Orhan Gencebay’ın unutulmaz şarkısında söylediği gibi her gün gördükleri rüyayı aldanıp ta gerçek sanıp devlet içinde devlet kurmaya kalkan, meydanı boş bulup milleti tehdit eden hainler, milletin askerinin ve polisinin gerçek gücünü göstermesiyle yani anladıkları dilden konuşmasıyla neye uğradıklarını şaşırdılar.
Kanton kurma hayalleri suya düşüp, kazdıkları hendekler kendilerini yutunca, bir de o arkalarında olduklarını zannettikleri halk yeter artık diyerek tavır koydukça iyice zıvanadan çıktılar. Sürü gibi yönetebileceklerini zannettikleri halk bırakın kurtarılmış bölge, öz yönetim gibi şaklabanlıkları, ışıkları söndürme, tencere tava çalma gibi sıradan eylemlere bile katılmadı.
Bölge sorumlusu olduğu iddia edilen birisi telsiz konuşmasında “Güvenlik kuvvetlerinin yaptığı operasyonlara çeşitli sebepler nedeniyle cevap veremedik; Sonbahar ve Kış dönemi 2011 ve 2012 yıllarındaki gibi geçerse bozguna uğrarız, Doski Vadisi operasyonu bizim için kırılma noktasıdır, Doski operasyonu kırılırsa Devlet kırılır, bu dönemde halka ateşkesten bahsetmeyin, halk içerisinde şehirlerdeki tüm hücreleri silahlandırarak bir hamle daha yapmamız zorunlu hale geldi, zorlandığımızda halkı canlı kalkan olarak kullanmalıyız” demiş.
Bu sorumlu müsveddesine altlardan gönderilen bir raporda ise “gönüllü bulmakta zorlandıkları, terör örgütünün yaptığı suikast ve zorlamalardan dolayı halkın kendilerine gönüllü olarak destek vermediği, kış tertiplenmesi için KCK’dan artık yeterli desteği alamadıkları, Kandil’den para desteğinin kesildiği, yerleşim yerlerine inmenin şu aşamada çok riskli olduğu zira halkın içinden askere anında ihbar gittiği, kendi bölgelerinde eskiden olduğunun tersine yeni katılımların azaldığı, katılanlardan Güney’e gidenlerin de çoğunun kısa bir süre sonra firar ettikleri ve bu bölgeye bir daha uğramayıp batı illerine gittikleri, yaralı personel için doktora, özellikle de hava bombardımanlarında yaralananların çoğunun vücut ve uzuvlarında ciddi kırıklar oluştuğu için ortopediste ihtiyaç duydukları, ağır yaralı olanlara bakamadıkları ve mecburen şırınga yöntemiyle hayatlarına son verdikleri” vurgulanmış.
Böylece ailelerinden silahla, tehditle, şantajla koparttıkları kürt çocuklarının/gençlerinin nasıl acımasızca ölüme gönderildiği ve bu canların onlar için hiçbir değer taşımadığı bizzat kendileri tarafından da itiraf edilmiş oluyor.
Bilindiği gibi Doski Vadisindeki teröristlerin direnişi kırıldı, çok güvendikleri Doçka Mevzileri teker teker imha edildi, inlerine girildi ve Dağlıca’da şehit edilenlerin kanı yerde kalmadı.
Daha bunlar iyi günleri. Kalleşliğin ve ihanetin bedelini en yüksek kur üzerinden ve peşin ödeyecekler.
Bu sefer taksit yok. İndirim yok.
İşte bu korkudan olsa gerek; düne kadar yabancı ve bir kısım yerli medyanın barış güvercinleri gibi göstermek için adeta birbirleriyle yarıştıkları reytingleri tavan yapan elebaşıları hevallere talimat üstüne talimat yağdırıyorlar. Kendilerine zorluk çıkartanların ve korucuların aileleri ile birlikte infaz edilmeleri, halkın canlı kalkan olarak kullanılması, gerektiğinde bunlar öldürülerek asker yaptı polis yaptı denilerek devletin suçlanması emrediliyor.
Emrediliyor ama onlar da “Kimse bizi halkımıza ateş etmeye zorlayamaz” diyorlarmış.
Daha önce zorluyorlar ve yaptırıyorlardı. Demek ki hevallerin de paçaları tutuşmuş.
Hevaliçelerle el ele pozlar veren sözde haremağaları sadece emrediyorlar. Sıkıyorsa kendileri yapsınlar bakalım.
İki kıçı kırık bir araya gelip öz yönetim ilan edecek, koskoca Türkiye Cumhuriyeti de buna göz yumacak öyle mi?..
Dingonun ahırı mı burası?..
Hastane, ambulans ve itfaiye kurşunlamaları yeterli sonucu vermedi ki okullara yakmaya, bomba koymaya ve böylece akılları sıra halkı korkutmaya çalıştılar.
Ama tüm bu kuru gürültülere rağmen “Okulları boykot edin" çağrısına cevap alamadılar.
Kürt halkı çocuklarının kendilerine ayar vermeye kalkan hainler ve uşaklar gibi pislik bir hayat yaşamasını istemiyor.
Okusunlar da adam olsunlar istiyor. Hatta anneler çocuklarının ellerinden tutup inadına okula götürüyor. İnadına eğitim diyorlar.
