ABD Büyükelçiliği sosyal medya hesabından yayımlanan; Fransa, Almanya, Danimarka, Finlandiya Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda'nın Ankara büyükelçilerinin de imzaları bulunan bildiri ile Gezi olayları bağlantılı davalarda 'cebir, şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs' ve 'casusluk' suçlamasıyla tutuklu bulunan Kavala Grubu'nun sahibi Osman Kavala'nın '(Meral Akşener: "En mülayim kuzenimiz Osman Kavala" Veryansın TV 21 Şubat 2020) derhal serbest bırakılması' istendi.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı. “Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir.
Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.”
Dışişleri Bakanlığı, 10 ülkenin büyükelçi ve büyükelçilik yetkililerini bakanlığa çağırarak, şu mesajlar verildi: "Bağımsız yargı tarafından yürütülen hukuki bir süreçle ilgili sosyal medya üzerinden yapılan açıklama hadsiz ve kabul edilemez. Hukuki süreçlerin siyasallaştırılmasına ve Türk yargısına baskı yapmaya yeltenen bu açıklamayı reddediyoruz. Açıklama, büyükelçilerin savunduklarını iddia ettiği hukukun üstünlüğü, demokrasi ve yargı bağımsızlığına da aykırıdır. Türkiye, anayasasında da belirtildiği üzere insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devletidir ve Türk yargısı bu tür sorumsuz açıklamalardan etkilenmez."
Bakanlık, AİHM'in özellikle Batı Trakya Türk azınlığına yönelik hukuk dışı uygulamaları nedeniyle Yunanistan hakkında verdiği kararları hatırlatarak, "Bazı ülkelere yönelik verdiği kararların yıllardır uygulanmamasını görmezden gelen büyükelçilerin, sadece Türkiye ile ilgili davalara odaklanmalarının ve özellikle Kavala davasını ısrarla gündemde tutmaya çalışmalarının samimiyetsiz ve çifte standartlı bir yaklaşım olduğuna dikkat çekerken, "Diplomatların Viyana Sözleşmesi kapsamında görevlerinin sorumlulukları içerisinde kalmaları gerektiği" uyarısını da yaptı.
Büyükelçilerin özellikle yargı gibi hem bağımsız hem de ülkelerin egemenlik hakları kapsamına giren konularda 'müdahil' olmaları diplomasiyle bağdaşmadığı gibi Viyana Sözleşmesine de açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin (18 Nisan 1961) 41.maddesinin1. fıkrasında; “Ayrıcalıklarına ve bağışıklıklarına hâlel gelmeksizin, bu gibi ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan bütün şahıslar kabul eden Devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmekle yükümlüdür. Anılan Devletin iç işlerine karışmamakla da bu şahıslar keza yükümlüdür.
Aynı sözleşmenin; 9/1maddesinde; “Kabul eden Devlet, herhangi bir zaman ve kararının gerekçesini açıklamak zorunluluğunda olmaksızın, gönderen Devlet misyon şefinin veya misyon Diplomatik kadrosunun herhangi bir üyesinin istenmeyen şahıs (Persona non grata) olduğunu veya misyon kadrosunun herhangi bir başka üyesinin kabule şayan olmadığını bildirebilir. Bu takdirde, gönderen Devlet, duruma göre, ilgili şahsı geri çağırır veya misyondaki görevine son verir. Bir şahıs kabul eden Devletin ülkesine gelmeden önce de istenmeyen veya kabule şayan olmayan şahıs olarak ilân edilebilir.
9/2 maddesinde; Gönderen Devlet bu maddenin 1. fıkrasında kayıtlı yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddeder veya makul bir süre içinde yerine getirmezse, kabul eden Devlet ilgili şahsı misyonun bir üyesi olarak tanımayı reddedebilir.” Hükümleri yer almaktadır.
Bir kuşun ki kadar beyni olan herkesin anlayacağı şekilde ifade edildiği üzere; yabancı misyon görevlileri hiçbir şekilde bulundukları ülkenin kanunlarına ve nizamlarına uymakla ve iç işlerine karışmamakla yükümlüdürler.
Aksine davranmaları halinde Viyana Sözleşmesinin 9/1 maddesi gereğince de istenmeyen şahıs (Persona non grata) ilan edilip ülkelerine postalanabilirler.
Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı bu hususu açıkça vurgulayarak; "Yatıyorlar, kalkıyorlar, Kavala, Kavala… Kavala dediğin, Soros'un Türkiye şubesi. 10 tane büyükelçi onun için Dışişleri Bakanlığı'na geliyor. Bu ne terbiyesizliktir ya? Siz burayı ne zannediyorsunuz ya? Burası Türkiye, Türkiye. Burası öyle zannettiğiniz gibi bir kabile devleti değil. Burası anlı şanlı Türkiye. Bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Bu büyükelçilerin "istenmeyen kişi" ilan edilmeleri için Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na talimat verdim. Zira bunlar Türkiye’yi tanıyacaklar, anlayacaklar, bilecekler, bilemedikleri anlamadıkları gün burayı terk edecekler” dedi.
Almanya gibi kendi ülkesinde katledilen Türklere ait cinayetleri, yıllardır aydınlatmadığı gibi üstünü örtmeye çalışan, Fransa gibi Cezayir’de bir milyon Ruanda’da 900 bin insanı katleden, ABD gibi işgal ettiği ülkeler halklarına ve kendi ülkesindeki siyahilere en ağır ve insanlık dışı muameleleri reva gören, kendi vatandaşı olan Gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürten Suudi Prens Muhammed Bir Selman’a yaptırım uygulayamayacak kadar aciz, hukuka ve insan haklarına saygısız, demokrasilerin ırz düşmanları olan darbecilere kucak açacak kadar haysiyetsiz ülkelerin bağımsız Türk Mahkemesinde yargılanmakta olan bir kişinin derhal serbest bırakmalarını istemeleri kelimenin tam anlamıyla dangalaklıktır.
252 şehidimizin katili Fetö’yü bir TIR dolusu belgeye rağmen iade etmediği gibi bağrına basmaya devam eden ABD’nin haktan adaletten bahsederek böyle bir bildiriye öncülük etmesi ile fahişenin namustan, kalpazanın dürüstlükten, söz etmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Kendi ülkelerinde Türkiye’ye yönelik aşağılık ve ahlaksız iddialarla ilgili işlem yapılması istenildiğinde “yargı bağımsız karışamayız” diyenler Türk yargısına talimat vermeye kalkmaktadırlar.
Yargıya hiçbir organ makam, merci ve kişinin emir veremeyeceği Anayasamızın 138. Maddesinde bırakın normal zekâlıları, embesil’lerin bile kolayca anlayabilecekleri bir açıklıkta ifade edilmiştir.
Anayasa Madde 138; “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Ya bu ülkenin Anayasasına, yasalarına ve yargısına saygılı olacaklar ya da defolup gidecekler.
Nitekim Sayın Cumhurbaşkanının yapılan terbiyesizliği asla kabul etmeyeceğini belirterek istenmeyen adam ilan edilmeleri için talimat verdiğini açıklamasının ardından tıpış tıpış geri adım attılar.
İlk açıklama ABD Büyükelçiliğinden geldi.
ABD Viyana Sözleşmesinin 41. Maddesini teyit ettiklerini açıkladı, ardından diğerleri aynı açıklamayı yapmak zorunda kaldılar.
Egemenlik haklarınızı korumak konusunda kararlı durursanız işte muhataplarınızı böyle yola getirirsiniz.
Ve bu küstah açıklamalara tepki gösteremeyerek laf salatası yapan içerideki işbirlikçileri de böyle açığa düşürürsünüz.
New York Times Gazetesinin haberine göre bu küstah bildirinin arkasında bizzat Joe Biden var.
Nasıl olsa on’ umuz bir araya gelirsek Türkiye bizi karşımıza alamaz diye düşünüyorlardı.
Böyle düşünürken de muhtemelen içeride iktidar vaadinde bulundukları dostlarına(!) güveniyorlardı.
Ama kararlı duruş planlarını bozdu.
Bir tarafta devlet kararlı bir duruş sergilerken diğer taraftan küstah açıklamaya imza koyan Finlandiya Büyükelçisi Ari Maki’nin eski Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL tarafından kabul edilmesi açıkça kendilerine destek vermek değil de nedir?
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapmış bir kişi, ülkesinin yargısına talimat vermeye kalkan ve Viyana Sözleşmesini çiğneyen bir büyükelçiyi kabul etmekle, “ben yaptıklarınızı onaylıyorum demiştir.”
2003 yılında dönemin Başbakanı olarak kendi imzasıyla Meclise gönderdiği Tezkerenin geçmemesi için kulis yapan bir kişinin, içişlerimize burnunu sokan bir büyükelçiyi kabul ederek saygısızlığı ödüllendirmesi kendisi açısından sorun olmayabilir.
