Demokrasi havarisi geçinen soytarılar kendi siyasi görüşleri doğrultusunda oy kullanmayan depremzedelere hakaret edip aşağılayarak seçim öncesindeki “iyilik meleği” görüntülerinin birer kurgu/aldatmaca olduğunu gösterdiler.
50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz asrın depreminin sorumlusu sanki hükümetmiş gibi bu büyük afetin kendilerine iktidar kapısının açılacağını zanneden aptallar/ahmaklar depremzedelerden bekledikleri oyların gelmemesiyle çılgına döndüler.
Nasıl olsa hükümet bu kadar büyük bir yıkımın altından kalkamazdı ve onlar da zahmetsiz iktidarı devralırlardı. Çünkü, milletin de kendileri kadar aptal olduğunu zannediyorlardı.
Devlet varını yoğunu ortaya koyarak tüm gücüyle depremzedelerin yanında yer alırken onlar sadece gösteriş yapmak ve insanları tahrik etmek için deprem bölgesine gittiler.
Sadece görüntü vermek için bir araya geldikleri ama aralarında halkın olmadığı iftarın yapıldığı çadırı bile söküp götürecek kadar nobran davrandılar.
Koskoca İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerinin deprem bölgesine mütevazı ilçe belediyeleri kadar destek vermemeleri, “nasıl olsa oy verecekler boşuna para harcamayalım” ikiyüzlülüğünün açık bir örneğiydi.
Sonuçta, millet kimin gösteriş, kimin hizmet için yanında olduğunu görerek tercihini yaptı ve oylarını çantada keklik gibi gören aptalları/ahmakları hüsrana uğrattı.
Öylesine büyük hüsrana uğradılar ki günlerdir karın ağrıları geçmedi, geçecek gibi de görünmüyor. Ağızlarından salya akıta akıta hakarete/aşağılamaya devam ediyorlar.
Depremzedelere karşı ilk kurumsal saygısızlığı Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi başlatarak misafir ettiği deprem mağdurlarını otellerden çıkarttı.
Onların çıkarttığına devlet sahip çıktı ama yaptıkları terbiyesizlik hafızalara kazındı.
Böylesine büyük bir terbiyesizliğe tepki gösterip yumruğunu masaya vurması gereken “genel merkez” cılız bir söylemden fazlasını yapmayınca hakaret ve aşağılama furyasına yandaşlar/fondaşlar/candaşlar, bir baltaya sap olamamış sanatçı, gazeteci kılıklı soytarılar katılarak koro halinde ötmeye başladılar.
İçlerindeki nefretin bir türlü dinmediğini 'Yılın ELLE Kapak Kızı' ödülünü almak için sahneye çıkan Eda Ece isimli oyuncunun(!) "Deprem bölgesine yaptığımız her şeyi onlar başkaları yapıyor sandı, sandıktan onu anladık" sözleriyle içindeki kini kusmasından anladık.
Bu utanç verici ifadelerin salondakiler tarafından alkışlanması organize bir kötülük şebekesi ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor.
Kötülüğü alkışlayacak kadar büyük bir nefret taşıyan toksik sosyoloji ile bir arada yaşamak zorunda olmak gerçekten büyük sabır gerektiriyor.
Yaptığı saygısızlık tepki gören Eda Ece; "Linçci tayfa sandık şakama da bozulmuş. Ben kendim özgür bir birey olarak, kendi özgürlüğümü savunup başkasının özgürlüğünü savunmayacak zekâda birisi değilim. İsteyen bardağa, isteyen tuzluğa oy verir. İsteyen Ahmet, isteyen Mehmet'e oy verir. Buna ben bir şey diyemem. Özgürlük sadece bana değil, herkese... Ben orada baştan sonra mizahi bir dili ele aldım. Eskiden Levent Kırca kafasında sabunla İSKİ'yi arıyordu da biz gülüyorduk... Fesatça, negatifçe bakmak linçi tayfanın işi. Ayrıca benim tek bir hassasiyetim. Benim kötü niyetle, kimsenin acısını travmasını tetiklemek gibi bir amacım yoktu." diyerek zırvalamaya devam etti.
