27/02 Perşembe akşamı İdlib’ten gelen haberler yüreklerimizi dağladı.
Gözlem noktasında görevli 33 Mehmetçik, Milli Savunma Bakanı Hulusi AKAR’ın da ifade ettiği gibi; “Birliklerimizin bulunduğu yer önceden Rusya Federasyonu’nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine” rağmen Rusya destekli rejim güçlerinin hava saldırısı sonrasında hayatlarını kaybetti.
23 Şubat günü saat 08.57’de birliklerimizin koordinatları bildiriliyor. 17 dakika sonra yani saat 09.14’te ise telefonla bilgiler teyid ediliyor.
Yine Sayın AKAR’ın ifade ettiği üzere, gözü dönmüş rejim unsurları ve destekçisi Ruslar yapılan ilk saldırıdan sonra uyarılmalarına rağmen yardıma gelen ambulansları dahi vuracak kadar alçaklaşarak şehit sayısının artmasına neden oldular.
Rusya istediği kadar yalanlasın, kucağında beslediği eli kanlı katil Esed’in Rusya’dan habersiz tuvalete bile gitmesi mümkün değildir.
Bu saldırı bizzat Ruslar tarafından tasarlanmış, taşeronluğu da Esed denilen şerefsize verilmiştir.
Muhtemelen Türkiye’nin göstereceği tepkinin dozuna göre bundan sonrası için plan yapacaklardır.
İdlib’te en son şehit olan 33 vatan evladı ile öncesinde şehit olan evlatlarımızın kanlarından sadece Rejim ve Rusya değil, sinsiliğin kitabını yazan İran da sorumludur.
İran, rejim üzerinde gücü olmasına rağmen bu gücü hiçbir zaman Türkiye lehine kullanmamıştır.
Mezhepçiliği dinin önünde gören sapık bir anlayışla alan kapmaktan ve kaptığı alanı korumak için de her türlü hainliği yapmaktan geri durmamıştır.
Seri bir katil olan Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi, ardından Ukrayna’ya ait yolcu uçağını füze zannedip düşürmeleri, nükleer faaliyetleri nedeniyle muhatap olduğu ambargo ve hızla yayılan koronavirüs salgını nedeniyle yaşadığı sıkıntılı sürece rağmen, tarihin her döneminde dostluk ve destek gördüğü Türkiye’ye olan hasmane tutumundan zerre miskal taviz vermeyen İran’a bu davranışının hesabı anladıkları dilden sorulmalıdır.
Nitekim; Yeni Birlik Gazetesinin haberine göre (29/02) Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Suriye'nin İdlib kentinde düzenlediği operasyonlarda İran destekli 21 teröristin öldürüldüğü bildirildi.
Bunların hepsi düşmandır.
Ve hiç birinin bir tek şehidimizin ayağının tırnağı kadar değeri yoktur.
İstiklalimiz ve istikbalimiz için doğru bildiğimizi yapmaya devam edeceğiz, sahada bütün gücümüzü gösterip kimsenin yaptığını yanlarına bırakmayacağız, masaya oturduğumuz zaman da yumruğumuzu vuracağız.
Gerekirse masaya bir tekme de biz atıp devireceğiz.
Kimilerinin küçümsedikleri Savunma Sanayimizin nelere muktedir olduğunu gördük.
15 milyon dolarlık savunma sistemlerini delip geçtik.
Rejimin dört bir yanı cehenneme döndü.
Bu yazı yazılırken öldürülen rejim mensuplarının sayısı 2100 geçmişti.
İHA’lar ve SİHA’lar rejimin (olmayan) aklını başından aldı.
Sadece rejimin değil PYD’nin de DAEŞ’in de aklını başından saldı.
Sabah Gazetesine açıklama yapan (29.02) Prof. Mesut Hakkı Caşın; "1.5 günde Suriye'deki rejim unsurları ve hedeflerinin yüzde 10'u yok edildiğini, Askeri gücünün yüzde 10'un altını kullanan TSK’nin, rejimin moral, motivasyon, savaşma azmini yok ettiğini” söylüyor.
Bu daha başlangıç..
Türkiye’nin uyarılarını dikkate almayanlar ve boylarına bakmadan karşımıza çıkanlar kucaklarında oturdukları abilerinin kendilerini nasıl sattığını gördüler/görecekler.
Türkiye, sabrı test edilecek bir üçüncü dünya ülkesi değildir.
Bir milyondan fazla vatandaşını öldüren Katil Esed’e tek laf edemeyen gafiller ve hainler anlamamakta direnseler de İdlib’teki varlığı istiklali ve istikbali ile doğrudan ilgilidir.
Türkiye’den başka tüm ülkeler petrol ve kullandıkları aparatlarının varlığını korumak için Suriye’deler.
Türkiye ne petrol ne toprak için Suriye’dedir.
