27 Mart 2017 tarihinde Halk Bankası (eski) Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan ATİLLA bankanın faaliyetleri ile ilgili olarak gittiği Newyork’ta FBI tarafından gözaltına alınarak sorgulama süreci başlatıldı.
Atilla “insani yardım” ve “yiyecek” adı altında, sahte belgelerle İran’a ambargoyu delmekle suçlandı ve Reza Zarrab'ın davasıyla bağlantılı olarak tutuklanarak Manhattan'daki cezaevine konuldu.
Reza Zarrab itirafçı(!) olurken Hakan Atilla için 200 yılı aşkın hapis cezası talep edildi.
15 Temmuz darbe taşeronluğunu verdikleri FETÖ’nün ürettiği sahte delillerle mahkeme adını verdikleri sirkte, sipariş üzerine açılışını 200 yıl hapis cezası istemiyle yaptıkları yargılama sonucunda 3 Ocak 2018’de ABD’nin İran yaptırımlarını ihlale yardımdan dolayı suçlu bulunan Atilla 32 ay hapis cezasına çarptırıldı ve 19 Temmuz 2019'da iyi hal yasası nedeniyle tahliye edildi.
Hatırlanacağı üzere;19 Ağustos 2010 tarihinde ABD yönetimi, Türkiye'ye bir heyet göndererek İran ile iş yapan şirketleri 'cezalandırırız' tehdidinde bulunmuştu.
Washington, İran'a yaptırımları ihlal eden Türk şirket ve bankaların kara listeye alınacağını bildirmişti.
11 Nisan 2013 tarihinde ABD'li vekiller Halkbank'a yaptırım istemişti.
17 Aralık 2013 tarihinde 17-25 Aralık yargısal darbe girişimini başlatan FETÖ'nün kara kutusu olan ve yurtdışına kaçan İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Zekeriya Öz ve Celal Kara bazı işadamları ve Halkbank genel müdürü hakkında gözaltı kararı çıkartmışlardı.
21 Mart 2016 tarihinde işadamı(!) Reza Zarrab, İran'a yönelik yaptırımları ihlal ederek ABD'yi dolandırmak, bankacılık sahtekârlığı ve kara para aklama suçlarını işlediği iddiasıyla Miami'de tutuklanmıştı.
Zarab’ın; tutuklanacağını bile bile ABD’ye gitmesi ne kadar garipse, onun elini kolunu sallayarak ABD’ye gitmesine fırsat vermek yani ona güvenmek te o kadar garipti.
Muhtemelen ABD kendisine -ötmesi karşılığında- garanti vermişti.
Operasyon onunla başlatılacak ardından da suç Hakan Atilla’nın ve Türkiye’nin üzerine yıkılacaktı.
Nitekim suçunu itiraf eden Zarab savcı ile işbirliği(!) yapınca kurgulanan tezgah gereği bütün suç Hakan Atilla’nın üzerine yıkılıverdi.
Atilla'nın tutuklama kararı verilmesine gerekçe gösterilen davada; Türkiye'nin İran'a yönelik ambargoyu Halkbank üzerinden ihlal ettiği ve ABD ekonomisini zarara uğrattığı iddia edildi.
Oysa, İran'a yönelik ambargo kararı alındığı dönemde ABD'de faaliyet gösteren birçok şirket İran’da iş yapıyordu ve ortada Birleşmiş Milletler tarafından alınmış bir ambargo kararı da yoktu.
Türkiye petrol karşılığı ilaç ve gıda malzemeleri verdi İran da parasını Halk Bank’a park etti.
Türkiye’den ihtiyaçlarını karşıladı.
Petrolün yanı sıra altın ticareti de yapıldı.
Kuralları takmayan, delen ve işine geldiği gibi uygulayan ABD ve onun şirketleri olunca bu, “suç olmuyordu”.
Aynen, Cemal KAŞIKÇI’yı öldürüp fırında yakarak yok eden Suudi Arabistan yönetiminin ABD’den yüklü miktarda silah almasıyla bu cinayetin de “suç olmadığı” gibi.
Ayrıca ABD istediği her ülkenin ekonomisini zarara uğratma hakkına sahipti ve buna karşı koyan herkes -suikast dahil- cezalandırılırdı.
Bir kamu bankasının genel müdür yardımcısı, Fetö üretimi düzmece belgelerle suçlu(!) bulunup yargılanırken o bürokratın bağlı olduğu Bakanın (Ali BABACAN) bu konuyla ilgili olarak bu güne kadar tek kelime etmemesini de kendisine bu konuyla ilgili olarak hiçbir isnatta bulunulmamasını da tesadüfle açıklayamayız.
Muhtemelen gelecekte üstleneceği rol dikkate alınmıştır.
Sayın Babacan’ın “ilke”den söz ederek partisinden istifa kararı aldığı ve yeni bir parti kurma hazırlıkları yaptığı bu günlerde bu konuda açıklama yapmasını bekliyoruz.
İlke sadece sözle değil davranışla desteklenirse inandırıcıdır.
Lafta kalan “ilke”ler sanal alemin “like”ları gibidir.
Gerçek hayatta değerleri yoktur.
Hakan Atilla'nın yargılanıp 27 Mart 2017'de tutuklandığı kumpas davası FETÖ'cü polis amirlerinin 8 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden kaçırdığı yasa dışı ses kayıtları ve teknik takip tutanakları üzerinden New York Güney Bölge Eski Savcısı (soytarı demek daha doğru olur) Preet Bharara tarafından başlatıldı.
