İçinde bulunduğumuz Pandemik süreçte en ağır yükü sağlık çalışanlarının taşıdıklarını bildiğimiz halde üzerlerine yeni yükler yüklemeye devam ediyoruz.
Mesela topluma örnek olması gereken bir belediye başkanı ve meclis üyeleri maske, mesafe hiçe sayarak halay çekiyorlar, özel villalarda, teknelerde dip dibe partiler veriliyor, kınadan, düğünden, danstan, göbek atmaktan vazgeçmeyenler virüse gel gel yapıyorlar.
Gösterdikleri bütün özene rağmen ölümcül virüse yakalanma riskleri çok yüksek olan sağlık çalışanlarının olağanüstü fedakarlıklarına rağmen ancak akıl yetersizliği ile açıklanabilecek pandemi kurallarına uymamakta direnmek ve bunu gurur duyulacak bir davranış gibi sunmak, virüsün yayılma hızında düşüşü önlemekle kalmıyor sosyal ve ekonomik hayatta normalleşmeyi de geciktiriyor.
Normalleşmenin gecikmesi sağlık çalışanları yanı sıra Huzurevleri, Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Engelsiz Yaşam Merkezleri, Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri gibi yatılı sosyal hizmet kuruluşlarında başlangıçta 14 gün olarak uygulanan sonrasında onar günlük kapalı çalışma sistemine göre görev yapan personelin aileleri, çocukları ve işleri arasındaki dengenin bozulması; birer ikişer istifa etmelerine ya da işlerini kaybetme korkusuyla ve huzursuz bir şekilde çalışmak zorunda kalmalarına neden oluyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada ifade ettiği üzere özellikle huzurevlerindeki yaşlılarımızın Koronavirüs’ten korunmaları konusunda gösterilen çabalar Dünya Sağlık Örgütü tarafından takdir edilmiş ise bunda o kuruluşlarda görev yapan fedakar çalışanların çok büyük bir rolü olmakla birlikte, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yedi ayı aşkın bir süredir zor şartlarda görev yapan fedakar personeline Sağlık Bakanlığı çalışanlarında olduğu gibi ek bir maddi imkan sağlamamıştır.
Dünya Sağlık Örgütünün de takdirini kazanan fedakarlık kuru birer teşekkürle geçiştirilemeyecek kadar değerlidir.
Adında aile olan bakanlığın, kadınların ağırlıklı istihdam edildiği kuruluşlarında personelin dışarı çıkmadan on günlük süreyle görev yapmaları uygulamasıyla evde bıraktıkları çocuklarına kimin bakacağı düşünülmemiştir.
Aynı evde hem yüz yüze, hem on-line eğitim alan, hem de okula gitmeyen çocukları olan ailelere yönelik alternatif getirilmemiş, bu durumdan şikayetçi olanlara da Bakanlığın emri denilerek tercih şansı bırakılmamıştır.
Bir yandan kadın istihdamının arttırılmasından söz edilirken diğer yandan bakanlığın kendi bünyesindeki sosyal hizmet kuruluşlarında çalışan kadınları zorlamaya başlayan çalışma şartlarının iyileştirilmesine yönelik önlemler alınmaması düşündürücüdür.
İşlerini kaybetmek korkusuyla yaşadıkları zorlukları şikayet etmekten çekinen özellikle kadın çalışanların seslerinin Sayın Bakana ulaşması, alt kademelerdeki yöneticiler tarafından illerinde ya da kuruluşlarında sorun var görüntüsü vermemek için önlenmeye çalışılmaktadır.
2019 yılı Nisan ayında emekli olmakla birlikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ağırlıklı olmak üzere son 34 yılı Teftiş Kurulunda, 19 yılı Teftiş Kurulu Başkanlığı olan görev sürem içindeki ilişkilerim nedeniyle bilgi sahibi olduğumdan sıkıntılardan sayın Bakanın bilgisi olmasa da ilgili bürokratların duymamaları mümkün değildir.
Çocuklarına bakacak kimsesi olmayan çalışanlardan çaresiz kalanlar istifa etmeye başladılar, istifa etmeyenler ise bu duruma daha ne kadar dayanacaklarını bilmiyorlar.
Bazılarının çocukları eğitimi ile ciddi sorunlar yaşanmaya başladı.
Hem anne ve hem de babanın çalıştığı ailelerde çocuklar başıboş kaldılar.
Akılları evlerinde ve çocuklarında kalan çalışanlardan nasıl verim alınacak?..
Bu çocukları virüsten kim koruyacak, anne babalar eve döndüklerinde bulaşma nasıl önlenecek?..
