Aylardır DAEŞ ile mücadele ettiklerini söyleyen başta ABD olmak üzere 63 ülkenin, Sayın Başbakanın ifadesiyle “hiç bir halt etmedikleri”, sadece çıkarlarına uygun bir şekilde yeniden çizdikleri haritaları uygulamaya koymak için sözüm ona mücadele görüntüsü verildiği, artık akıl ve basiret sahibi herkes tarafından biliniyor.
Bu devlette yaşayıp bu milletin ekmeğini yiyen ve kendilerine aydın pozu veren işbirlikçi/mandacı ve besleme hainler bu gerçeği ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar “DAEŞ ile mücadele görüntüsünün” altındaki gerçek Türkiye Cumhuriyetinin işgal edilmesi, arkasından da bölünüp kontrollü yönetilebilecek parçacıklara ayrılmasıdır.
2013 yılı Haziran ayında başlayan gezi kalkışmasından bu yana yaşananlara bakıldığında hain ittifakın, her başarısızlığın ardından yeni bir saldırıya geçtiği ve her saldırının kendilerince toplumun en hassas olduğunu düşündükleri bir noktasına yapıldığı gözden kaçmamaktadır.
Bu saldırılar başlatılırken sistematik bir şekilde sosyal medya denilen “kanalizasyonun” alçaklıkta sınır tanımayacak kadar pervasızca kullanılarak algı oluşturulmaya çalışılması, her saldırıdan sonra kanalizasyon medyasında bölücü, ayrıştırıcı ve devleti suçlayıcı, çoğu sahte hesaptan çıkma paylaşımların eş zamanlı olarak harekete geçmesi aslında yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını göstermektedir.
Sosyal medyadaki bu alçaklık ve ihanete -ifade özgürlüğü gerekçesiyle- ne yazık ki 15 Temmuz’a kadar yeterli müdahale yapılmamıştır.
Şimdilerde anında sosyal medyadaki hainlerin ensesine yapışılmakla birlikte gereğinden fazla tahammülden aldıkları cesaretle yaptıkları alçaklık ne yazık ki çoğunun da yanına kar kalmıştır.
Hiçbir özgürlük ve hak bir devletin bir milletin istiklalinin ve istikbalinin üzerinde değildir.
Devletin ve milletin varlığına, birliğine, bölünmezliğine ve bütünlüğüne yönelik hiçbir söz ve davranış, fikir ve ifade özgürlüğü ile savunulamaz.
Bağımsız olmayan milletlerin, özgürlükleri de olmaz.
İhanet varsa, alçaklık varsa bedeli en ağır bir şekilde ödetilmelidir.
Gencecik polislerimiz, askerlerimiz, sivillerimiz alçakça katledilirken bundan aldıkları şehvani zevki yazmaktan korkmayanlara, hukuktan da vicdandan da milletten de korkmaları gerektiği gösterilmelidir.
Farklı düşünceler, fikirler, inançlar taşıyabiliriz ama devletin ve milletin bekası ortak paydamızdır.
Bu devlet parçalansın, batsın, işgal edilsin de kim yaparsa yapsın diyen varsa biz bu hainlerle birlikte yaşamak zorunda değiliz.
Sahiplerinin saraylarında soytarılık yapabilirler.
Ama artık bizimle birlikte yaşayamazlar.
Bu alçaklık muhalefetle, görüş ayrılığı ile açıklanamaz.
Şerefsizin fikri ve görüşü yoktur.
Şerefsizlik şerefsizliktir.
Ölen asker ve polis olunca buna “oh” diyecek kadar alçaklaşan hainlere -elbette hukuk içinde-bunun bedeli ödetilmezse ölen evlatlarımızın, kardeşlerimizin kanları yerde kalır.
Camide ibadet eden, pazarda alışveriş yapan insanların, çarşı iznine çıkan askerlerimizin, stadyum güvenliği sağlayan polislerimizin öldürülmeleri ne kadar alçakça bir eylem ise yılbaşında eğlenmekte olan insanların üzerine kurşun yağdırmak ta o kadar alçakça bir eylemdir.
Ben yılbaşı kutlamam.
Ama kutlayana karışmam, benim kutlamama hakkımı da kimseyle tartışmam.
Birbirinin hakkına saygı duymak kaydıyla herkes inandığı gibi yaşayabilir.
Kaldı ki madem bir hukuk devletinde yaşıyoruz, kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı kimse kimseyi suçlayamaz eğer suç varsa bunun hesabını da yargı sorar.
