“Seçim tek başına bir siyasal iktidara meşruiyet kazandırmaz. Örnekse 1980 darbesinden sonra 82 Anayasası halk oylamasına sunuldu. Darbe Anayasasını kabul edenlerin oranı % 91,37.Yani bu ülkenin insanlarının % 91 i darbe Anayasasına evet dedi.”
“Kitleler, Erdoğan’a oy veriyorsa o kitlenin sorgulanması gerek.”
Yukarıdaki ifadeler tahmin edebileceğiniz gibi; 25-26 Temmuz 2010 tarihlerindeki olağan kurultayda tek aday olarak girdiği ve 1251 delegenin tamamının oylarını olarak genel başkan seçildiği günden bu yana başkan olarak 13 yılda girdiği bütün seçimleri kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu’na ait.
Referandum bir öneriyi kabul ya da reddetme seçeneği sunar oysa seçim, seçmenlerin kendisini yönetecekleri çok sayıda aday arasından bizzat seçtiği bir süreç olduğundan Kılıçdaroğlu’nun verdiği örneğin seçimin meşruiyetiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Kaldı ki 82 Anayasasına % 91 ile kabul oyu veren millet, darbe yönetiminin açıkça desteklediği adayları emekli Orgeneral Turgut Sunalp yerine Turgut Özal’ı seçerek iradesine -darbeciler de dâhil- kimsenin ipotek koyamayacağını göstermiştir.
Öncelikle “kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” atasözünü hatırlatarak belirtelim ki seçim tek başına bir iktidara meşruiyet kazandırır.
Esasen meşruiyetin olmazsa olmazı halkın iradesinin tecelli ettiği “hür” seçimlerdir”.
Bu gerçeği tartışmak halkın iradesine saygısızlıktır.
Ülkemizde “açık oy gizli tasnif” gibi utanç verici bir uygulamanın sahibi olan partinin günümüzdeki genel başkanının kazanamadığı seçimin iktidara meşruiyet kazandırmadığını söylemesi tam anlamıyla lapsustur.
Bastırmaya çalıştığı faşizan ve totaliter zihniyetini dili ortaya dökmüştür.
Kaybettiği her seçimden sonra meşruiyet ve hile yapıldığı söylemlerine sarılarak seçmenlerine neden kaybettiğinin hesabını vermekten kurtulmaktadır.
Seçmenlerini kaybetmeye öylesine alıştırmıştır ki artık tuvalet terliği ya da kola kutusu bile aday gösterilse tıpış tıpış oy verecekleri bir kıvama gelmişlerdir.
Başarısızlığı alışkanlığa dönüştürmek yeteneği dikkate alındığında Guinnes Rekorlar Kitabına girecek bir başarıdan(!) söz etmek bile mümkündür.
1923 den 1945’ e kadar Türkiye’de tek parti olarak iktidar olan CHP 1946 yılında yapılan ilk çok partili seçimde oyların % 70 ini alarak iktidarını sürdürdü.
Bülent Ecevit’in genel başkanlığı döneminde 1973 ve 1977 seçimlerinde birinci parti olan CHP 1979 yılından bu yana iktidar yüzü göremedi.
Bu iktidar yüzü görememenin belki de en büyük nedeni halkın iradesine saygı duymamaktır.
“Kitleler, Erdoğan’a oy veriyorsa o kitlenin sorgulanması gerek.” İfadesi de bu saygısızlığın artık modern tıbbın ilgi alanına giren patolojik bir evreye dönüştüğünü göstermektedir.
Kimin kime oy verdiğini sorgulamak hiç kimsenin haddine değildir.
Bu saygısız dil ancak diktatörlere yakışan bir dildir.
Halkı sorgulamaya kalkanlar aynanın karşısına geçip önce bir kendilerine baksınlar, cesaretleri varsa da önce bir kendilerini sorgulasınlar.
PKK’nın ve Fetö’nün neden kendilerine pervasızca destek verdiklerini sorgulasınlar.
Bu ülkenin ordusuna kimyasal silah kullandığı iftirası atanlara neden sahip çıktıklarını, Jandarmasına ve Polisine cari açığı kapatmak için neden Fetö/PKK ağzıyla uyuşturucu ticareti yaptıkları iftirası attıklarını sorgulasınlar.
100 Yıllık Cumhuriyeti yıkacaklarını söyleyenlere kapalı kapılar ne sözler verildiği açıklasınlar.
Kumar/noter masasında aldıkları bir kararı neden Almanya’nın Ankara Büyükelçisinin onayına sunduklarını anlatsınlar.
Birileri iktidar için her yolu mubah görecek, terör örgütlerinin bile desteğine mazhar olacak, ama millet bu iki yüzlü zihniyete anlayışa oy vermediği için sorgulanacak öyle mi?.
Efendiler haddinizi bilin, siyasetçi halkı sorgulayamaz.
Siyasetçi halka hesap verir.
Milletin zekâsıyla dalga geçmeyin.
O zekanın zekatı verilse hepiniz birer Einstein olursunuz.
Bu ülkenin gerçek evlatları canlarını verecek kadar fedakârlık yaparken kendilerine oy vermeyen insanları küçümseyen, aşağılayan ve günahkâr ilan edecek kadar zıvanadan çıkan zihniyet darbeleri teşvik etmiş darbecileri alkışlamış ve en son 15 Temmuz alçak darbe girişiminde gördüğümüz üzere darbenin şerefine kadeh kaldıracak kadar utanç verici bir demokrasi düşmanlığı sergilemiştir.
