Masalar çeşit çeşittir; yuvarlak, kare, dikdörtgen ve oval olabilirler.
Dört ayaklısı da üçayaklısı da tek ayaklısı da vardır.
Ahşaptan, metalden, camdan ve betondan da yapılabilirler .
Cinsi, şekli ve yapıldığı malzeme ne olursa olsun önemli olan masanın sağlam olması, kolay devrilmemesidir.
Ancak Masanın devrilmemesi; kalite ve özelliği ile ilintili olduğu kadar o masaya oturanların çap, ağırlık ve niyetleri ile de ilintilidir.
O yüzden herkesi her masaya oturtmazlar.
Ayrıca masaların oturanlar tarafından devrilmeyeceklerinin de garantisi de yoktur.
Hatırlarsanız bizim meşhur(!) ittifakın muhteşem(!) altılısı kafalarındaki farklı planları gerçekleştirebilmek için parlamenter sisteme dönüş konusunda uzlaştıklarını beyan ederek, günlerce süren tartışmaların ardından eşit temsile uygun olduğunu düşündükleri yuvarlak masada bir araya gelmişlerdi.
Böylece sıfır virgül küsurluk partilerle yüzde 25’lik yüzde 10’luk partilerin eşit söz ve karar hakkına sahip olduklarını gösterdikleri göz yaşartıcı bir demokratik özveri(!) örneği sergilenmişti.
Yuvarlak masa; stratejinin en derinini yazanları, görünmeden göbekte olanları, güz gülleri gibi hiç bahar yaşamayanları, dertleri zevk edinenleri, başbakanlık ihtimali ile mest olanları ve nihayet Gobbels’i mezarında ters döndürenleri bir araya getirmeyi başarmıştı.
Masanın görünür altılısı büyük bir iş başarmanın doyumsuz mutluluğu gülücükler saçıyor, tepelerinde mutluluk kelebekleri uçuşuyordu.
Çok ve büyük bir iş başarmışlardı başarmasına da toplum zihnine utanç verici uygulamalarla kazınmış 28 Şubat post modern darbesinin yıldönümünde açıklamayı yaparak ilk falsoyu da vermişlerdi.
28 Şubat post modern darbesinin en çok mağdur ettiği siyasi lider olan Erbakan’ın o dönemde maruz kaldığı aşağılayıcı küfür ve hakaretler unutulmamışken, onun siyasi mirasına konan Karamollaoğlu’nun 28 Şubat’ta açıklama yapmayı kabul etmesi de o kadar ibretliktir.
İlk falsoyu küçük siyasi hesaplara bağlayarak geçiştirmeye çalıştılar ama öyle bir ikinci falso var ki ona ihanet demek bile az kalır.
Yuvarlak masada imza altına aldıkları metni redakte etmesi için Almanya’nın Ankara Jürgen Schulz’a (11.04.2022/YeniŞafak/Hüseyin Likoğlu) gönderdikleri ortaya çıktı.
Hiçbir gerekçenin haklı gösteremeyeceği ve hiçbir şekilde savunulamayacak bu uygulamayı masadaki tek milletvekili olan ve Mecliste; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına namusu ve şerefi üzerine” and içen Kemal Kılıçdaroğlu yine aynı yemini eden Milletvekili Ünal Çeviköz aracılığı ile yaptırdı.
Günlerdir yazılıyor, çiziliyor, ısrarla soruluyor ama hepsinde ölümcül bir suskunluk var.
Sanki Omerta yemini etmiş gibiler.
Sosyal medyanın yalan haberleriyle, kışkırtmalarıyla, iftiralarıyla bülbül gibi şakıyanların bu açık “mandacılık” karşısında ağızlarını bıçak açmıyor?
Mesele sadece mutabakat metninin kontrolünden ibaret de değil.
Akrabalar bile bunların yabancılarla görüştüğü kadar sık görüşmüyorlar.
"Büyükelçiler trafiği" baş döndürücü bir hal aldı. Hangi büyükelçinin eli kimin cebinde belli değil.
Millete güvenemeyenlerin yabancılara bu kadar muhtaç olmaları sömürge valiliğine razı olduklarını gösteriyor.
Parlamenter sistemi güçlendirecekleri palavraları ile de mandacılıklarını kamufle etmeye çalışıyorlar.
Post modern mandacılar masasında 6 kişi oturuyor ama masaya yön ve talimat veren 2 patron daha var.
Bunlardan birini biliyoruz HDP.
Masada bedenen yok ama ruhu var.
