Kemal Kılıçdaroğlu 2020 Ağustos’unda yaptığı açıklamada; "Eğer Türkiye Cumhuriyeti'nin 83 milyonu, 21. yüzyılda hala Londra'daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirilmişse, bunu sorgulamayacak mıyız? Hangi görüşten, kimlikten, inançtan olursa olsun, 'bayrak bizim bayrağımız, vatan bizim vatanımız' diyorsak oturup bunu sorgulamak zorundayız. Nasıl oldu da Türkiye 18 yılda Londra'daki bir avuç tefeciye teslim edilir hale geldi" diyerek Londra’daki tefecilerden bahsediyordu.
TV 5’te Kulis Ankara programında gazeteciler Mustafa Yılmaz ve Sedat Bozkurt’un sorularını cevaplayan Kılıçdaroğlu; “Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin Londra ziyareti ile ilgili olarak; “Londra’daki tefecilere gitti. Niye Londra’ya gitti? Para dilenmeye. Parayı nereden bulacağız diye.” (https://onedio.com/09.02.2022) sözleriyle Maliye Bakanını tefecilere gitmekle suçluyordu.
İhsan Çaralan imzalı “Londra İMF’den önceki son kapıdır” başlıklı yazıda da Londra tefecileri hakkında şöyle deniliyordu; “Peki, Türkiye’nin ekonomiden sorumlu en yüksek koltuklarında oturan bu şahısların Londra’da görüşmeye gittiği, “finans çevreleri”, “yatırımcılar” denilen kişi ve kurumlar kimlerdir?
Bunlar, “uluslararası tefeciliğin” kuruluşları ve temsilcileridir. Bu çevre, faizi nerede yüksek bulursa oraya gider, risk ne kadar yüksekse o kadar yüksek faiz ister!
Bu açıdan bakıldığında çeşitli riskleriyle ve sıcak paraya aşırı ihtiyacıyla Türkiye bu uluslararası finans çevreleri için bulunmaz bir “müşteri” durumundadır. Alabilecekleri en yüksek faizi alana kadar pazarlığa, döviz fiyatlarıyla oynamaya devam edeceklerdir. Bu da “komplo”, “kumpas”, “saldırı”...değil, bu kuruluşların “oyun tarzı”dır!
Bu alanda, uluslararası tefecilerin elini güçlendiren şöyle bir gelenek de var:
Geri kalmış ülkeler döviz ihtiyacını karşılamak için hemen IMF’ye gitmiyor. Çünkü IMF, “stand by” anlaşmasıyla ülke ekonomisini denetime alıyor ve belirli sürelerle denetimler yaparak “stand by”ın devamını bu denetim raporlarına göre yeniliyor. Bu yüzden de bu ülkelerin yöneticileri IMF’yle anlaşma yerine yüksek faizle “serbest tefeci piyasası”ndan borçlanmayı tercih ediyor. Ta ki artık bu çevrelerin borçların geri alınamayacağı endişesini, yüksek faiz iştahını bastırıncaya kadar!
Bugüne kadar yaşananlar göstermektedir ki, ekonomik dengeleri bozulan hükümetlerin Londra’da kapısının çalındığı “tefeci kurumlardan” yüksek faizle borçlanması, IMF’nin kapısına gitmeden önceki son kapıdır! (https://www.evrensel.net/ 30 Mayıs 2018)
Onlara göre ekonomik dengeleri bozulan hükümetler Londra’daki tefeci kurumların kapısını çalarlarmış.
Yani Londra’ya para dilenmeye gidilirmiş..
Peki, hükümet kapılarını çalınca tefeci diye aşağılananlar, muhalefet kapılarını çaldığında saygıdeğer fon yöneticileri mi oluyorlar?
12 yıldır seçim kazanamamış, önümüzdeki seçimi de kazanıp kazanmayacağı belli olmayan, kendi cephesinin bile “ne olur aday olma” diye yalvardıkları, hepsinden öte daha adaylığı bile açıklanamayan bir genel başkana hem de Londra’nın azgın tefecileri bol keseden, neden ve nasıl para veriyorlar?
“Serbest tefeci piyasası”ından ancak yüksek faizle kredi almak mümkünken, sıradan bir okul gezisi kadar dahi ciddiyeti olmayan İngiltere programında gazetecilerin alınmadığı, içeriği açıklanmayan kapalı kapılar ardındaki gizli görüşmelerle Londra tefecilerinin kesenin ağzını açmaları size inandırıcı geliyor mu?
Neredeymiş bu yoğurdun bolluğu?
