmut Övür/İmamoğlu Kibri ve Yargı skandalı/Sabah Gazetesi/30/12/2023)
Daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde 254 habere erişim engeli getiren Hakim Fatih Kale erişim engeli kararlarına yapılan itirazlar üzerine; habere konu yazıların inkâr edilemez kapsamda gerçeklik payına yakın nitelikte bulunduğu belirtilerek, "Söz konusu haber ve yazıların kamuoyunu bilgilendirme değeri yüksek nitelikte olması, bahse konu haber ve köşe yazılarında bazı cümlelerde sert bir eleştiri getirilmesi ve abartıya kaçmasının basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü anlamında kabul edilebilir olduğu, haber yapma şeklinin ne şekilde olacağını belirlemenin yargı mercilerinin görevi alanında kalmaması…" gerekçeleriyle söz konusu haberlere erişim engeli kararlarının kaldırılmasına karar vermek suretiyle önceki kararından geri adım attı.
"Söz konusu haber ve yazıların kamuoyunu bilgilendirme değeri yüksek nitelikte olması, bahse konu haber ve köşe yazılarında bazı cümlelerde sert bir eleştiri getirilmesi ve abartıya kaçmasının basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü anlamında kabul edilebilir ise neden daha önce yasaklama kararı verildi?
*Neden İstanbul Milletvekili ve İstanbul’da yaşayan bir şahsın İstanbul’u ve görev yaptığı Ankara’yı bırakıp ta Bodrum’da yaptığı bir başvuruyu kabul etti?
*Erişim engeli verdiği 254 haberle ilgili hangi incelemeyi yaptı?
*Hadi Özgür Karabat’ın şahsıyla ilgili haberlere erişim engeli getirildi, peki İBB ile ilgili haberlere neden erişim engeli getirildi? Özgür Karabat İBB’nin ya da İBB Özgür Karabat’ın neyi oluyor?
*Özgür Karabat böylesine full paket bir karar alınabilmesi için acaba başka illerdeki adliyelere gitti mi?
Eğer basın bu işin üzerine gitmeseydi tereyağından kıl çeker gibi 254 haber ortadan kaldırılırken İmamoğlu’na da bir jest yapılarak İBB ile ilgili eleştiri haberleri de yok edilmiş olacak ve ne yazık ki skandal yargıyı kullanılarak gerçekleştirilecekti
Vicdanlarda onaylanmayan böyle kararlar verilmesi yargıya olan güveni sarsmaz mı?
Yargıya olan güven azalması toplumsal barış için tehdit değil mi?
Şimdi elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin; İstanbul’da yaşayan ancak milletvekili, genel başkan yardımcısı ve PM üyesi olmayan sıradan bir vatandaş bırakın 254 haberi sadece bir haber için Bodrum 2. Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurup yasaklama isteseydi talebi uygun görülür müydü?
Bu soruya verilecek cevap yargıya neden güvenildiğinin ya da güvenilmediğinin de cevabı olacaktır.
Sokrates ne güzel söylemiş;
“Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir.”