Tavsiye, emir ve talimatlarıyla masadakileri tıpış tıpış yönlendiriyor.
Her fırsatta “Ben olmadan hiçbir şeysiniz, ayağınızı denk alın” diye uyarıyor.
HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada 6'lı bloktaki muhalefet liderlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısına güçlü bir adayla çıkılmaması durumunda 'büyük yanılgıların' yaşanabileceğini ifade ederek, "Bizim olmadığımız bir denklemde, Erdoğan'ın karşısına güçlü bir alternatif çıkarmak mümkün değil. Netice Macaristan gibi olur" diyerek aba altından sopa gösteriyor.
Altılıya o kadar büyük korku vermişler ki masayı devirmesinden korktukları Yavuz Ağıralioğlu bir çırpıda feda ediliyor.
Peki masada oturmadığı halde 6+1 in de üzerinde yetki ve güce sahip “karar verici” kim?.
Evet bildiniz, Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Jürgen Schulz.
Schulz, altılı ganyanın imzaladığı metni inceleme, kontrol etme ve düzeltme yetkisine sahip olacak kadar güçlü ve söz sahibi.
İngiltere ve ABD İstanbul belediye başkanına destek veriyorlar, Almanya Kılıçdaroğlu’na.
Sanki seçim İngiltere, ABD ve Almanya’da yapılacak.
"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk’ün Partisinin geldiği noktaya bakın.
Masa masa olalı böyle zulüm görmedi, oturanlar bir türlü oturmayanlar bir türlü.
Masada oturanların mutabık kaldıkları sistem “mandamenter sistem” olduğu için bir büyükelçiden icazet alınmasında sakınca görmüyorlar ve rezalet ortaya çıkınca da dut yemiş bülbül gibi susuyorlar.
Masadakilerin ortak noktaları mandacılık ancak hepsinin ayrı bir hesabı var.
Kılıçdaroğlu’nun hesabı adaylığını masadakilere kabul ettirmek olsa da bu henüz konuda beklediği desteği alamadığı “kriter” açıklamalarından anlaşılıyor.
Ayrıca masadakilerin kriterleri yeterli değil bir de HDP’nin, (sırtını dayadığı PKK’nın) ABD’nin, İngiltere’nin ve Almanya’nın (koruyup kolladıkları Fetö’nün) kriterleri var.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na göre Cumhurbaşkanı adayı; Devleti bilmeli, siyasetçi ve sağduyu sahibi olmalı. İttifakın bileşenlerine güven vermeli ve ortak hareket etmeyi temel ilke olarak kabul etmeli.(Kendisi bu tarife uyuyor mu?)
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e göre; Kazanacak bir adayla seçime gidilmeli. Almanya, Finlandiya cumhurbaşkanları gibi adı bile bilinmeyen derleyici, toparlayıcı bir kişi olmalı. (Adı bilinmeyen olunca yüzünde Rabbi Yesir okunan adı bilinenden vazgeçmiş olmuyor mu?).
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na göre: Seçimi alacak bir aday olmalı. Kutuplaştırıcı değil kucaklayıcı, ötekileştirici değil uzlaştırıcı, kuvveti değil, hakkı ve adaleti üstün tutacak, menfaati değil, hizmeti esas alacak biri seçilmeli.
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’a göre: 20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak. Seçilebilirlik. Seçim sonrası 20 yılda AKP tarafından 'devr-i sabık' muamelesine maruz kalan TC Devleti'ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisi olmalı. Gültekin’in açık açık gömdüğü küsuratlık iki partinin genel başkanlarından kriter açıklaması yok. Zaten onlar için kimin cumhurbaşkanı olduğunun ya da olmadığının önemi yok.
Önemli olan ne yapıp edip meclise girebilmeleri.
Seçim kanundaki değişiklik, küsuratların ittifak ortaklığı avantajıyla meclise girme planlarını bozunca masanın da dengesi bozuldu.
Dün etrafa gülücükler saçarak masada poz verenler bugün masayı devirmek için bahane arıyorlar.
Masa sadece oturanların kahrını çekmiyor.
İstanbul ve Ankara Belediye başkanları gibi devrilsin diye dört gözle bekleyenler yanı sıra bir de Ümit Özdağ gibi devirmek için dışarıdan tekme atanlar var.
Yuvarlak masa bu tekmelere ve devirme çabalarına daha ne kadar dayanır bilmiyoruz ama mandacılığa razı olanların kuzu kuzu oturtulacakları bir masanın her zaman kolaylıkla kurulabileceğini biliyoruz.