Sözde sanatçı ama zekâ yok, duygu yok, vefa yok, saygı yok, seviye yok.
Sözde sanatçı ama kibir var, cehalet var, kin var, nefret var.
Beyni ile dili birbirine girmiş, tam bir oral diyare vak’ası. (Bu oral diyare vak’alarının hep kaybedenler kulübünden çıkması patolojinin ilgi alanına giriyor.)
Kapak kızı olmuş ama ellibinden fazla insanımızı kaybettiğimiz deprem ve depremzedelerin asla bir şakanın öznesi olmayacağını bilmiyor.
Felaketin mizahı olur mu?
“İsteyen bardağa isteyen tuzluğa oy verir, ben karışmam” diyerek kendisini savunmaya çalışıyor ama kendilerinin (sürüsünden bahsediyor) yaptığını söyledikleri yardımların depremzedeler tarafından hükümet tarafından yapıldığını zannedildiğini söyleyerek aslında bal gibi de isteyenin isteyene oy vermesini bir türlü içine sindiremediğini ve milleti aptal yerine koymaya kalktığını itiraf ediyor.
Faşizm işte böyle bir şeydir, kendilerinden ve mensubu oldukları sürülerinden başka herkes kötüdür.
Bu jakoben faşistlerin boylarını aşan kibirlerinden gına geldi, artık yeter.
Yaptıkları yardım yerin dibine batsın, alsınlar başlarına çalsınlar.
Hükümetten istirham ediyoruz, siyasi tercihleri nedeniyle depremzedeleri aşağılayarak hakaret edenlerin, yaptıkları yardımın tutarı ne ise tespit etsinler millet olarak gecikme zammıyla suratlarına çarpalım.
Yardımlarının da kendilerinin de canları cehenneme.
Bu arada ödül aldılar diye millete akıl vermeye kalkan prematürelerin ucuz gösterilerine dönüşen ödül törenlerine de bir çeki düzen verilmesinin zamanı gelmiştir.
Kimin kime ne ödül verdiği bizi ilgilendirmiyor ama ödül almakla dünyanın en büyük başarısını kazanmış gibi davranan kibir abidelerine de tahammülümüz yoktur.
Elbette herkes gibi sanatçıların da siyasi düşüncesi vardır ve olmalıdır.
Hatta bir siyasi partiyi destekleyebilirler de bunda bir sakınca yok.
Ama bir siyasi partiyi desteklemeleri desteklemeyenleri aşağılama hakkı vermez.
Ödül onlara siyasi tercihleri nedeniyle verilmiyor.
Haa siyasal görüşleri nedeniyle veriliyorsa o zaten ödül değil “kollamadır.”
Kollanarak kapak kızı olmakla boş tencereyle kapak olmak arasında hiçbir fark yoktur.
Ödül mü aldınız? Çıkarsınız sahneye kısa bir teşekkür konuşması yapar ve inersiniz.
Sonuçta vatan kurtarmıyorsunuz, oynuyorsunuz ve para kazanıyorsunuz.
Deprem sonrası binlerce vatandaşımızı canlı kurtaran yerli/yabancı yüzlerce fedakâr insanın bırakın mikrofonlara konuşmalarını çoğunu tanımıyoruz bile.
Görevlerini yapmanın huzuru onlara yetiyor. Can kurtardık diye ahkâm kesmiyorlar.
Sınırda nöbet tutan bir Mehmetçiğin bu ülkeye ve huzura katkısı yanında kapak kızı ya da dizi oyuncusu olmanızın hiçbir anlamı ve değeri yok. O zaman haddinizi bilin ve çenenize sahip olun.