Kim kaybetmiş de onlar bulmuşlar?
“Kılıçdaroğlu'nun para aramaya gittiği İngiltere'de pahalılık ve parasızlık yüzünden sokak ayaklanmaları had safhaya ulaşmış durumda. Tüm meslek grupları sırayla greve hazırlanıyor. Halk, 15 günlük Başbakan'larını istifaya davet etti. 300 bin hemşirenin grevi ise sağlık sistemini kilitleyeceği belirtiliyor.”(Mehmet Barlas Sabah 07/11/22)
Bu insaflı(!) tefeciler(!) kendi ülkeleri perişan durumda iken Kılıçdaroğlu’na milyon dolarları bu kadar kolay nasıl veriyorlar?
Hayırdır!.
Bu tefecilerin başlarına taş mı düştü?
Nasıl birden bire insafa(!) geldiler?
Ne tefecilerin başına taş düştü ne de insafa geldiler?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun ifadesi ile “bunu sorgulamayacak mıyız?”
Gerçek bütün çıplaklığı ile ortada olmasına rağmen görmezden geliniyor.
Nedir o gerçek?
İngiltere’nin kara para aklamada dünyada birinci sırada ve bu nedenle gri listede yer alıyor.
Ekonomi danışmanı, profesörü filan olmaya gerek yok, birazcık finansla ilgisi olan herkes bunu bilir.
Görüyoruz ki muhalefetimizin ve danışmanlarının bundan haberi yok(muş).
İngiltere'de katıldığı yayında basın mensuplarının sorularını cevaplayan Kılıçdaroğlu A Haber muhabiri Alpaslan Düven’in; "'İngiltere'ye temiz para bulmaya gidiyorum.' dediniz, geçmişte ise 'Tefeciler' demiştiniz. Üstelik İngiltere kara para aklama merkezi konumunda, bunu The Times da söylüyor, neler söylersiniz?" sorusuna; "Ben olumsuz hiçbir görüşme yapmadım. Kim size söyledi onu bilmiyorum doğrusunu isterseniz. İngiltere'nin gri listede olduğunu da bilmiyorum, İngiltere gri listedeyse, Türkiye gibi, o zaman fonlar gelmez." dedi.
Genel Başkanının bilgisizliğini örtmek için yaptığı “Sayın Genel başkanımız o gazeteci ile dalga geçti” açıklaması yapan Faik Öztrak kargaları bile güldürmüştür.
Kılıçdaroğlu’nun temiz para bulmaya geldiğini söylediği Londra temiz paranın merkezi filan değil, aksine kara para aklama merkezi ve bu nedenle de gri listede yer alıyor.
Kendi ülkesinin Jandarmasını, Polisini cari açığı kapatmak için uyuşturucu ticareti yapmakla suçlayacak kadar utanç verici bir iftirayı atanların İngiltere’nin kara para aklama merkezi olduğunu ve gri listede yer aldığını bilmemeleri sadece gaflet ile açıklanamaz.
Fetö’nün ve PKK’nın üfürmesiyle askerimize polisimize ve yargıya iftira atarken insafta sınır tanımayanlar birazcık araştırsalardı gerçeği öğrenebilirlerdi.
“2017 yılında gerek Türkiye’de gerekse yabancı birçok basın yayın organında İngiltere’nin Kara/Kirli Para (Dirty Money) aktarmada birinci sırada olduğu yer aldı.
Merkezi Londra’da bulunan 20 civarında Küresel Banka, dünyanın kirli parasını burada aklayıp, piyasaya sunuyor.
İngiltere Parlamentosu’nda hazırlanan raporlarda, Londra’nın küresel kara para aklama faaliyetlerinin merkezi haline geldiği açıkça ifade ediliyor; İngiliz basınında da sıkça bu konuya yer veriliyor.
Londra Belediye Başkanı bile “Kirli Para Operasyonu”ndan rahatsız. Adeta utanç duyuyor ama elinden bir şey gelmiyor.
Dünyaca ünlü İtalyan yazar/ araştırmacı Roberto Saviano; Londra’da katıldığı bir panelde "Dünyanın yolsuzluk seviyesi en yüksek yeri İngiltere. Londra ise yolsuzluğun olduğu yer, sermayenin başkenti" demişti.