Gerçekler kabak gibi ortada olmasına rağmen terör örgütünün kravatlı uzantısı "bölgede benim bildiğim kadarıyla yakın zamanda yakılan, yıkılan, bombalanan bir okul yok" diyor.
Aga…. sen hangi organınla bakıyorsun.
Ya da gözlüğün kaç numara?..
Enselerinden vurulanları görmüyorsunuz.
Eşinin çocuklarının yanında vurulanları görmüyorsunuz.
Hastane önünde nöbet tutarken vuranları görmüyorsunuz.
Yaralıyı almaya giden ambulans şoförünü vuranları görmüyorsunuz
Kapısını açmadı, arabayı durdurmadı diye vurulanları görmüyorsunuz
Yasin BÖRÜ’yü linç edenleri cesedini sokak sokak dolaştırıp üzerinden araba geçirenleri görmüyorsunuz..
Ne yaparsanız yapın, kime uşaklık ederseniz edin, hangi entelden dantelden görüş alırsanız alın hangi kanalda methiyeler düzülürse düzülsün, hangi üfürükçü/tükürükçü sırtınızı sıvarsa sıvasın PKK bir terör örgütüdür. taşeron/kukla bir örgüttür. Ne barış türküleri eşliğinde saz çalmak değiştirir bu gerçeği ne de sırtını oralara buralara yaslamak.
Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun bir kenarı yoldur. Okyanuslar bile bir sahilde sondur.
Türk/kürt demeden kendilerinden olmayan herkese zulmeden sürünün makyajını kim yaparsa yapsın artık masum gösterilmeleri mümkün değil.
Kaldı ki bu kadar kirli ve kanlı bir yapıyı masum göstermeye çalışan da bu kire ve kana ortaktır.
Lacivert pantolon üstü kolları sıvanmış beyaz gömlekler ve rugan ayakkabılarla Audiler’den inip yürüyüşe geçme pozlarını da kimseye yediremezsiniz.
Nitekim; Hayatlarını zindan ettikleri kürtler, Audi’li Mercedes’li üçüncü sınıf figüranları adam yerine koymuyor.
“Yürüyün de ense tıraşınızı görelim” diyorlar.
Ve yüzbinlerin beklendiği atraksiyonlar 50 kişilik hevallerle/hevaliçelerle dizi setine dönüyor.
Daha da kötüsü hevaller ağlıyor artık.
Başımızı kaldıramıyoruz beynimizi dağıtıyorlar diye zırıldıyorlar.
Evet.. hevaller ağlıyor. Hem de ne ağlama, kendilerini ölüme gönderenlerden medet umacak kadar acıklı bir ağlama..
Yani tam bir Stockholm sendromu durumu.
Dizi setinden çıkıp gelmiş gibi artistik numaralar çeken set ekibine adam gibi adam olan bir komutan “geçemezsiniz” diyor. “Buradan öte geçemezsiniz buna izin vermeyiz” diyor.
Şaklabanın biri ekmek arası edebiyat ve felsefe karışımı bir fast food’çulukla şansını denemek istiyor ve “işte şimdi biz buradan geçeceğiz ve barış ve kardeşlik için halkımızla buluşacağız” gibi kendisinin de inanmadığı palavraları sıralamaya başlayınca komutan dimdik, kendinden emin ve gür bir ifadeyle “hayır geçemezsiniz” deyip bitiriyor.
Sonra kuzu kuzu “öyleyse biz de burada otururuz” diyorlar.
“O sizin sorununuz” demeye getiriyor komutan..
Zannediyorlar ki komutan korkup geri adım atacak.
Zannediyorlar ki onlar oturunca Türkiye’de hayat duracak.
Lakin kimse kazımıyor...
İşin kötüsü oturmayı bile beceremiyorlar. Lacivert pantolonlar, rugan ayakkabılar kirlenmesin diye oturmakla çömelmek arası bir pozisyonda kalıyorlar.
Kolay değil nerede Türkiye aleyhinde bir yapılanma varsa onun önünde diz çökmüşler.
Adamlar oturmaya değil diz çökmeye alışmış.
Demek ki herkes görevini hakkıyla yapsa bu kuru gürültüleri çıkaranların sesi şıp diye kesilecek ve içeriden de homurtular yükselecek..
Nitekim; hevalin biri eylem ve direnme talimatı veren haremağasına “kıçın sıkıyorsa gel sen eylem yap diyor”..
Aga.. Farkındaysan hevaller de artık Bağdat’taki hurmanın hesabını soruyor.
Haremağalarının ödleri kopuyor. Çünkü artık kelleleri para ediyor.
Çünkü devlet hurda için teşvik pirimi ödüyor.
Ne diyordu lacivert pantolonlu kolları sıvanmış beyaz gömlekli artist; “halkımız sakın ispiyonculuk yapmasın”
Tamam da..
İspiyonculuğun kralını kandil yapıyor(du).
ABD deki, Brüksel’deki özel temaslarında bizzat kendileri yapıyor(du).
Sonra da halka yapmayın diyorlar.
Korkunun ecele faydası yok. Musa EROĞLU’nun türküsündeki sözler gibi “aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor”
Demem o ki; ağlıyorsa heval yakındır zeval..