Bu yalın gerçeği 2020 Altın Küre sunumunda İngiliz komedyen Ricky Gervais bakın ne güzel ifade etmiş?
“Bu akşam bir ödül kazanırsanız, burayı politik bir konuşma yapmak için platform olarak kullanmayın. Halka ders verecek pozisyonda değilsiniz. Gerçek dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Çoğunuz okulda Greta Thunberg’den daha az zaman geçirdiniz. Eğer kazanırsanız, buraya gelin, küçük ödülünüzü kabul edin, menajerinize ve tanrınıza teşekkür edin ve defolup gidin.”
Haksız mı?
Mesele hukuki olmasının çok ötesinde gazetecilik ahlakı ile doğrudan ilgilidir.
Hatırlanacağı üzere 2022 Temmuz ayında e-ticarette rekabeti sağlamak adına Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi ile ilgili Kanun tüm siyasi partilerin desteğiyle Meclis’ten geçmesine rağmen CHP Meclis’te “evet” oyu verdiği düzenlemeyi itiraz süresinin bitimine 1 gün kala AYM’ye taşımıştı.
AYM’ne başvurun; e-ticaret düzenlemesinin Genel Kurul’daki görüşmeleri sırasında “Namuslu, yerli, kaliteli ve tekellere savaş açan milli bir kanundur. Helal olsun Ticaret Bakanı’na” diyen dönemin CHP Grup Başkanvekili Engin Altay tarafından CHP Anayasa Komisyonu’na dahi bilgi verilmeden yapılması işin içinde bir bit yeniği olduğunu gösteriyordu.
Çoğunluk hissesi Çinli bir teknoloji şirketine ait olan firma yetkililerinin, piyasadaki tekelinin kırılacağı gerekçesiyle medya ve siyaset camiasına yasadışı olarak para aktarıp kanun aleyhine kamuoyu oluşturduğu iddialarıyla ilgili olarak İstanbul Başsavcılığı’nın 2023/122759 esas numarasıyla işleme aldığı suç duyurusu dilekçesinde, Cumhuriyet gazetesine aktarılan kayıt dışı paranın iki büyük çikolata kutusu içerisinde teslim edildiği öne sürüldü.
Söz konusu şirketin, kanunun uygulamaya girmesi için hazırlanan yönetmeliğe yaptığı itiraz Cumhurbaşkanı seçimine 3 gün kala Danıştay 10. Dairesi tarafından karara bağlanarak yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına hükmedildi. Ticaret Bakanlığı’nın 12 Mayıs’ta Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına yaptığı başvuru 1 hafta içinde karara bağlanması gerekirken, başvurunun üzerinden 1 aydan fazla zaman geçmesine rağmen Danıştay’ın yeni kararını açıklamadı. AYM ise henüz kendisine yapılan başvuruyu değerlendirmeye almadı.
Cumhuriyet Gazetesi’nde kayıt dışı para alınarak haber yapıldığı iddialarıyla ilgili tartışmalar sürerken, dürüst davranarak skandalı ortaya döken Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Mollaveisoğlu görevden alındı.
Bu konuyu işlediği yazısı “Cumhuriyet’te” yayımlanmayan Mollaveisoğlu, görevden alındığını sosyal medya hesabından “Etik tartışma yönetimde başlayıp yargıya ve basına yansıdı. ‘Taraf olursan görevden alırız’ dediler. Gazeteciliğin tarafında oldum. Görevden alındım” mesajıyla duyurdu.
Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Turan Karakaş, Birol Başaran ve Barış Doster Mollaveisoğlu’na yaptıkları destek açıklamasında; “Olaylar basına yansımadan önce yapılan son toplantıda Alev Coşkun söz konusu paranın kendi inisiyatifi ile alındığını söyleyerek TÜRMOB Başkan Yardımcısı olan ve aynı zamanda vakfın saymanı olan ve vakıf şirketinin yeminli denetçisi konumunda görev yapan Hüseyin Yıldız’dan konunun üzerinin örtülmesini istedi” ifadelerine yer verildi.
