İnternette arama motoruna girip sorguladığınız zaman kibri anlatan o kadar çok özlü söz var ki tamamını yazmaya kalksak sayfalar dolar.
Bunların içinden seçtiğim bazı güzel sözleri aşağıya aldım.
“Kibir edeni Allah alçaltır alçak gönüllü olanı yükseltir” Hz. Muhammed (SAV)
“Bilgisizliğin en büyüğü kendini beğenmektir”. Hz. Ali
“Kibir alçakların ahlakındandır.” İmam-ı Şafii
“Bir insanda kendini yüksek görme hırs ve şehvet söz söylerken soğan gibi kokar.” Mevlana
“Kibir aptallığın en açık belirtisidir.” S. Shipman
“Tevazu resimdeki gölgeler gibidir daha güzel ve daha derin gösterir.” Bruyere
“Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” Ledric Dumont
“Kendisini bilen halkın övmesine aldanıp mağrur olmaz”. Şeyh Mağribi
“Kibirli ve cimri adamın ne kadar vasıfları olursa olsun dikkate alınmaya değmez” Konfüçyüs
“Önemli olan büyük ve iyi görünmek değil gerçekten büyük ve iyi olmaktır.” Beethoven
“Meşe gölgesinde filizlenen yosunlar çok kere kendilerini meşe fidanı sanırlar.” Cenap Şehabettin
“Kibir bele bağlanmış bir taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur”. Hacı Bayram Veli
“İğne ile dağları kazarak yerinden kaldırmak gönüllerden kibir ve gururu çıkartmaktan kolaydır.” Ebu Haşim Sufi
“Bir insan ne kadar mütevazı ise o kadar yücedir. Ne kadar kibirli ise o kadar alçaktır”. Ali Etnirî
“Kibir ve inat bir kişinin kendini önce mükemmel görmesini sonra da sonunu oluşturur.” Tolstoy
Arapça “kibir” kökünden gelen kibir; TDK sözlüğünde “kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur” olarak açıklanarak Cemil MERİÇ’in "Kibirden vazgeçersek sevimli oluruz." ifadesiyle örneklenmiş.
İnsanlara sorarsanız kibirden şikâyetçi olmayan yoktur.
Ama şöyle bir etrafınıza baktığınızda kibirden/kibirliden de geçilmediğini görürsünüz.
Hem kibirden şikâyetçi olmak ve hem de kibirli olmak çelişkisinin sebebi ne derseniz standart bir açıklaması yok.
Ama yine de şu söylenebilir.
Kibir abideleri kendilerinin kibirli olmadığı iddiasındadırlar.
Onlar özel(!) insanlardır.
Başkalarından farklıdırlar, yetenekleri vardır.
Özel(!) ve farklı(!) olmak ve bunu hissettirmek “kibir” değildir.
Onlara göre “kibirli” olanlar başkaları olduğu için kibirli olmak kötüdür.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” la başlayıp “ben var ya ben” le devam eden kibir alametlerinin kabak gibi sırıttığı kendini beğenmişlerin edebiyatta, sporda ve sanattaki varlıkları, sahip oldukları yetenekler(!) nedeniyle bir dereceye kadar anlaşılabilir.
Kibri sizi rahatsız ediyorsa ciddiye almazsınız olur biter.
Kendilerini zorla okutup, seyrettirip alkışlatamazlar.
Efendimiz (SAV) “kibirliye kibir sadakadır” buyuruyor.
Bu tiplere gösterilen kibrin sadaka gibi bir değeri var.
Ama siyasetteki ve bürokrasideki kibirlilerin durumları biraz daha farklı.
Seçilmiş ya da bir göreve atanmış olmak kimseyi üstün kılmaz.
Kimse “bulunmadık Hint kumaşı” değildir.
Mezarlıklar; “ben olmazsam bu devlet batar” diyenlerle doludur.
Ama ülkemizde gerçekten garip bir şekilde kimi seçilmişlerle kimi atanmışların kendilerini tepeden gördüklerine, kanun nizam tanımadıklarına, egolarının zehir gibi saçıldığına tanık oluyoruz.
Bir dönem denetim hizmetleri yönetmeliğinde yer alan bazı maddelerin kişiye özel hükümler taşıdığı, bazı maddelerin bazı kanunlara açıkça aykırı olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini söylediğimiz başkandan makul bir açıklama beklerken, o oturduğu masasından doğrulup küçümser bir edayla bize baktıktan sonra; “Arkadaşlar ben böyle istiyorum” demişti.
Yine kontenjandan idareciliğe getirilen bir başkası; Bir ildeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfındaki zararın Kamu Zararlarının Tazminine Dair Yönetmelik gereğince tazmini için bir rapor hazırlamamı söylediğinde, bunun mümkün olmadığını çünkü SYDV’larının özel hukuk tüzel kişisi olduklarını ve Borçlar Kanunu hükümlerine tabi olduklarını hatırlattığımda; “önemli değil biz yapıyoruz” diyerek cehaletini ve tabii ki kibrini pişkince itiraf etmişti.