Hizmet alımı yolu ile çalışırken kadroya geçirilenlerin istifa etmeleri halinde yerlerine aynı statüde eleman alınamaması yakın gelecekte ciddi bir personel açığına neden olacaktır. Ancak bu riske rağmen Bakanlığın sözü edilen kuruluşlarda bakım ve temizlik personeli alımına yönelik bir istihdam planlaması olup olmadığını bilmiyoruz.
İşten ayrılan, kronik rahatsızlıkları nedeniyle ya da rapor alarak işe gelmeyen personelin yerine eleman almayarak mevcutlardan daha fazla fedakarlık beklenmesi rasyonel ve sürdürülebilir bir politika değildir.
Çalışma standartlarını belirlemekle ve denetlemekle yükümlü bir bakanlığın kendi çalışanlarının çalışma şartlarını iyileştirmek için adım atmaması, olumsuz çalıma şartlarından kaynaklanan sorunların çözümünü de engellemektedir.
Her on günde bir test yaptırmak zorunda kalan ve on günlük kapalı çalışma süresi içinde ailesi ile bağları kesilen çalışanların motivasyonlarını arttırmak için rehabilitasyon programları uygulanmalı, gerekirse personel rotasyonu yapılmalıdır.
Okula giden, online eğitim alan ya da evde kalan çocukları kontrolsüz kalan personele destek olunmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da büyük bir yatılı sosyal hizmet kuruluşunda çalışan bir tanıdığım aradı.
Birlikte görev yaptığı arkadaşı pozitif çıktığından temas nedeniyle Sağlık Müdürlüğü tarafından aranarak Aile Hekimine gitmesi ve verilecek 15 günlük rapor süresi içinde kendisini izole etmesi talimatı verilmesi üzerine aldığı raporu kuruluşa götürdüğünde derhal raporu iptal ettirip görevine başlaması gerektiğini söylediklerini anlattıktan sonra; raporu kendi isteği ile almadığını, Sağlık Müdürlüğünden arandığı için Aile Hekimliğine giderek rapor aldığını, ancak kendileri iptal ettirirse görevine gelebileceğini söylemiş.
Kuruluş müdür yardımcısı Sağlık Müdürlüğünü arayarak raporu iptal etmelerini istemiş.
Ancak Sağlık Müdürlüğü bunun mümkün olmadığını Pandemi kuralları gereğince rapor sahibinin 15 gün evde izole olması gerektiğini söylemiş.
Sonuçta 15 günlük izolasyon süresi bitiminde yaptırdığı testi negatif olan çalışan görevine başlamış ama başlar başlamaz idare savunmasını almış.
Efendim aynı vardiyada çalışmadığı halde neden temasta bulunmuş? vardiya görevi bittiği halde neden hemen kuruluştan ayrılmamış ?..
Bu kuruluşlarda çalışanlar bilir, vardiyası biten pat diye görevi bırakmaz, yerine gelene teslim eder, bir sorun varsa söyler, bilgi verir, görev devir teslimi yapılarak ayrılırlar.
Kuruluş yönetimi kendilerine ilgili personel tarafından sözlü olarak bilgi verilmesine rağmen Sağlık Müdürlüğünün talimatıyla izole edilmesi için rapor verilen bir görevlisinden savunma istiyor.
Bu ilkel kafayla salgın nasıl önlenecek?..
Hadi cahilleri anladık ta bir resmi kuruluşun yöneticileri neyin peşindeler? anlayamadık.
Aylardır onar gün kuruluştan çıkmadan çalışarak fedakarlık yapan çalışanlara teşekkür etmek yerine Sağlık Müdürlüğünün talimatıyla rapor aldıkları gerekçesiyle neredeyse ceza verilecek?
Yine bir başka ilde bir İl Müdürü yapılan hukuksuzluk ve keyfilikleri söylediği için kafayı taktığı bir kuruluş müdür yardımcısına ceza vermek için şu kritik dönemde; “Vali’nin eşini karşılamaya gelmediği” ve “kendisine hakaret ettiği” gerekçesiyle soruşturma açıp disiplin cezası veriyor.
Müdür yardımcısı bir program nedeniyle yaşlılarla birlikte salonda bulunduğunu, programa katılacak olan valinin eşini karşılamak gibi bir görev verilmediğini, ayrıca hakaret etmediğini ancak böyle bir iddiası var ise müfettiş talep etmesi gerektiğini, şahsı ile ilgili bir iddia nedeniyle taraf olduğundan ceza vermeye yetkili olmadığını söylemiş ise de çok bilmiş İl Müdürü, yardımcısını Muhakkik olarak görevlendirip disiplin cezası verilmesini sağlıyor.
İl Müdürü bu hukuksuzluğunu yutturacağını zannediyor ama İl Disiplin Kurulu itirazı kabul ederek verilen cezayı iptal ediyor.
Ceza verme girişimi boşa çıkan İl Müdürünün keyfi görevlendirmesi ile bu müdür yardımcısı, şu pandemi döneminde kuruluşunda faydalı olmak yerine unvanıyla ilgisi olmayan bir başka kuruluşta boş bir masada hiçbir görev verilmeden oturmak zorunda bırakılıyor.
Ama kimse kendisine sen ne yapıyorsun diyemiyor?..
Bu arada İl müdürü, kuruluş müdür yardımcısı hakkında “valinin eşini karşılamaya gelmedi” gibi çok büyük(!) bir gerekçeyle soruşturma açarken, o kuruluş müdürü hakkındaki başta ihaleye fesat karıştırmak olmak üzere çok sayıda hukuksuz işlem iddialarını dikkate almıyor.
Belli ki güvendiği yerler var.
Müfettiş raporlarının onay için aylarca bekletildiği, görev onaylarının bile aylar sonra çıktığı, bazı raporlardaki disiplin cezası önerilerinin zamanaşımına uğratıldığı iddialarının yaygın olduğu Bakanlıkta bu ve benzeri idareciler nasıl olsa bize bir şey olmaz rahatlığı ile davranıyorlar.
Sayın Bakan; Huzurevleri, Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Engelsiz Yaşam Merkezleri, Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri gibi yatılı sosyal hizmet kuruluşlarında onar günlük kapalı çalışma sistemine göre görev yapan ve artık tahammüllerinin sınırına gelen özellikle kadın personelin seslerine lütfen kulak verin.
Bir kadın olarak onları en iyi siz anlarsınız.
Size her şey yolunda diyen idarecilerinize inanmayın.
Rastgele seçtiğiniz birkaç kuruluşu bizzat ziyaret ederek çalışanların özgürce konuşabilecekleri ve konuştukları için herhangi bir yaptırımla karşılaşmayacakları güvencesi verilen bir toplantı yaparsanız soruna bütün çıplaklığı ile tanık olabilir ve bu sorunlardan haberdar oldukları halde çözmeyen bürokratlarınıza da hesap sorabilirsiniz.
Korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili her türlü tedbiri almakla yükümlü olan Bakanlığın, özellikle onar günlük kapalı ortamda çalışan personelinin ailelerini ve çocuklarını korumak için de önlem alması şarttır.
Aksi takdirde konunun yazılı, görsel ve bilhassa sosyal medyaya intikali ve siyasi malzeme olması Bakanlığı daha büyük zorluklarla karşı karşıya bırakacaktır.
Ebu Cehil’in güncel sürümleri iş başında…
CHP Genel Merkez danışmanlarından Avukat Mücahit Avcı, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda AK Parti Gençlik Kolları'nın paylaştığı bir videoyu yorumlayarak "AKP Gençlik Kolları yayınladığı videoda gençlere sen 'Mus'ab Bin Umeyr'sin' diye sesleniyor. Mus'ab Bin Umeyr Mekke'nin en zengin ailelerinden gelen, şatafatı ve gösterişli giyinmeyi seven biri. Bu dönemde yaşasa şüphesi AKP Gençlik Kolları Başkanı ya da ihale takipçisi olurdu." ifadelerini kullanarak yaptığı paylaşım sosyal medyada tepki toplayınca, attığı tweet'i silse de 17 avukat tarafından hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Çok basit bir aramayla ulaşabileceği aşağıdaki bilgileri görmezden gelerek hüküm veren bir kişinin üstelik köklü bir partide danışman olabilmesi, düşündürücüdür.
Uhud’da şehid olduğu gün onu saracak bir kefen bulamadıkları, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında başına çekince ayakları, ayaklarına çekince başının açıldığı, sonunda başını örttükleri, ayaklarının üstüne de kokulu bir ot demeti konulan ve ümmü’l-mü’minîn Zeyneb bint Cahş’ın kız kardeşi Hamne ile evli olduğu için Hz. Peygamber’in (SAV) bacanağı olan bir Sahabeyi ihale takipçiliği olmakla itham etmek öğrenilmiş cehaletin kaçınılmaz sonucu olarak Ebu Cehil’in güncel sürümüdür.