Mollaveisoğlu Cumhuriyet gazetesinde sansüre uğradığı için kendi sitesinden yayımladığı 'Cumhuriyet ne yapmalı?' başlıklı tarihe not düşen ibretlik yazısında yaşananları şöyle ifade etti. "6 ay önce Cumhuriyet gazetesinde genel yayın yönetmenliğine getirildiğimde gazete yönetiminde bir büyük tartışmanın içine düştüm.
Benden önceki dönemde gazeteye bir e-ticaret firması kayıt dışı para getirmiş, çıkarılan yasa ile ilgili bazı haberlerin yapılmasını istemişti.
Dönemin genel yayın yönetmeni parayı alıp yönetime vermiş ve bu haberler gazete sayfalarında yer bulmuş.
Normal şartlarda firmanın bir ilan karşılığı ya da advertorial (yazılı reklam) olarak yayınlayabileceği içeriği haber olarak istemesi ne kadar yanlış ise bunu kabul etmek de dönemin yöneticileri için vahim bir hata olmuştur.
Meslek ilkelerine ve gazetemize yapılan bu ihanet vakıf yönetiminde tartışma yaratmıştır.
Elbette ben de bu tartışmada yalın bir gazetecilik gerçeğinin yanında durdum.
Para karşılığı haber yapmak anlamına gelen bu ilişkiden sorumlu olanlarla ilgili gereğinin yapılmasını istedim. Gazete yönetimi bu ilişkiyi kuranları derhal uzaklaştırmalıydı.
Yapılması gereken açıkça ortada durmasına rağmen tartışma, vakıf yönetiminde gereğinden çok uzun sürdü. Sürdükçe gerilim arttı. Vakıf yönetimini ikiye bölen etik sorun gazete çalışanlarına da yansıdı. Birkaç gündür yönetimden yapılan ve gazetemizde yer alan “iç güçler gazeteye operasyon yapıyor, gazeteyi ele geçirmek istiyorlar” açıklaması doğru değildir.
Doğru olan ağır bir ahlaki tartışmanın vakıf yönetimini bölmüş olmasıdır. Kimse gazeteyi ele geçirmek istemiyor, verilen kavga gazetenin ilkelerinin savunulması ve eşsiz markasının korunması ile ilgilidir.
Bu tartışma mesleki, ahlaki, Cumhuriyet gazetesinin ilkelerini korumaya yönelik bir tartışmadır. Söz konusu şirket ile etik kuralları ihlal eden ilişkiyi kuranların gazeteden uzaklaştırılmasını isteyenler hedefe konulmuştur.
Konuyu yargıya taşımak zorunda kalan vakıf avukatımızın azledilmesi de doğru değildir.
Hukuk işlerinden sorumlu yürütme kurulu üyesi ve vakıf yönetim kurulu üyesi olan avukatın azledilmesi ve şikâyetlerden vazgeçilmesi üzerine savcılık takipsizlik verdi. Konu ile ilgili şikâyetler bu kez de şahsi olarak tekrarlandı.
Mesele hukuki olmasının çok ötesinde gazetecilik ahlakı ile doğrudan ilgilidir.
Bu vahim olay gazetede yayılmış, gazetecilik onuru için olağanüstü zor şartlarda çalışmayı göze alan arkadaşlarımız üzerinde derin bir üzüntü ve öfkeye neden olmuştur.
Gazetemizin tertemiz itibarına düzenlenen suikastten sorumlu olanlar gazete içindeki iç denetim sistemi ile hızla bertaraf edilebilecekken, bu çirkinliğin savunulması ve kamuoyuna taşınması hepimizi derinden üzmüştür”.