Bir başka kibir abidesi de ancak bir yıl kalabildiği Teftiş Kurulu Başkanlığı’na atanmasını “Allah’ın SHÇEK Genel Müdürlüğü’ne bir lütfu” olarak ifade etmişti.
Kibrin büyüklüğüne bakar mısınız?..
Siz kimsiniz arkadaşlar?..
Birilerinin elinden tutup atadığı faniler ya da zurnanın son deliği..
Sonuçta zurnadaki delikler başkalarının üflemesiyle ses çıkartırlar.
“Üfle”yen sen olmadıktan sonra zurnada delik olmanın bir anlamı yok.
Çünkü hükmün “üflen”diğin kadardır.
Yani üfleyen olmazsa varlığın bir anlam taşımaz.
Sen zurnalığa razı olduktan sonra üflenmeye de razısın demektir.
Bırakın zurnayı, zurnadaki bir deliğin kendisini atandığı yere lütuf olarak görmesi kibrin insanları ne hallere getirdiğinin acıklı bir örneğidir.
Aynı durum kimi siyasetçiler için de geçerlidir.
“Ben şu kadar oy aldım, kural mural tanımam” ya da “kurallar işime gelmiyorsa bildiğimi okurum” ; “ben, ben, ben…” yaklaşımı, ucuz kibir örneğidir.
Bu tür ucuz davranışlar “ucuzluktan hoşlanan” alıcıları mutlu edip size rant bile sağlayabilir.
Ya da “her zaman aldanmaya hazır bir kitlenin gözünde” itibar da kazanabilirsiniz.
Ama ne kadar farklı görünmeye çalışırsanız çalışın eğer içinizde kibir varsa ilelebet saklayamazsınız, günün birinde ortalığa saçılır.
Çünkü gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi “kötü” bir özelliği vardır.
Kibrin maskelenmesi bir yere kadar mümkündür.
“Bak kardeşim, Elini ver bana Gel kardeşim.
Neşe getirdim sana Al kardeşim.
Ye, iç, gül, oyna” muhabbetleriyle belirli bir süre ne kadar da sevgi dolu bir yürek taşıdığınıza (ikna olmaya hazır) insanları inandırabilirsiniz
Ama ağzınızdan çıkan bir kötü söz bütün bu algıları yerle bir eder.
Bir küçücük sivilcenin bir güzel yüzü berbat ettiği gibi.
Bir kibritin bir evi yok ettiği gibi.
Beyin saklar ama dil, fıtratı gereği “saklamaz/saklayamaz”.
En olmadık yerde ve en olmadık zamanda “pat” diye maskeyi indiriverir.
Lapsus ya da sürç-ü lisan dedikleri tam da budur.
Kibrin doruklarında gezinirken mütevazi görünmeye kalkmayacaksınız.
Sadece sizin kazanmanız halinde kuralları meşru, hukuku baş tacı etmeyeceksiniz.
Mütevazi bir “hiç” in bile kibirli “herşey” den daha değerli olabileceğini unutmayacaksınız.
Ve insanların gözlerinin içine baka baka yalan söylemeyeceksiniz.
Yalan söylemekten utanmıyor hatta bundan zevk alıyor olabilirsiniz, ancak insanların bu yalanlara inanmalarını isteyerek onları “aptal” yerine koymayacaksınız.
Hiç birimiz mükemmel değiliz.
Hepimiz hata yapabiliriz.
Marifet; hata yapıldığında kabullenebilmek ve aynı hatayı ikinci kez yapmamaktır.
Bir katırın bile aynı çukura ikinci kez düşmediğini unutmayalım.
Kendilerini hatadan münezzeh sayanlar ne yazık ki kibirlerine mahkum olmuş zavallılardır.
Ortada kabak gibi sırıtan yalanlar, yanlışlar, küfürler, tehditler ve hakaretler varken hiçbir şey olmamış gibi davranabilmek ise “pişkinlik” tir.
Yani pişkinlik kibrin ikiz kardeşidir.
Bu ikisinin yanına bir de “inat”ın katılması Tolstoy’un dediği gibi kişinin sonunu oluşturur.
Kibir, inat ve pişkinlikle yola çıkanlar belki dünyalık elde edebilir, makam mevki sahibi de olabilirler ama gönüllerde kalıcı olamazlar.
Çünkü çölde görülen serap sadece umut verir ama susuzluğu gidermez.
Gerçekle buluşmayan umudun sonu ise hayal kırıklığıdır.
Onun için siz siz olun kendinizi asla, “öttüğü için güneşin doğduğunu zanneden” horozlar gibi görmeyin..