Kirli paranın temizlendiği semt, adeta serbest ticaret bölgesi gibi; burada Hukuk ve idari kurallar işlemiyor”.( Mehmet Yıldırım https://www.dikgazete.com/6.11.2022)
“İngiliz ekonomist Prof. Dr. Barry A. Rider “kara paranın sadece az gelişmiş ülkelerde aklandığı yönündeki genel kanaatin yanlış olduğunu ABD ve İngiltere’nin bu suçlar için önemli birer merkez olduğunu” yıllar önce (1997) söylemişti.
İngiltere’de “kara para aklama” meselesi o kadar olağan bir hal almıştı ki terörizmin finansmanı, uyuşturucu trafiği ve kara para aklamayla ilgili İngiliz devletine ait çok gizli dosyalar yolcu trenlerinde unutuluyordu.
Bu duruma isyan eden dönemin Avam Kamarası İçişleri Komisyonu Başkanı Keith Vaz, “Düşmanlarımızın gizlice bilgisayarlarımıza girmesine gerek bile yok. Toplu taşıma araçlarını gezseler, gereken her şeyi bulacaklar’’ diyerek, ülke olarak içine düştükleri acınası hali alaya alıyordu.
2012 yılına gelindiğinde ise lağım patlamıştı…
İngiltere'nin bir numaralı bankası HSBC, uyuşturucu ve silah satışlarında kara para aklarken..
Dört büyük bankadan biri olan Barclays, bankalararası borçlanma faizlerini (Libor) sabitleyip haksız kazanç sağlarken…
Standard Chartered bankası da İran ile yaptığı 60 bin işlemi gizleyerek rejimin 250 milyar dolarını aklarken yakalanmış ve "haydut kuruluş" ilan edilmişti.
Londra’yı “dünyanın kara para aklama merkezi” ilan eden Private Eye adlı araştırma şirketi bu durumu, “Britanya bankaları kâr uğruna uyuşturucu mafyası, yozlaşmış devlet adamlarıyla çalışmaktan çekinmiyor” şeklinde özetlemişti.” (https://www.haber7.com/yazarlar/zekeriya-say/3275210-kara-para-camasirhanesi-ingiltere)
Ekonomideki uzmanlığı ile bilinen Bartu Soral haklı olarak soruyor;
"Londra'da 'temiz para' arayan Sn. Kılıçdaroğlu...
Sıcak para ile büyüme modeli neo-liberal küreselleşme modelidir ve Türk ekonomisini krize sokmuştur.
Yok mu başka modeliniz?
Türk Milleti, Londra tefecileri eliyle kalkınma masalını Özal, Çiller, Kemal Derviş, Abdullah Gül ve Ali Babacan'dan dinledi; sonuçlarını yaşıyor.
Devir değişti, ortalık yıkılıyor, siz hala aynı masalı anlatıyorsunuz…"(Arslan Bulut https://www.yenicaggazetesi.com.tr)
Peki, İngiltere gezisinin hiç mi faydası(!) olmadı?
Olmaz olur mu?
Kılıçdaroğlu, terör örgütüne destekleriyle bilinen kaçak gazeteci(!)Amberin Zaman ile bir araya geldi. Her babayiğidin harcı olmayan görüşmeye ait o fotoğrafı Zaman; "Sayın Kılıçdaroğlu ile Londra’da bir araya gelip sohbet etmek çok yüreklendiriciydi gerçekten. Her şey güzel olacak" notuyla paylaştı.
Kolay iş mi terör örgütlerine destek veren bir kaçakla hem de İngiltere’de görüşmek ve de onu yüreklendirmek?
Londra’da bir kaçakla görüşmenin ne kadar faydalı(!) bir buluşma olduğunu görüşmeye Twitter hesabından tepki gösteren Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın, "Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Amberin Zaman gibi hain bir kaçakla İngiltere’de ne görüşür, niye görüşür?" diye sormasından anlıyoruz.
İroniye bakın!
Cumhuriyeti yıkım süreci olarak görenlerle Cumhuriyeti yönetmeyi düşünüyorlar.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, geçtiğimiz önceki hafta partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı açıklamada Cumhuriyet'in 99’uncu yıl dönümünü geride bıraktıklarını hatırlatarak; "Kuruluşundaki âdemi merkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm farklılıkların ret ve inkârına dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan yüz yıllık bir yıkım sürecinden söz ediyoruz. Yönetimler değişse de zihniyet hiçbir dönem değişmedi, üstelik bu dönemde aynı zihniyetin devam ettiğini görüyoruz ve toplum olarak bunu ağır bir biçimde yaşamaya devam ediyoruz" demişti.(www.birgun.net/ 03.11.2022 14:35)
99 uncu yıldönümünü kutladığımız cumhuriyeti yıkmaya yönelik her türlü eylemin içinde yer alan terör örgütünün siyasi uzantısının “Cumhuriyeti bir yıkım süreci” olarak nitelemesi bizim için sürpriz olmadı.