Hatta bugüne kadar yaptığı gibi içeride etliye sütlüye karışmayan dışarıda yabancılara şirin görünme politikasına uygun da olabilir.
Ancak; Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir devletin Cumhurbaşkanlığını yapmış bir kişinin Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına saygı duymayan ve yargısına emir vermeye çalışan bir büyükelçiyi kabul ederek ona destek görüntüsü vermesi devlet adamlığı ciddiyetine yakışmamıştır.
Yoksa zât-ı âlî’leri Finlandiya Cumhurbaşkanlığı için çatı adayı olmayı mı düşünmektedirler?..
Sayın Kılıçdaroğlu twitter hesabı üzerinden; “Ülkeyi hızla uçuruma sürükleyen şahıs bu sefer de 10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmesi emrini vermiş. Açıkça söylüyorum bu hareketlerinin sebebi milli çıkarları korumak değil, mahvettiği ekonomiye suni gerekçeler yaratma çabasıdır. Dönüp bir bak halkın sofrasına” açıklamasını yaparken Viyana Sözleşmesinin 41/1.maddesi ve Anayasamızın 138.maddesini açıkça ihlal eden açıklama sahiplerine tek bir cümlelik eleştiri getirememiştir.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasını okuduğunuzda sanırsınız ki ortada fol yok yumurta yokken Sayın Cumhurbaşkanı istenmeyen adam ilan edilmesi talimatını vermiş ve bu davranışı ile milli çıkarlar korunmazmış.
Yargıya emir ve ayar vermeye kalkanların hiç mi kusuru yok, bunun neresi sun’i gerekçe?..
Sayın Cumhurbaşkanı istenmeyen adam ilan edilecekleri restini çekmese eleştirmekten ödünüzün koptuğu yabancılar geri adım atarlar mıydı?..
“Dış politikada bir tutarsızlık, istikrarsızlık ve çözümsüzlük durumu, kronikleşmiş şekilde devam ediyor. İYİ Parti iktidarında; bu garip anlayışa, derhal son vereceğiz. Bizimle birlikte, rasyonel, planlı ve programlı, tutarlı ve istikrarlı bir dış politika anlayışı gelecek. Atatürk'ün koyduğu o büyük vizyona uygun şekilde, düşman değil, dost kazanan bir anlayışla adımlar atacak ve mevcut saat uygulaması da dâhil olmak üzere, Türkiye'yi dünyadan koparan tüm engelleri kaldıracağız. Dünya'nın saygın Türkiye'si, Türkiye'nin İYİ Parti'si olacağız. Sığınmacı sorununu çözmeye yönelik hamleleri de, gelir gelmez, süratle yapacağız”. diyen Sayın Akşener’in açıklamasının da ortağınınkinden bir farkı yok.
Dikkat edilirse her ikisinin ifadelerinde de on temsilci ile ilgili hiçbir eleştiri yok.
Beylik cümlelerden ibaret, sade suya tirit, laf olsun kabilinden sıradan bir açıklama..
Elbette 10 kişi hakkında istenmeyen adam ilan etmenin elbette ekonomik ve siyasi bir bedeli vardır.
Ancak; Devlet egemenlik haklarının korunması için bu bedeli ödemekten çekinmediğini göstermiştir.
Ve bu kararlılık 10’yu çeteye geri adım attırmıştır.
Egemenlik; uluslararası karar vericilere şirin görünmekle değil, bedeline olursa olsun onu koruma kararlılığında olduğumuzu göstermekle korunur.
Ötesi boş laftan ibarettir.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı….
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu TV100'de katıldığı programda Pınar Işık Ardor'un sorularını cevapladı.
Devlet yöneticilerinin makam aracı olarak Mercedes tercih ettiğini öne süren Karamollaoğlu, “Türkiye'de eğer 500 Mercedes araba varsa makam aracı olarak kullanılıyorsa günahtır. Ne olmuş Renault'a binseler' diye konuştu.
Karamollaoğlu 'Sizin makam aracınız ne?' sorusuna 'Mercedes' karşılığını verdi.
Makam aracı olarak Mercedes kullanılması günahsa ve bu günahı Sayın Karamollaoğlu da işlediğine göre, kimi neden eleştirdiğini anlayamadık.
Ayrıca Mercedes yerine neden Toyota, Hyundai, Fiat, Honda değil de Renuault?
Kendisine iki sorumuz var.
Bir, madem ideal makam aracı Renault, neden kendisi kullanmıyor?..
İki, Makam arabası olarak Renault’un hangi modeli tercih edilmeli?.