Bütün bu açıklamalar ışığında belirtmek gerekir ki yılbaşı akşamında bir eğlence mekanında eğlenmekte olan masum insanların üzerine kurşun yağdıran alçağın yaptığı katliam hiçbir gerekçe ile kabul edilemez.
Bu alçaklıktır, vahşettir, katliamdır.
Ancak durum bu kadar net olduğu halde katliamın hemen ardından adları büyük olan medya ile sosyal medya denilen kanalizasyon hattında düğmeye basılmış gibi yaşam tarzlarından dolayı insanlara saldırı yapıldığı, laikliğin saldırı altında olduğu, Noel baba kılığında mekana giren katilin 7 dakika süreyle rast gele ateş açtığı yalanları dolaşıma sokuldu.
Oysa o gece milyonlarca insan kent meydanlarında, kapalı mekanlarda yılbaşını kutladı.
Milyonlarca insan da Mekke’nin fethini kutladı.
Kimileri de hiçbir şeyi kutlamadı, sıradan bir gün olarak çoluğuyla çocuğuyla evinde oturdu.
Daha da vahimi muhtemelen emniyet içindeki kriptolar tarafından Türkiye’de iş yapan İstanbul doğumlu bir Kazak işadamının fotoğrafı “işte katil bu” denilerek yine başta sözüm ona büyük medya başta olmak üzere sosyal medyada dolaşıma sokuldu.
Amaç gerçek katili saklamaktı.
Birileri de bilerek ya bilmeyerek buna alet oldu.
Devlet iki günde gerçek katilin kimliğini açıkladı ve resmini yayımladı.
Buna rağmen bu kez de Kırgızistanlı Fetö itirafçısı İakhe Mashrapov’un pasaportu yayımlanarak “işte katliamcı bu” dediler.
Böylece bir taşla üç beş kuş birden vuruluyordu.
Hem Fetö itirafçıları itibarsızlaştırılıyor, hem itirafçı olacaklara gözdağı veriliyor, hem muhtemelen “iş ortaklığı yaptıkları” gerçek katil unutturuluyor ve hem de Devletin Güvenlik güçlerinin bulamadığı suçlulara medya kolaylıkla buluyor algısı oluşturularak güvenlik güçleri zan altında bırakılmaya çalışılıyordu.
Büyüğüyle küçüğüyle sosyali ile sosyal olmayanı ile yalancısıyla sahtekarıyla bu alçaklığı yapan ya da alet olanların yaptıkları ile bu alçağın yaptığı katliam arasında amaç olarak hiç bir fark yoktur.
Bu; basın özgürlüğü filan değildir.
Düpedüz katile ve ardındakilere destektir.
Bu; halkın haber alma hürriyetinin ırzına geçme, kaos amaçlayanların ekmeğine yağ sürme ve devleti aciz gösterme ahlaksızlığından başka bir şey değildir.
Biz bu filmi bu ülkede patlatılan her bombadan sonra gördük.
Bomba patladıktan yarım dakika sonra ortaya çıkan pis suratlılar hemen devleti suçluyorlardı.
Utanmaları ve haysiyetleri olmadığından gerçek ortaya çıktığında dut yemiş bülbülü oynuyorlardı.(Lafın gelişi bülbül, aslında domuz bile olamazlar)
En son İzmir Adliyesi önünde alçak bir eylem gerçekleştirildi.
Bu alçak saldırıda şehit olan Trafik Polis memuru kardeşimiz bir mesai arkadaşımızın hemşehrisi aslan yürekli Fethi SEKİN’in cesaretiyle büyük bir katliam önlendi.
Bu alçak saldırıyı kim adına kimler yaptı, bilmiyor muyuz zannediyorsunuz?
DAEŞ, PKK ve FETÖ; arkalarında ABD, AB ve NATO’nun silah, mühimmat ve organizasyon desteği ile saldırıyorlar.
Hadi Reina saldırısına yaşam tarzı kılıfı uydurup toplumu ayrıştırmaya yeltendiniz.
Peki İzmir’deki alçaklık ne?..
Hiç boşuna uğraşmayın, katiller de destekçileri de kabak gibi ortada.
Saddam’ı 2003 te yakalanmasının ardından sorgulayan CİA Ajanı John Nixon; “hem Saddam’ın hem Bush’un elini sıkmış olan nadir insanlardan biri olarak Saddam’ı Bush’a tercih ederim” derken dünyaya diktatör olarak tanıtılan Saddam’ın aksine asıl diktatörün asıl katilin ABD olduğunu ima ediyor.