15 Temmuz için kontrollü darbe ve tiyatro nitelemesi yapan ve darbelerden beslenen bir zihniyet için elbette ki seçimler bir meşruiyet aracı değildir.
Çünkü onların kastettiği meşruiyet ABD/AB’nin saflarında yer almaktır.
Onların kastettiği meşruiyet, Londra’nın tefecileri ile anlaşmaktır.
Onların kastettiği meşruiyet, İMF ile otel odalarında gizli pazarlıklar yapmaktır.
Onların kastettiği meşruiyet, Fetö’nün/PKK’nın desteğini almaktır.
Onların kastettiği meşruiyet, seçim kazanmak için kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerle ve namuslara emanet edilmiş protokollerle bakanlık dağıtmaktır.
Bu listeyi uzatabiliriz ancak kısaca onların kastettiği meşruiyetin iktidar olabilmeleri için işlerine gelen her şey olduğunu söyleyebiliriz.
İşlerine gelmeyen tek şey ise halkın iradesinin tecelli ettiği seçimlerdir.
Bugüne kadar ne yaptılarsa o iradeyi bir türlü teslim alamadırlar.
Teslim alamadıkları için de meşruiyet tartışmaları ile itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Fetö’nün yapımcılığını üstlendiği bir kaset operasyonu ile genel başkan olmak meşru ise halkın oyları ile seçilen iktidar neden meşru değil?
****
Bu ülke insanının % 91 inin darbe Anayasasına evet demesini, seçimin tek başına iktidara meşruiyet kazandırmayacağına örnek olarak veren Kılıçdaroğlu ve partisi geçmiş yıllarda PKK’nın baskı ve tehdidi ile Güneydoğu’da tek bir geçersiz oyun dahi çıkmadığı sandıklardan tulum çıkartan HDP’nin halkın oyları ile meclise girdiğini ve bu nedenle meşru bir siyasi parti olduğunu söyleyerek işbirliği yapılmasında hiçbir sakınca olmadığını ifade ediyorlardı.
Özgür Özel; Halkların Demokratik Partisi'ni 6 milyonun üzerinde aldığı oyla, meclise milletin yolladığı meşru bir parti olarak gördüklerini vurguluyordu.
Aldıkları oyu gerekçe göstererek HDP’nin meşru bir parti olduğuna öylesine inanıyorlardı ki birkaç bakanlık verilmesinin bile sorun olmayacağını söylüyorlardı.
6 milyon oy alan parti meşruydu ama 20 milyon oy alan iktidar meşru değildi.
Bölücü terör örgütünün siyasal uzantısı söz konusu olunca seçim meşruiyet kazandırıyordu ama iktidar söz konusu olunca seçim meşruiyet kazandırmıyordu.
Toplam oyları yüzde biri bile bulmayan dört partiye kendi listelerinden 38 milletvekilliği kazandıran seçim meşruydu ama aynı seçimi iktidar kazanınca meşru olmuyordu.
Yüzde kırk sekiz oy alan aday için seçim meşruydu ama yüzde elli iki oy alan aday için seçim meşru değildi.
Kargaları bile güldürecek bu tür kelime oyunları ile tuvalet terliğine ya da kola kutusuna bile oy vermeye razı sosyolojiyi ikna edebilirler ama ayda 500 TL ile gül gibi geçinen ve de sadece TRT’yi izleyen köylüleri ve depremzedeleri(!) ikna(!) etmek mümkün değildir.
Meral Akşener seçim sonuçları ile ilgili olarak ortağına örnek olacak bir davranış sergileyerek özeleştiri yaptı ve şunları söyledi.
“Sonuç itibariyle kaybettik. Lamı cimi yok kaybettik. Bu kaybetmeyi vay efendim seçmen bize neden oy vermedi diyerek böyle saygısız bir dille seçmeni aziz milleti sorgulayarak sonuç alamayız. Bunu büyük bir saygısızlık olarak görürüm.”
Bu kadar basit.
Ağır seçim yenilgisinin hemen ardından suskunluğa bürünüp, bizzat kendi mahallesinden gelen koltuğu terk et baskıları nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan Kılıçdaroğlu’nun yaklaşık üç ay sonra iktidarın meşruluğunu tartışmaya ve Erdoğan’a oy verenleri sorgulamaya kalkması gündemi değiştirmek amaçlı ucuz bir girişimdir.
Ümit Özdağ ile yaptığı gizli protokolden ve bakanlık vaadinden haberleri olmayan noter/kumar masasındaki ortakları ile masanın altındaki dostlarının yaşadıkları hayal kırıklığı ve aldatılmışlık duygusu kendisine olan güveni derinden sarstığından, başarısızlıktan onu sorumlu tutarak karşısında yer alan basının da destek vermemesi nedeniyle bu ucuz girişimlerle gündemi değiştirmesi mümkün değildir.
Verdiği namus sözünün bile gereğini yerine getirmeyen bir siyasi aktörün, bütün dünyanın takdir ettiği ve % 87 lik bir katılımla gerçekleşen seçimleri kazanan iktidarın meşruiyetini sorgulamaya kalkması, kaybettiği 12 seçime rağmen neden koltuğundan kalkmadığının sorgulanmasını önlemekten başka bir anlam taşımamaktadır.