Suçlu Fetö olunca Mahkeme kararı geçersiz mi oluyor?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Hrant Dink Vakfı'nı ziyaret ederek şu açıklamayı yaptı.
“Hrant Dink'in, rahmetlinin, tetikçisi hapiste. Ama gerçek katiller henüz aydınlığa çıkarılmadı, henüz bulunmadı. Eğer siz 'Karanlık güç odaklarıyla mücadele edeceğim' diye yola çıkıyorsanız gerçek katillere ulaşmalısınız ve bulmalısınız onları. O zaman bu toplumda biz helalleşme düzeyine gelmiş oluruz. Helalleşebiliriz. Rakel Hanım'ın çok güzel bir sözü var; 'Bir çocuktan bir katil yaratan o derin karanlık'. O derin karanlığı sorgulamazsak üzerine gitmezsek çetelerle, yeraltı dünyasıyla iş birliği yapan o derin karanlığı mutlaka aydınlatmak zorundayız ve devletin içine çöreklenen o kişileri devletin içinden çekip çıkarmamız lazım” (17.04.2022 HABERLER.COM)
Peki iddia ettiği gibi gerçekten o derin karanlık sorgulanmamış üzerine gidilmemiş mi? Devlet içine çöreklenmiş o kişiler devletin içinden çekilip çıkartılmamış mı?
Aşağıda yazılanları okuyun gerçekleri kimin nasıl çarpıttığını ve devlet içinde çöreklenen o karanlık kişilere (yani Fetö’ye) kimin sahip çıktığına siz karar verin.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen bu davanın 2021 yılı Mart ayında açıklanan kararında şu hüküm yer aldı; “Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, söz konusu cinayet eyleminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün talimatları ve örgütün amaç ve ideallerine uygun olarak mahkememiz dosyasında hüküm kurulan sanıkların iştiraki ile işlendiğine kanaat getirilmiştir.”
Bu kapsamda FETÖ mensubu istihbaratçılar Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer başta 26 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet dahil süreli hapis cezaları verildi ve örgüt talimatıyla işlenen cinayet nedeniyle, elebaşı Fetullah Gülen ile Zekeriya Öz, Adem Yavuz Arslan, Ekrem Dumanlı, Faruk Mercan gibi isimler hakkında yakalama kararı çıkarıldı. (Dosya İstinaf Mahkemesi’nde).
Daha sonra açıklanan Gerekçeli Karardaki ayrıntılara göre; cinayet öncesinde örgüt mensupları eliyle tasarlanıp adım adım yürürlüğe koymak suretiyle gerçekleştirildi. Cinayetin önlenmesini sağlayacak deliller, haber mekanizmaları ve raporlar gizlendi. Cinayet anına dek failler takip edildi. Cinayet sonrası ise delil karartılarak örgütün izleri temizlendi. Örgüt yayın araçları üzerinden dejenere edilmiş bilgilerle devlet kurumları cinayetle irtibatlandırıldı. Cinayete ilişkin kamu memurlarına yapılan soruşturmalar örgüt çıkarları doğrultusunda yönlendirilip aleyhe olanları her çeşit baskı yoluyla susturulmaya çalışıldı.
Cinayetin, örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah Gülen ve oluşturduğu örgüt yönetim piramidinin sevk ve idaresi, emir ve talimatlarıyla gerçekleştirildiğine dikkat çekildi.
Gerçeği ortaya koyan bu net açıklamalara rağmen gerçek katillerin ortaya çıkartılmadığından söz etmek Fetö’ye arka çıkmak değil de nedir?
Peki şaşırdık mı?..
Bunların Müslümanlığı(!) bu kadar...
Danimarkalı aşırı sağcı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludann üstelik Ramazan ayında İsveç'in çeşitli kentlerinde polis korumasında Kur'an-ı Kerim yaktı.
Twitter hesabından; ''İsveç’te yaşananlara dair: Tüm Batı demokrasilerinde (konusu ne olursa olsun) ifade özgürlüğü esastır. Hukuk koruması altındaki ifade özgürlüğünün provokasyona alet edilmesine karşı verilen tek cevabın aşırı sağcı provokatörlerin amaçladıkları gibi şiddet olması büyük ahmaklık'' ” paylaşımında bulunan FETÖ'cü firarı sanık Bülent Keneş Kur’an-ı Kerim’in yakılmasını ifade özgürlüğü olarak değerlendirdi.
Yıllarca vatandaşa anlattıkları dinin İslam’la uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığını, onların dinlerinin batıya yalakalık olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilirdi?