"Trump yönetiminin içindeki direnişin bir parçasıyım" diye kendini tanımlayan bir yetkilinin Newyork Times’de yayımlanan mektubunda, "Sorunun temeli Başkan'ın ahlaksızlığı” ifadeleriyle yerden yere vurulan ABD’nin .dangalak Başkanı tarafından bizzat yürütülen ve ülkemizi hedef alan ekonomik savaş, gece gündüz demeden, her türlü ahlaksız yöntem kullanılarak acımasızca sürdürülürken, içimizdeki hainlerin bu savaşta ABD yanında yer almalarını affetmek mümkün değil.
Hayır hayır…
Açık açık ABD destekçiliği yapan, dolar yükseliyor diye zevkten dört köye olan ve sahte hesaplardan yalan haberler pompalayarak ülke batıyor diye kına yakanlardan bahsetmiyorum.
Onların ne mal olduklarını zaten bildiğimizden yaptıklarına şaşırmıyoruz.
Sözüm bu ekonomik saldırıyı ahlaksız bir kazanca dönüştürmek isteyen esnaf, tüccar, işletmeci, üretici, işadamı kılıklı kan emiciler..
Vatandaş yastık altındaki mütevazi birikimlerini TL’ye çevirip, tonlarca altını bozdurup bu savaşta devletinin yanında yer alırken bir sene önce üretilmiş ve dövizle ilgisi olmayan ürünlere bile vahşi zamlar yaparak halkı soymaya çalışmak en az ABD ve işbirlikçilerinin yaptığı kadar ahlaksızlık ve ihanettir.
Alın mesela salçayı..
Allah aşkına salçaya onbeş günde üçüncü kez yapılan zammı haklı gösterecek hangi gerekçe var.
üstelik 2017 yılında üretilmiş salçaya zam yapmak nasıl bir soygunculuktur.
Döviz girdisi olmadan üretilen süte, peynire, yağa yapılan zamlar fırsatçılık, hırsızlık ve hatta haysiyetsizlik değil de nedir?..
Hem fiyat yükseltilerek zam yapılmakta hem de vatandaş aptal yerine konularak gramajlarla oynanarak zam yapılmaktadır.
Daha kurban bayramı yeni geçmiş ve piyasa da yoğun bir talep olmamasına rağmen ete yapılan zammın hiç bir ekonomik gerekçesi yoktur.
Bu hainlerle, fırsatçılarla, ahlaksızlarla ekonomik savaş verilmez.
O halde devletimize düşen görev; ekonomik gerekçesi olmayan haksız, insafsız ve vahşi zamlar yapanları, stokçuları ve karaborsacıları analarından doğduklarına pişman edecek en sert yaptırımları uygulamak olmalıdır.
Serbest piyasa ekonomisi demek vurgunculuk demek değildir.
Bu utanmazlar isim isim, firma firma teşhir edilmeli vatandaş ta içimizdeki bu hainlerin kimler olduğunu bilip ona göre davranmalıdır.
Devletimizin ve halkın onurlu mücadelesi bu haysiyetsizlerin haram kazanç kapısı olmamalıdır.
Böylesine kritik bir günde bile şahsi çıkar hesapları yaparak devletimizin ve milletimizin istiklaline ve istikbaline yönelik saldırıları rant kapısı olarak görenlerle aynı gemide olamayız.
Gitsinler ABD’nin gemisine binsinler fırsatçılığı orada yapsınlar da görelim.
XXX
Geçen yıl genel denetim için gittiğim (…) İl’inde İl müdürümüz bizden önce ile gelen genç denetçinin makam aracının kendisine tahsisini istediğini bu nedenle ben ve diğer arkadaşlarıma verecek binek aracı bulunmadığını belirterek kiralık Fiat DOBLO aracın tahsisini uygun görüp görmediğimi sordu.
Ben de marka ve modelinin önemli olmadığını, bizi getirip götürecek bir araç olmasının yeterli olduğunu söyledim.
Bunun üzerine grup arkadaşlarımızla birlikte denetim yerlerine Fiat DOBLO araçla gidip gelerek görevimizi tamamladık.
Ancak; daha birkaç yıllık genç bir denetçinin bile makam arabası merakı beni rahatsız etmişti.
Bazı insanlar kendi hayatlarında elde edemeyecekleri imkanları kamu görevi yaparken kullanmayı marifet biliyorlar.
Üstelik bunu da hak olarak görüyorlar.
Lafı şuraya getirmek istiyorum.
Kamudaki araç saltanatı her dönem eleştiri konusu olmuş ve ne yazık ki bir türlü çözüm kavuşmamıştır.
06.09.2018 tarihli Habertürk dijital gazetede yer alan bilgilere göre;
“2018 yılı bütçe gerekçesine göre belediyeler dışında kamuda 110 bin 131 adet taşıt bulunuyor. Bunlardan 98 bin 852’si genel idare, 7 bin 77’si özel bütçeli, 4 bin 115’i yükseköğretim kurumları 87’si de düzenleyici ve denetleyici kuruluşlara ait.
Son yıllarda taşıt alımı ve kiralamalarına ilişkin bütçeden yapılan harcamalar hızlı bir artış trendinde.
2010 yılında 265.7 milyon lira harcanan taşıt alımlarına yapılan harcama; 2011 yılında 450.2 milyon liraya, 2012 yılında 581.2 milyon liraya, 2013 yılında 755.9 milyon liraya yükseldi. Bu yıldan sonra yapılan harcama ise daha hızlı arttı. 2014 yılında taşıt alımları için 953.7 milyon lira, 2015 yılında 1.5 milyar lira, 2016 yılında ise 2.3 milyar lira harcandı. 2016 yılındaki 2.3 milyar liranın 1 milyar liralık kısmı hava taşıt alımı için harcanmıştı. 2017 yılında ise taşıt alımlarına 1.1 milyar liralık harcama yapıldı.
Bu yıl Temmuz ayı itibariyle harcama 126.9 milyon lira.
Taşıt kiralamalarında da yıllar içinde hızlı bir artış yaşandı. 2010 yılında 111.7 milyon lira, 2011 yılında 133.8 milyon lira, 2012 yılında 158.7 milyon lira, 2013 yılında 220.2 milyon lira, 2014 yılında da 375.6 milyon lira harcandı. 2015 yılında taşıt kiralamaları için bütçeden 417.1 milyon lira aktarılırken, 2016 yılında 549.9 milyon lira, 2017 yılında da 557.6 milyon liraya yükseldi. Temmuz ayı itibariyle 7 aylık harcama 299.1 milyon lira oldu.”
Görevimiz gereği yapılan inceleme ve soruşturmalar sebebiyle çok sayıda kamu görevlisinin araç alım ve kiralamalarında nasıl marka ve model dayattıklarını ve nasıl keyfilikler yaptıklarını yıllardır görüyoruz, okuyoruz, duyuyoruz.
Artık kangren haline gelen bu sorunun çözümlenmesi devletimizin de milletimizin de yararına.
İşte bu gerekçelerden hareketle içinde karşı karşıya kaldığımız ekonomik saldırı ile mücadele başlığı altında “enflasyonla topyekun mücadele”, kapsamında, kamu araçlarında tasarruf için düğmeye basılarak Bakan Berat Albayrak imzası ile tüm kamu kurumları ve belediyelerden, sahip oldukları ve kiraladıkları araç envanterleri istendi.
Çıkarılan envanter listesinin 14 Eylül'e kadar Bakanlığa gönderilmesi gerekiyor.
Böylece ilk defa kamu ve belediyelerin sahip olduğu araçlarla ilgili net fotoğraf ortaya konulmuş olacak.
Yine bu kapsamda kamuya alınan araçların Türkiye'de üretilmesine dikkat edilecek. Araçların modelleri de düşürülecek.
Ülkemizde üretilen araçlar varken üstelik kamuda, terör örgütü destekçilerine ve darbecilere destek veren ülkelerden ithal edilen araçların kullanılması bize sıkılan kurşunların finansmanını sağlama değil de nedir?..
Kamu görevlileri özel hayatlarında istedikleri aracı kullanabilirler.
Ancak kamu; araç/makam ve statü sevdasının tatmin yeri olmamalıdır.
XXX
Yargıtay 21. Hukuk dairesi tarafından alınan bir karar kayıt dışı çalıştırıldıkları tahmin edilen 7 milyon işçiye adeta müjde niteliğinde.
Bu kararla birlikte, işverenin primlerini ödemediği işçiler de emekli olabilecekler.
Özellikle; mevsimlik işlerde, tarım, tekstil ve inşaat sektöründe sigortasız, yani kayıt dışı çalışanlar varlığını biliyoruz.
İşte bu durumdaki kişilerin önünde fırsatlar var.
Sigortasız çalışılan sürede işveren SGK'ya işe giriş bildirgesi vermemiş ise 'hizmet tespiti davası' açılabiliyor.
Bu durumda, işten ayrılma tarihinden sonra 5 yıl içinde tespit davası açılması gerekiyor. Ancak; işveren, SGK'ya işe giriş bildirgesi vermişse, 5 yıllık zaman aşımı söz konusu değil.
Yargıtay 21'inci Hukuk Dairesi'nin kararına konu olan olay şu.
İzmir'de çalışan 68 yaşındaki bir işçi, gün sayısını ve yaşını doldurmasına rağmen aylık alamadığı için, Karşıyaka 2. İş Mahkemesi'nde açtığı davayla, 6 bin 74 gün çalışması olduğunun tespitini istedi. Ancak mahkeme, bu kişinin SGK'ya bildirilmeyen 4 bin 964 gün sigortalı çalışması olduğunu belirledi ve tespit kararı Yargıtay tarafından onandı. Bunun üzerine işçi SGK'ya yaşlılık aylığı bağlanması için başvurdu.
SGK işveren tarafından prim ödenmediği ve kurumun da tahsilat yapmadığı, bu nedenle 5 bin günlük prim ödeme koşulu oluşmadığı gerekçesiyle talebi reddetti.
Daha sonra İzmir 8. İş Mahkemesi'ne dava açan işçi, Karşıyaka 2.İş Mahkemesi'nin kararının kesinleşme tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesini istedi. Mahkeme, davayı reddetti ve işçi bu kez temyiz için Yargıtay'a başvurdu.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi; son derece yerine ve isabetli bir kararla ödenmeyen primlerin işverenden tahsil etme görevinin SGK'ya ait olduğunu belirterek yerel mahkemenin kararını bozdu ve dava sonucunda işçiye emekli aylığı bağlandı.
Yargıtay’ın bu kararı son derece isabetlidir.
Yargıtay bu kararıyla bu kararıyla bir yandan; kamu kurumlarının görevlerinin gereği olan işlemleri tam ve zamanında yapmamalarının kişilerin hak kaybına neden olamayacağını ortaya koyarak bu güne kadar çalışanlar aleyhine yürütülen uygulamaya son verirken diğer yandan da yaklaşık 7 milyon çalışana umut kapısı olmuştur.
Gerçekten de işverenden primleri tahsil etme görevi SGK’ya ait olduğuna göre, bu tahsilatın yapılmaması/yapılamamasından dolayı işçinin mağdur edilmesi hakkaniyete uymamakta idi.
Böylece adalet yerini bulmuştur.
Durumları bu olaya benzeyen çalışanların haklarını arayabilmelerine yardımcı olmak için paylaşayım dedim.