Atilla için tutuklama kararını veren (palyaço kılıklı) New York Güney Bölge Hâkimi Richard Berman, FETÖ'ye yakınlığı ile bilinen YKK (Yüksel Karkın Küçük) Avukatlık Ortaklığı'nın tertiplediği ve İstanbul'da gerçekleşen sempozyumda ortaya çıkmış, FETÖ'nün KHK ile kapatılan yayın organı Today's Zaman'a da röportaj vermişti.
Yani Hakan Atilla'nın yargılandığı dava bizzat 'FETÖ' tarafından yönetildi.
Yargıç kılıklı bir soytarı ile yargıç kılıklı bir palyaço tarafından da yönlendirildi.
Hazırlıkları Türkiye’de yapılarak davaya gerekçe uyduruldu.
Dava boyunca 17-25 Aralık'ta FETÖ tarafından kullanılan ve sahte olduğu ortaya çıkan ses kayıtları "delil" diye mahkeme salonunda dinletildi.
Kumpası hazırlayan FETÖ'cü firari polislerden Hüseyin Korkmaz sözde tanık sıfatıyla ifade verdi.
FETÖ'cü polisin ifadelerinin yalan olduğu ortaya çıkarken Korkmaz'a, ABD'de çalışma izni verildiği ve mahkeme boyunca tüm masraflarının FBI tarafından karşılanacağı ortaya çıktı.
Kararı verecek olan yargıçtı ama Amerikan sistemi gereği jürinin kararı da bunda belirleyici olan etkendi.
Yargıç (yani palyaço) Berman çok tarafsız(!) bir şekilde Jüri üyeleri ile birebir saatler süren görüşmeler yaparak onları ABD’nin (yani Fetö’nün) çıkarları(!) açısından Hakan Atilla’nın suçlu olduğunu ikna etti.
12 kişilik jüri heyeti de çok tarafsız(!) ve çok objektif (!) bir şekilde Mehmet Hakan Atilla'nın düzmece 6 suçtan(!) beşini işlediğine karar verdi.
Ortada mahkeme filan yoktu.
Bildiğiniz bir sirk vardı.
Ve bu sirkteki “cüppeli palyaçolar” sözüm ona yargılama yapıyorlardı.
Yargıç kürsüsünde 2 tane eğitimli ayı otursa bundan daha adaletsiz bir karar verilemezdi.
İşin garibi bu cüppeli palyaçoların/soytarıların verdiği kararın içimizdeki “İrlandalılar” tarafından ayakta alkışlanmasıydı.
Hatta kimileri öylesine uçmuşlardı ki Halk bankasına çok büyük yaptırımlar geleceği ve ardından da Türkiye Cumhuriyetinin mahkum edileceğini ellerini ovuşturarak iddia ediyorlardı.
Nasıl olsa 200 yıllık ceza istenen Hakan Atilla korkudan(!) itirafçı (yani iftiracı) olurdu.
Eh onun itirafları ile de pislik(!) ortalığa saçılırdı.
Ondan sonra da eşele babam eşele..
Kimle ne sıçratırsan sıçrat..
Günlerce bazı ekranlarda uzman kılıklı eziklerin bu konudaki ısrarlı üfürmelerini izledik.
Bilgi diye gönüllerinden geçirdiklerini anlattılar.
Herkesi kendileri gibi ezik, hain ve ödlek zannedenler bir kez daha yanıldılar.
Ne Türkiye ne de Hakan Atilla yanlış bir şey yapmamıştı.
Hakan Atilla yargılamanın her aşamasında suçsuz olduğunu savundu.
Haksız yere hapis yatmayı göze aldı.
Ne o ve ne de ailesi Devletini satmadı.
İstese daha erken tahliye olabilirdi.
Ama o temyiz hakkını kullandı.
Sonuçta tahliye edilerek alnının akı ve şerefiyle ülkesine döndü.
Amerika’nın çıkarları içi kıçlarını yırtanlar, Türkiye’nin çıkarları için yapılanları görmezden gelerek suç ve suçlu bulma şehvetine kapıldılar.
Ve her zamanki gibi kapıldıklarıyla kaldılar.
Hakan Atilla için; “bir daha gün yüzü göremez, hapislerde çürür” diyerek ailesini tahrik edenler şimdilerde dut yemiş bülbül gibiler.
Kerameti kendinden menkul beş para etmez yabancılara devletini şikayet etmek için çırpınan, her fırsatta devletini kötüleyen ve aşağılayan bu eziklerin yanında Hakan Atilla ve ailesi birer şeref abidesi gibiler.
Che Guevara; “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına değil onuruna bakın; duruyorsa yaşıyordur.” Diyor.
Hakan Atilla da onurunu yitirmediği için yaşıyor, alnı açık ve dimdik ayakta.
“Şerefini kaybettikten sonra, yaşamaktan daha feci bir ölüm olur mu”? diyen Jean J. Rousseanın bu sözleri, ABD/İsrail’in yaptığı her türlü ahlaksızlığı, haksızlığı, hukuksuzluğu, zulmü, keyfiliği ve darbe destekçiliğini ölümüne destekleyerek, ABD’nin Türkiye’yi cezalandırmasını dört gözle bekleyen onursuz beslemeleri ne kadar da güzel tarif ediyor değil mi?..