Türkiye, gözü dönmüş Batı, Rusya ve ABD’nin zerre kadar insani kaygı taşımadığı Suriye’de; kapımıza dayanmış 3 milyonluk yeni bir göç dalgasını ve elbette kendisine yönelik tetimkte bekleyen terör tehdidini kaynağında önlemek için İdlib’dedir.
Türkiye orada olmasaydı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Zeytindalı operasyonları yapılmasaydı sınırlarımızı tünellerde donatan teröristler kim bilir kaç masumun canına kıyacaklardı.
Uzunca bir zamandır büyük şehirlerimizde bombalar patlamıyor ise bu oradaki varlığımızdandır.
Markar ESAYAN’ın yazdığı gibi (29.02. Akşam) “biz Suriye’de olmasaydık onlar (PKK, PYD, FETÖ, DEAŞ) burada olacaktı”.
Bu yalın gerçeğe rağmen kim “İdlib’te ne işimiz var ?” diyorsa Esed’in/PKK’nın değirmenine su taşıyordur.
Bu yalın gerçeğe rağmen sırça köşklerde oturup iki kadeh attıktan sonra “Türkiye Suriye’yi işgal ediyor” diyerek Esed ağzıyla konuşanlar ihanete ortak oluyorlar.
“Peki biz orda niye duruyoruz? PKK var mı orada? gözlem noktalarının 7’si şu anda Esed’in aldığı bölgede, onların korumasında, Esed’in askerleri bizim askerlerimizi koruyor arada. Biz Suriye ordusu ile neden çatışıyoruz?” diyerek Esed’e arka çıkan bir siyasetçi daha sözlerini bitmeden 33 evladımızın alçak bir saldırı sonrası şehit edilmesi ilahi bir tekzip olmuştur..
Bu kadar hayati bir konuda bu kadar gerçeklerden kopuk bir anlayış sadece muhalif olmakla açıklanamaz.
Hiçbir gücü ve iradesi olmayan sadece Rusya’nın verdiği cinayet emirlerini uygulamak zorunda olan Esed’le görüşülerek güneyimizde oluşturulmak istenilen terör koridorunun önlenebileceğini sanmak gaflet değilse nedir?..
Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle; “Meseleyi sadece İdlib parantezinde değerlendirmek bizi yanıltabilir. Bütünüyle Suriye politikasını ele almamız lazım. Bugün Münbiç'te, Cerablus'ta, İdlib'de vermediğimiz savaşı yarın Hakkari'de, Mardin'de Hatay'da vermek zorunda kalırız. Çünkü asıl hedef Türkiye'dir. Suriye'de istediğini alanlar hemen namluları Türkiye'ye çevirecektir”.
"Asıl hedef Suriye değil Türkiye'dir. Bugün Suriye'yi üçe bölenlerin Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygı göstereceğini düşünmek gaflettir."
Sadece gaflet değil, dalalet ve ne yazık ki hıyanettir.
AA. muhabirine açıklama yapan Ürdünlü askeri analist emekli Tümgeneral Memun Ebu Nevvar; "Türkiye güçlü bir ülke ve Esed rejiminin İdlib'de kontrolü sağlamasına izin vermeyecektir. İdlib'in düşmesi, Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden terör örgütlerinin geri dönmesi ve çok sayıda mültecinin sınıra dayanması anlamına gelir." dedi.
Bir Ürdünlü’nün gördüğü gerçeği bu ülkede siyaset yapanların görememesi keşke sadece basiretsizlik olsaydı?..
Hiç kimse istiklalimizi ve istikbalimizi bu kadar hafife almak hakkına sahip değildir.
Öte yandan; “İdlib’te ne işimiz var?” diyenlerin Kandil distribütörü ile seviyeli(!) (ama gizli) bir ilişki yaşamaları ise bir başka ibretlik bir manzaradır.
Tiyatro(!) seyrederken açık ama siyaseten (gizli) ittifak yaptıkları Kandil distribütörünün Suriye’de terör devletinin kurulması için nasıl çırpındığını ve sözcülüğünü üstlendiği PKK’ya terör örgütü diyemediğini biliyoruz.
Suriye’de kukla bir terör devleti kurulursa terörü kim/ nasıl önleyecek?..
Suriye meselesini içinden çıkılmaz hale getiren derinliksiz beceriksizlere, Kandil distribütörlerine başarılar dileyecek kadar savrulan canlara(!) karnımız tok.
Bakın İdlib’teki alçak saldırıda şehit olan Piyade Onbaşı Nihat KARA ölmeden önce arkadaşlarına gönderdiği mesajda re demiş?
“Sizden ricam sakın Suriye’de ne işimiz var diyenlerden olmayın. Tam da olmamız gereken yerdeyiz. Yedi düvel bir olmuş, rejimi, Rusya’sı, Dua edin yeter, selametle”..
Sahada gücü olmayanların masada sözü olmaz.
