CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesinde oy desteklerini beklediği kişi ve kurum temsilcileriyle gizi görüşmeler yaparak vaatlerde bulunduğu ortaya çıktığında kumar/noter masasındaki dostları bunun ortaklık hukukuna uymadığını ve doğru bulmadıklarını ifade etmişlerdi.
Görüşmeler yapıldığında Kılıçdaroğlu’nun en yakınında bulunan ve o dönem itiraz etmeyen Grup Başkan vekili Özgür Özel genel başkanlık adaylığını açıkladıktan sonra seçildiği takdirde parti yetkili organlarından habersiz asla kayıt dışı bir görüşme yapmayacağını açıklayarak günah çıkartmıştı..
HDP’li Sırrı Sakık; “Kılıçdaroğlu açık ve net olarak önümüzdeki dönem ne yapacağını kamuoyu ile paylaşmalıdır. Kapalı kapılar ardında söylenenlerin, kamuoyuna da bunların deklare edilmesi gerekir.” diyerek kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerde kendilerine vaatlerde bulunulduğunu teyit ederken, bu vaatlerin bir iki bakanlığın çok ötesinde; İmralı’ya özgürlük, sınır ötesi operasyonları durdurmak, kayyum uygulamasına son vermek, yerel yönetimlere özgürlük ve genel af gibi sadece HDP değil PKK’yı da memnun edecek zengin bir paketten oluştuğu Kandil’in tüm büyükbaşlarının destek açıklamalarından anlaşılmaktaydı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda milliyetçi oylara duyulan acil ihtiyaç nedeniyle Bozkurt ilan edilen Kılıçdaroğlu, İktidar kanadından beklediğini alamayan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’la görüşerek üç Bakanlık verilmesi karşılığında anlaşmıştı.
Fırıldak/tokatçı anket şirketlerinin ve etrafındaki dalkavukların döke saça seçimi kazanacakları tahminlerinin de verdiği rahatlıkla kimse bu görüşmenin ayrıntılarına girmedi. Oyları yüzde biri bulmayan dört partinin genel başkanları ile Ankara ve İstanbul’un başarısız belediye başkanlarına dahi Cumhurbaşkanı Yardımcılığı verilirken Ümit Özdağ’a verilecek iki üç bakanlığın lafı mı olurdu?
Açık ara kazanacaklarına inandırıldıkları seçimi kaybettiklerinde üzeri örtülen gerçekler birer birer ortaya dökülürken, ilk sarsıcı açıklama Kılıçdaroğlu seçimi kazansaydı kendisinin İçişleri Bakanı olacağı ayrıca Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile MİT Başkanlığı’nın da partilerine verileceğini söyleyen Ümit ÖZDAĞ’dan geldi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak protokolde böyle bir hüküm bulunmadığını söyledi ama Ümit Özdağ bir belge olduğunda ısrar edince Kemal Kılıçdaroğlu; aralarında iki kişinin namuslarına emanet edilmiş bir protokol olduğunu söyleyerek Ümit Özdağ’ı doğruladı.
Ne parti yetkili organlarının ve ne de kumar/noter masası ortaklarının bu anlaşmadan haberleri yoktu. Doğal olarak parti sözcüsü Faik Öztrak’ın da haberi yoktu ama o sanki varmış gibi minareye kılıf uydurmaya çalışıyordu.
Türk siyasi tarihine kara bir leke olarak düşen kiralık milletvekili uygulamasını başlatan, Amerika seyahati sırasında yanında götürdüğü basın mensuplarını atlatarak (muhtemelen yaptığı bazı gizli görüşmeler için) sekiz saatlik bir süre ortadan kayboluşunun gerekçesini hamburger yemek olarak söyleyebilecek kadar rahat bir siyasetçi için bu tür gizli kapaklı ve de namusa emanet edilmiş protokoller yapmak sıradan işlerdi.
O istediği kişilerle gizli ya da açık görüşür, vaatlerde bulunur, namusa emanet edilmiş protokoller yapar, kendisine hakaret edenleri bile danışmanlığa atar ancak parti yetkili organlarına bilgi vermez, kazandıkları belediyelerde işçi çıkartılmayacağına dair namusu üzerine sözler verir fakat tutmaz, oy oranları yüzde biri bulmayan partilere kendi partisinin listelerinden seçilme garantili yerler verir ama kimseye hesap vermezdi.