Cumhur İttifakı partileri bu haksız ve hadsiz ifadeyi eleştirdiler.
Milet İttifakından da İYİ Parti Sözcüsü ve Genel Başkan Başdanışmanı Kürşad Zorlu imzasıyla yapılan açıklamayla Cumhuriyetimize yönelik hadsiz ifadeleri temelden reddettikleri ve kınadıkları ifade edildi.
Altılı masanın diğer sakinleri Cumhuriyete yönelik bu hadsizlik karşısında küçük dillerini yuttuklarından seslerini çıkartamadılar.
Nasıl çıkartsınlar?
Çünkü HDP’siz bir hiçler.
Ne gariptir ki HDP ile de bir hiçler.
“Selahattin Demirtaş serbest bırakılsın” diyerek şirinlik gösterisi yapanların Cumhuriyete böylesine pervasız bir saldırı karşısında üç maymunu oynamalarını günü gelince suratlarına çarpmak üzere tarih kaydetti.
Seçim kazanabilmek için HDP’ne muhtaç olan CHP’den “Cumhuriyetin bir yıkım süreci olduğu” hadsizliğine hiçbir bir tepki gelmemesine elbette şaşırmadık.
Çünkü seviyeli ilişkilerinin nikâh masasına taşınmaya hazırlandığı bu günlerde müstakbel müttefiklerini asla üzmek istemeyeceklerini biliyoruz.
İlginçtir, böylesine bir hoşgörüyle(!) karşılanmalarına rağmen HDP Sözcüsü Ebru Günay, yazılı açıklamayla; “Bu bağlamda Eş Genel Başkanımızın konuşmasında “Cumhuriyet yıkım projesidir” gibi bir ifade asla geçmemiş olmasına rağmen, birtakım çevreler sanki böyle bir ifade kullanılmış gibi sosyal medya üzerinden maksatlı, kötü niyetli bir saldırı kampanyası yürütmektedir. Bu çevrelerin amacını ve niyetini gayet iyi biliyoruz. Cumhuriyetin demokratikleşmesinden, HDP’nin demokratik cumhuriyet çağrısından, çoğulculuktan, toplumsal barıştan ve eşit yurttaşlıktan rahatsızlık duyan, korkan, tekçiliği dayatan ve bunu savunanlardır”. (www.birgun.net/ 03.11.2022 14:35) diyerek “Cumhuriyetin yıkım projesi” ifadesini kullanılmadığını iddia etti.
Pervin Buldan’ın açıklamalarını kendilerine yakın yayın yapan BirGün gazetesinden aldım.
Gazetede yer alan metinden de açıkça görüleceği üzere Pervin Buldan “Cumhuriyet yıkım projesidir” ifadesini kullanmıştır.
Bu nedenle Ebru Günay’ın inkârının bir önemi yoktur.
Onların Cumhuriyet için ne düşündüklerini ya da cumhuriyet anlayışlarının ne olduğunu hendek çukur eylemlerinden, özerklik ilanlarından, Yasin BÖRÜ’nün işkenceyle öldürülüp cesedini üçüncü kattan attıktan sonra yerlerde sürükleyecek kadar derin kin ve nefretlerinden, ABD’ne ve AB’ne ölümüne sadakatlerinden, Ermeni soykırımı iftirasına sahip çıkmalarından, binlerce masumun katili PKK’ya borazanlık yapmalarından, Kandil’e biatlarından ve bebek katili güzellemelerinden biliyoruz.
Niyetlerini her fırsatta ortaya koyduklarından ve bunu da gizlemediklerinden HDP’nin söylemlerini yadırgamıyoruz.
Sonuçta amaçlarına uygun olanı yapıyorlar.
Peki Atatürk’ün kurduğu ve Cumhuriyetle yaşıt bir partinin “Cumhuriyeti bir yıkım projesi” olarak görenlere iki bakanlık (belki daha da fazla) vermeyi düşünecek kadar derin bir işbirliği yapmaları ve cumhuriyete yönelik en ağır ve hadsiz iddiaya seslerini çıkartamamalarına ne demeli?..
İroniye bakın!
Cumhuriyeti yıkım süreci olarak görenlerle Cumhuriyeti yönetmeyi düşünüyorlar.
Yalnız gözden kaçırdıkları küçük(!) bir ayrıntı var.
Bakalım Cumhur buna izin verecek mi?