Giderayak dünyaya ve Türkiye’ye yapmadığı ahlaksızlık bırakmayan Obama ve katil devlet ABD başta olmak üzere AB ve NATO’nun sahte taziyeleri timsahın gözyaşlarından farksızdır.
Alsınlar o taziyelerini münasip bir yerlerine fiyonk yapsınlar.
Ellerindeki kan artık saklayamayacakları kadar belli.
Reina saldırısında kullanılan 'FlashBang' sadece Amerikan Özel Kuvvetler'ine bağlı birliklerce kullanılan ve ABD'nin askeri envanterine kayıtlı bir nevi şok bombası. Atıldıktan sonra patladığı esnada ışık ve 170 desibelin üzerinde ses dalgası yayan bu bomba ortamda bulunan kişilerde geçici körlüğe ve duyu kaybına neden olduğu gibi kısa süreli sersemliğe yol açıyor. Bu sayede ortamdaki kişiler etkisiz hale geliyor.
O anlı şanlı büyük medya ve kanalizasyon medyası bundan bahsetmiyor.
Çünkü bahsederse bu alçak saldırılardaki –stratejik ortakları-ABD’nin kirli ve kanlı parmağı ortaya çıkıyor.
Ülkemize yönelik her türlü alçak eylemin ve katliamın moderatörü/organizatörü/finansörü ABD.
Düşmana karşı kullanmak üzere kendilerine teslim edilmiş uçakları, helikopterleri ve silahları masum insanlara saldırmak için kullanacak kadar ciğersiz alçakları ve onların elebaşını korumaya kollamaya devam eden stratejik kalleş ABD.
PKK’ya ve PYD’ye gözümüzün içine baka baka silah verdiği halde utanmadan yalan söyleyen, besledikleri teröristler tarafından öldürülen her vatandaşımızın kanının sıçradığı müttefik kılıklı katil ABD.
Nisan sonuna kadar operasyonları durdurarak El Bab’ta DAEŞ’in Türkiye ve ÖSD karşısına daha güçlü çıkmasını sağlayan, PYD’ye dokunmazsanız El Bab’ta size yardım ederim diyecek kadar Brütüs ABD..
Amerikalı General Wesley CLARK A Haber’de yayımlanan Söz Teması programında; “Bize bir çekiç lazımdı DAEŞ’i kurduk. DAEŞ ve El kaide gibi örgütleri Afganistan’da ve dünyanın diğer yerlerinde Sovyetler Birliğine karşı kullanmaya çalıştık. Suudi Arabistan’dan para kopartmak için bu örgütleri kullandık. Bu örgütler sadece bu işe yarar” açıklamalarında bulunuyor.
Kendi Devletine DAEŞ’e destek veriyor iftiraları atan beslemeler DAEŞ’i kuran stratejik alçak ABD’ye toz kondurmuyorlar.
Türkiye’nin DAEŞ’e silah yardımı yaptığı yalanını bile bile sürüme sokanlar, senaryoyu görselleştirmek için MİT TIR’larına operasyon çekenler; Reina katilinin sadece ABD Özel Kuvvetler envanterinde bulunan Flash Bang’i kimden ve nasıl aldığını soramıyorlar.
Sonra utanmadan basın özgürlüğünden fikir özgürlüğünden dem vuruyorlar.
Terörden şehvet üretenlerin, terörü bahane edip toplumu ayrıştırmaya kalkanların, terörü; ötekileştirdiklerine laf sokmak için bir fırsat olarak kullananların ve terörden medet umanların fikir özgürlüğünden bahsetmeye hakları yoktur.
Tıpkı; Darbe kalkışmasında kaldırılan yakıt ikmal uçaklarıyla ihanette başrol oynayan ve DAEŞ’e karşı hangi operasyonda kullanıldığı bilinmeyen İncirlik’teki -işgalci- güçlerin, darbeci oldukları için görevine son verilen üniformalı teröristlere maaş bağlayıp onlara lojman tahsis edecek kadar sahiplenen NATO’nun, teröristlere ve katillere açıkça kucak açan AB’nin ve bilhassa Başkanlık sarayında sahte suikast numarasında bile karısının arkasına saklanacak kaar ciğersiz palyaçoları ağırlamayı marifet bilen Almanya’nın da fikir ve düşünce özgürlüğünden bahsetmeye zerre kadar hakları olmadığı gibi..