ABD’li danışmanı Jeremy Rifkin'in Zoom bağlantısıyla CHP'nin İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısına katılımı için "Bizim milletimiz teknolojiyi de görsün. Allah aşkına teknolojiyi bir görsün millet. Oturduğum yerden Amerika'yı izliyorum. Teknolojinin bize sağladığı imkânların herkes farkına varmalı. Teknolojinin ne olduğunu ve insanlara hangi olanakları sağladığını insanların bilmesi lazım." diyerek 20 yıldır kullanılan bir teknolojiden haberi olmadığını gösterse de partisinden kimsenin sesi çıkmazdı.
Çünkü onun adı Kemal’di ve o bir hesap uzmanı idi.
Gerçekten de o bir hesap uzmanı idi.
****
Bir yandan genel başkanlık koltuğunu korumak, diğer yandan yerel seçimlerde yeni bir yenilgi almamak için çare arayan Kılıçdaroğlu Deva Partisinin İstanbul; Esenyurt, Zeytinburnu, Sancaktepe, Bahçelievler, Esenler, Sultanbeyli, Fatih, Sultangazi, Küçükçekmece, Bağcılar, Esenyurt, Beylikdüzü ve Silivri ilçe başkanları ile gizli bir görüşme yaparak onları partisine davet etti.
CHP kulislerini yakından takip eden gazeteci Şaban Sevinç; "Kılıçdaroğlu, geçen hafta önce Mustafa Sarıgül’ün Ankara’daki evinde Deva İlçe Başkanlarıyla gizlice buluştu ardından da Cumartesi günü İstanbul’da aynı ilçe başkanlarıyla yine gizlice buluşarak 'DEVA’dan istifa ve CHP’ye katılma takvimi' konuşuldu" bilgisini verdi.
Bu gizli görüşmenin ortaya çıkmasının ardından Deva Partisinin 13 ilçe başkanı ve yönetim kurulu üyeleri partilerinden istifa ettiklerini ve yirmibin üyenin daha istifa edeceğini açıkladılar.
Sosyal medya hesabı üzerinden iddiaları doğrulayan DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı İdris Şahin, "Yazık. Yakışmadı Kemal Bey" diyerek tepki gösterdi.
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, canlı yayında olduğunu unutarak 'off the record' kaydıyla, "bir siyasi partinin genel başkanı başka partinin ilçe başkanlarını transfere ikna etmeye çalışıyor. Türk siyasi tarihinde başka örneği var mıdır bunu bilmiyorum" diyerek olanlara şaşkınlığını ifade etti.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan görüşmeye ilişkin bilgisi bulunmadığını ifade ederek, "Siyasi nezaket gereği bu durumla alakalı kamuoyunda açık, net bir açıklama duymanın hakkımız olduğunu düşünüyorum." Diyerek Kılıçdaroğlu’ndan açıklama beklediğini ifade etti.
İlçe başkanları adına DEVA Partisi Esenyurt Kurucu İlçe Başkanı Halis Kahriman, Kahriman, "Ülkenin geleceğiyle ilgili ne olur ne biter, 3. Dünya Savaşı olur mu, olmaz mı? Bunların değerlendirmesini yaptık" diyerek dalgasını geçtikten sonra istifa gerekçelerini şöyle açıklamış;
"Biz yola çıktığımız zaman bu ülkenin geleceği için 81 ilimizde 85 milyon nüfusun herkesin derdine deva olacağız dedik. Ama gelinen noktaya bakıyoruz, 15 vekilin derdine deva olundu. Adalet, hak, hukuk ve emek dedik ama bütün arkadaşlarımızın emeği maalesef 15 vekil için kullanıldı. Partimizde seçime girmeden önce sayın genel başkanımızın bizatihi açıklaması var, 'kendi logomuz ile seçime gireceğiz'. Cuma günü reklamları verildi, maalesef ki cumartesi günü Millet İttifakı ile beraber Cumhuriyet Halk Partisi listeleri ile girilme kararı alındı. Peki, bu kararı verecektiniz, Türkiye'nin 81 ilinde bin 600 arkadaşımız vekil olmak için başvuru yapmıştı. Başvuru yaparken partimize güvenerek başvuru yaptı. Bu arkadaşlarımız ile istişare etmeden arkadaşlarımızın başvurusunu göz önünde bulundurmadan bir anlık karar ile maalesef 5 kişi oturup karar verildi. Biz emek verdik, teşkilat emek verdi, akabinde bu arkadaşlarımız kendilerini vekil yaptılar. İstanbul'da seçilen 5 tane vekil, inanın bölgedeki arkadaşlarımıza teşkilat mensubu arkadaşlarımıza teşekküre bile gelmediler. Partiyi sürekli küçülttüler, maalesef partiyi bu hale getirdiler. Türkiye'de siyasi parti kuruyorsan kendine ve ekibine güveniyorsan kendi logon ile seçime gireceksin. Eğer bu yüreğiniz yoksa topluma güven vermiyorsanız başarılı olamazsınız, kusura bakmayın. Nitekim gelinen nokta DEVA Partisi olarak değil bir dernek haline geldi. Ben ve arkadaşlarım bundan sonraki süreçte ülkemizin, çocuklarımız geleceği için adalet ve özgürlük için mücadele edeceğiz, asla pes etmeyeceğiz. En kısa sürede ben ve arkadaşlarım Türkiye'de bu ekip tarih yazacaktır”.