Cumhuriyet gazetesinden yapılan açıklamada ise Mollaveisoğlu suçlanarak; "Önce hukuken sonuçlanmamış sözleşmeleri kanıt göstererek iki konuda savcılığa şikâyette bulundular. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı her iki konuda da hukuken kovuşturmaya yer olmadığını belirterek takipsizlik kararı verdi. Bunun üzerine konuyu sosyal medyaya taşıdılar. En son olarak Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Mollaveisoğlu, suçlayıcı bir yazı yazdı. 6 aydır Genel Yayın Yönetmenliği yapan Mollaveisoğlu Cumhuriyet gazetesine uyum sağlayamadı. İyi bir televizyon programcısı olmasına karşın yönetim yeteneği gösteremedi. Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği makamının ne derecede önemli olduğunu özümseyemedi.” ifadelerine yer verildi.
Cumhuriyet Gazetesinden yapılan açıklamada konu geçiştirilmeye çalışılsa da Tuncay Mollaveisoğlu’nun iddiaları yenilir yutulur gibi değil.
CHP’nin kabul oyu verdiği yasanın, yine CHP tarafından dava açma süresinin bitimine bir gün kalan Anayasa Mahkemesine götürülmesi, Anayasa Mahkemesi henüz başvuruyu ele almadığı halde parayı verdiği iddia edilen şirketin başvurması üzerine Danıştay’ın seçimlerden üç gün önce bu kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelik için iptali kararı vermesi ve Cumhuriyet gazetesinde o şirketin istediği doğrultuda yayınlar yapılması, bu yaşananlara tepkinin Cumhuriyet gazetesinin görevine son verilen genel yayın müdürü Tuncay Mollaveisoğlu’ndan gelmesi ve Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Turan Karakaş, Birol Başaran ve Barış Doster Mollaveisoğlu’na yaptıkları destek açıklamasında; “Olaylar basına yansımadan önce yapılan son toplantıda Alev Coşkun söz konusu paranın kendi insiyatifi ile alındığını söyleyerek TÜRMOB Başkan Yardımcısı olan ve aynı zamanda vakfın saymanı olan ve vakıf şirketinin yeminli denetçisi konumunda görev yapan Hüseyin Yıldız’dan konunun üzerinin örtülmesini istedi” açıklamaları meselenin tahmin edilenden daha derin olduğunu göstermektedir.
Düğümü yargı çözecektir ama ortada inandırıcı cevap bekleyen ağır sorular vardır.
Misal; Para sadece Cumhuriyet’e mi götürüldü? Başka kişi ve kurumlara ya da medya organlarına çikolata kutusu gitti mi?
Anayasa Mahkemesine başvurulması için de bir para trafiği yaşandı mı?
Kanunu Anayasa Mahkemesine götüren Engin Altay; “ CHP olarak biz kanunun tam destek vermiştik. Ben o kanunun hala sapına kadar arkasındayım. O dönem verdiğim desteğe ilişkin de Mecliste gerekli açıklamayı yapmıştım. Anayasa Mahkemesi ile ilgili detaylara girmek istemiyorum. Bir iddia varsa benim üzerine değil Cumhuriyet Gazetesinin üzerine gidilmesi gerekir” derken neyi anlatmaya çalışıyor? Neden Cumhuriyet Gazetesini hedef gösteriyor.
Başka konularda da “özel haber/yayın” siparişi alındı mı?
Para resmi kayıtlara girmediyse nereye/kimlere gitti?
Konuyu yargıya taşımak zorunda kalan vakıf avukatı neden azledildi?.
Görevine son verilince Mollaveisoğlu’nun söyledikleri/yazdıkları yalan mı oluyor?
Rüşvet parası çikolata kutuları içinde getirildiğinde bağımsız(!) ve özgür(!) gazetecilik için bir sorun oluşturmuyor mu?
Noktayı Ziya Paşanın ünlü beyiti ile koyalım.
Onlar Ki Verir Lâf İle Dünyaya Nizâmât
Bin Türlü Teseyyüp Bulunur Hânelerinde”