Güvenli bir vatana sahip olmanın yolu, bu vatana yönelik her türlü tehdidi her ne pahasına olursa olsun yok etmektir.
Bu tehdidi görmezden gelerek terörle mücadeleyi hafife alanların konuşmaya da hakları yoktur.
Şehitlerimizin kanları pahasına sağlanan huzurun değerini bilmeyip, klavye başında yalan, iftira, fitne ve fesat peşinde olanların da katil Esed’den hiçbir farkları yoktur.
Onlar içimizdeki Esed’lerdir.
33 askerimizin şehit olmasının ardında paylaştığı videoda kahraman askerlerimize "Ne oldu lan köpeklerinizi gömmeye mi gittiniz?" diye alçakça ifadeler kullanarak pişmiş kelle gibi sırıtan Reşat Muaz isimli alçak, Özel Harekat Polisleri tarafından evine düzenlenen operasyonla kıskıvrak yakalandığında yalvararak ağlamış.
Bu klavye alçaklarına hiçbir şekilde acınmamalıdır.
Merhamet etmeyenlere merhamet edilmez.
Mehmetçiğe köpek diyen bir fahişeden daha namussuzdur.
Elbette yargı bu ve benzeri hainler için gereğini yapacaktır.
Kendilerine konum bildirildiği halde 33 evladımızı alçakça katleden Rusya’nın; PYD, YPG ve PKK’ya tırlar ve uçaklar dolusu silah veren ABD’nin, Türkiye’nin somut destek talebine “neler yapabileceklerine baktıkları” cevabı vererek dalga geçen NATO’nun ve “gerçek dostunuzun müttefikinizin biz olduğumuzu anladınız mı?..” diyerek aba altından sopa gösteren AB’nin hiçbir zaman bize destek olmayacaklarını/yanımızda olmayacaklarını biliyoruz.
Gölge etmesinler başka ihsan istemez.
Bunların hiç birisi diğerine tercih edilmez.
Yarım yamalak bir Türkçe ile uçaktan iner inmez “şehidimiz var başımız sağ olsun” riyakarlığı, sonuna kadar Türkiye’nin yanındayız palavraları, gerçek dost biziz masalları bizi ilgilendirmiyor.
Artık sözün bittiği yerdeyiz.
İşte bu yüzden, sınır kapılarının gitmek isteyen mültecilere açılması geç kalmış ancak çok yerinde bir uygulama olmuştur.
Avrupa’ya göçün durdurulması karşılığında serbest dolaşım hakkı tanınacağı masalını sürüme sokarak kahramanlık hikayesi yazmaya kalkanların teslimiyetleriyle ülkemize vurulan pranga nihayet parçalanmıştır.
Türkiye yıllardır tek başına yaptığı fedakarlığı artık yapmayacağını anladıkları dilden söylemiştir.
Hiçbir ahlaki değere sahip olmayan, Suriye’deki katliamlara göz yuman, kimyasal silah kullanılmasına bile tepki göstermeyen batı korktuğu gerçekle yüzleşecek.
İnsan hakları masalı okumakla insan haklarına saygılı olunmadığını görecek.
Efendim; “Türkiye verdiği sözleri tutmalıymış, Türkiye’ye ek mali destek verilecekmiş, Türkiye’nin bu uygulaması uluslararası hukuka aykırıymış” laflarına karnımız tok.
Geçti Boru’n pazarı sür eşeğini Niğde’ye
Verdikleri hiçbir sözü tutmayan ve Türkiye’yi mültecilere bakmaya mecbur zanneden Batı için artık hesap ödeme vakti.
Bu arada düne kadar Suriyelilerin gönderilmesi gerektiğini söyleyen hatta bunu bir seçim vaadi olarak verenlerin, kapıların açılmasından sonra kendilerine yakışan bir döneklikle bunu eleştirmeye kalkmaları içimizde, nasıl çürümüş bir ahlaki yapıyla mücadele edildiğini göstermesi açısından ibret ve utanç vericidir.
Dışişleri Bakanı Sayın Mevlut Çavuşoğlu’nun söylediği gibi; "Bize uluslararası hukuk dersi verenlere bakın! Kapılarına yığılmış binlerce masum insanın üzerine utanmadan gaz bombaları atıyorlar. Bizim ülkemizden giden insanları zorla tutmak gibi bir yükümlülüğümüz yok. Ama Yunanistan'ın kapısına gelenlere insan gibi davranma yükümlülüğü var"
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun son açıklamasına göre (01/03 Saat 09.55) itibarıyla Edirne üzerinden ülkemizden ayrılan göçmen sayısı; 76.388
Hadi bakalım kolay gelsin.
İlk gün rakam bu olursa yarın yüzbinleri milyonları bulunca bakalım ne yapacaklar?..
Cin şişeden çıktı artık geri girmesi mümkün değil.
Beter olsunlar…