Türkiye Diyanet Vakfı Diyanet Ansiklopedisinden alınan bilgilere göre; 'Mus'ab Bin Umeyr; Kureyş’in ana kollarından, Benî Abdüddâr’a mensup zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk müminlerden biriydi; ancak Resûl-i Ekrem’in peygamberliğine şiddetle karşı çıkan ailesinin buna izin vermeyeceğini bildiğinden onun yanına bir süre gizlice gidip geldi ve namazlarını da gizli kıldı. Babası ve annesi onu Müslüman olduğu için hapsettiler ve yolundan dönmesi için çeşitli baskılar yaptılar, fakat dininden vazgeçiremediler. Mus‘ab, peygamberliğin beşinci yılında ilk kafile ile Habeşistan’a hicret etti. Bir süre sonra Mekke ileri gelenlerinden bazılarının İslâm’a girdiği yolunda yanlış bir haber duyulunca otuz sekiz kişiyle birlikte geri döndü ve Birinci Akabe Biatı’na kadar (621) Mekke’de kaldı. Bu tarihte Resûl-i Ekrem, Medineliler’in isteğiyle onu İslâm tarihinin ilk muallimi olarak görevlendirdi; bu sebeple Medine’ye ilk hicret eden sahâbî olarak da kabul edilir. Medine’de Es‘ad b. Zürâre ile birlikte cuma ve vakit namazlarını kıldırdı. 622 yılının hac mevsiminde yetmiş beş kişiyle Mekke’ye geldi ve Resûlullah’a bir yıl içinde yaptığı tebliğ faaliyetini anlatarak onun takdirini kazandı. Medine’ye hicretin başlangıcı olan İkinci Akabe Biatı’nın hazırlanması ve gerçekleştirilmesinde önemli görev yapan Mus‘ab üç ay daha Mekke’de kalıp geri döndü.
Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onu muhacirlerden Sa‘d b. Ebû Vakkās, ensardan Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yaptı ve kabilesinin geleneğine uyarak Bedir’de muhacirlerin, Uhud’da bütün Müslümanların sancağını onun taşımasına izin verdi. Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayıp sancaktarlık görevini yerine getiren Mus‘ab, Resûl-i Ekrem’i yaralayan İbn Kamîe’nin kılıç darbeleriyle her iki eli de kesilince sancağı kollarıyla göğsüne bastırarak dik tutmaya çalışırken yine onun mızrağıyla şehid düştü. Savaştan sonra şehidler defnedilirken Hz. Peygamber, yoksul bir kıyafet içindeki Mus‘ab’ı yanındakilere göstererek onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini, fakat Allah ve resulünün sevgisini her şeye tercih ettiğini söyledi. Ardından, “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice kişiler vardır. Onlardan bazısı sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, bazısı da -şehidliği- beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde -sözlerini- değiştirmemişlerdir” meâlindeki âyeti (el-Ahzâb 33/23) okudu.
Bu kadar açık bir gerçeği görmezden gelerek; bu değerli sahabeyi” şatafatı ve gösterişli giyinmeyi seven biri. Bu dönemde yaşasa şüphesi AKP Gençlik Kolları Başkanı ya da ihale takipçisi olurdu." diyerek aşağılayanın Müslüman olması ne acı..
Bir danışmana bu kadar cehalet fazla değil mi?
Hyman G.Rickaver ne güzel söylemiş.
“Küçük kafalar kişileri, orta kafalar hadiseleri, büyük kafalar fikirleri konuşur.
Biz de buna bir ekleme yapalım.
Konuşacak bilgisi olmayan kafasızlar ise çamur atar.
Öngörü mü?.. sallama mı?..
Hatırlanacağı üzere; A&G Kamuoyu Araştırma Şirketi'nin sahibi Adil Gür, bir özel televizyon kanalında yaptığı açıklamada; "Çok önemli değişiklik olmazsa bu Pazar günü 40'a 60 gibi sonuç çıkacak. Buradan ilan ediyorum. 40'a 60 Akıncı seçilecek. Benim öngörüm o" iddiasında bulunmuştu.
Seçim sonuçlandı ve tam 12 puanlık bir yanılmayla kaybedecek dediği Ersin TATAR kazandı.
Sıradan bir vatandaşa mesela taksici Cemal abiye, berber Rıfat amcaya, sütçü Halime teyzeye sorulmuş olsaydı onlar bile bu anketçi kadar büyük bir yanılgıya düşmeden tahmin edebilirlerdi.
Anket adı altında “iyi sallayan” bu kişinin abonesi olduğu televizyon kanalındaki açık oturumlarda sanki hiçbir şey olmamış gibi yorum yapmaya devam etmesi tam da bize özgü bir pişkinlik örneği.
Bu kadar büyük bir yanılgıya düşen bir anketçiyi ciddiye alıp ta anket yaptıracak var ise ymahallenin berberine, taksicisine, muhtarına sorsunlar inanın daha sağlık bir sonuç alırlar.