Açıklamada ilginç değerlendirmeler var ama 85 milyon nüfusun herkesin derdine deva olacaklarını söylemelerine rağmen 15 vekilin derdine deva olunduğu, gelinen nokta itibariyle DEVA Partisinin bir dernek haline geldiği, topluma güven veremedikleri, partilerinden aday olmak için 1500 kişi başvuruda bulunduğu halde beş kişinin bir anlık kararı ile CHP seçime girilmesinin yanlış olduğunu açıklamak için neden dört ay beklediklerini belirtmiyorlar.
Madem her şey bu kadar kötü idi gizli görüşmeler yapacaklarına neden açık açık gerekçelerini açıklayıp istifa etmediler?
Oysa Genel Başkan Ali Babacan “Sayın Kılıçdaroğlu’na oy veren dostlarım; mağlup değiliz. Biz, her birimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit ve onurlu vatandaşlarıyız. Vicdanımız rahat olsun, tarihin doğru tarafında yer aldık hep beraber. Hakça mücadele ettik”, “Sayın Erdoğan ve irili ufaklı ortakları; bu ülkeyi maalesef yönetemeyecek. Üzülerek söylüyorum, her alanda kötüye gidişin devamını göreceğiz” diyerek seçimde mağlup olmadıklarını iddia etmişti.
Deva Partisinin topluma güven veremediğini ve 15 kişiye deva olarak bir derneğe dönüştüğünü İstanbul’un 13 ilçe başkanı söylüyor.
Kendi teşkilatlarına bile güven vermeyenlerin millete güven vermeleri mümkün mü?
Bütün bu olup bitenden sonra; bir yandan Genel Başkanı Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığına imza verip, diğer yandan Abdullah Gül’ün Erdoğan’ın karşısına ortak aday olarak çıkarılması projesinin mimarlarından biri olduğu anlatmak için kullandığı “Tabii tam ortası, göbeğindeydim. Görünür değildim ama tam göbeğindeyim.” İfadesiyle siyasi ihanetin en büyüğünü sergileyen Ali Babacan’ın Kılıçdaroğlu’nu eleştirmeye hakkı var mı?
Yok.
Sonuçta 13 başkan ve yönetim kurulu üyeleri genel başkanlarını örnek alarak görünmeden göbekte yer almışlar, Kılıçdaroğlu da fırsatı ganimete çevirmek istemiş. (Gelecek partili bazı isimlerle de görüşmeler yaparak başka ganimetler peşinde olduğu iddia ediliyor)
Bu arada; yüzde 0,5 lik oy oranı olan bir partinin değil onüç, yüzonüç başkanı CHP’ye geçse ne yazar, geçmese ne yazar?
Kendi partilerine oy getiremeyenler CHP’ye nasıl oy getirecek?
Parti sözcüsü Faik Öztrak; “genel başkanımız seçimlerden önce olduğu gibi kanaat önderleri ile görüşmeler yapıyor” diyerek “oportünistlere” kanaat önderleri gibi hak etmedikleri bir sıfat yüklüyor.
Brütüsler ve oportünistler ne zamandan beri kanaat önderi oldular?
Kanaat önderliği bu kadar kolay mı?
Peki, partilerinden istifa eden ve yirmibin üye ile birlikte CHP’ye geçecekleri söylenen bu 13 başkan iddia ettikleri gibi gerçekten de tarih yazabilirler mi?
Elbette hayır.
Çünkü tarihi; kazananlar ve kahramanlar yazar, oportünistler/brütüsler değil..
(*) Asıl adı Marcus Junius’tur. Brütüs lakabını ona kuzenleri takmıştır ve “aptal” anlamına gelir.