Türkiye’de “Katar” ismini duyunca tüyleri diken diken olan, Katar’ı küçümseyen, Katar’ın savunma sanayi yatırımlarını desteklemesinden “Türk ordusu Katar’a satıldı” diyecek kadar rahatsızlık duyan gafil bir kitle olduğunu biliyoruz.
Katar gibi küçücük(!) bir ülkenin ekonomik/siyasal gücünü kabul edemeyen bu kitle, ekonomik/ siyasal gücün sadece hizmetinde oldukları ABD ve AB’de olduğunu zannediyor.
Filistin’de uyguladığı soykırıma rağmen “ama Hamas ta masum insanları öldürdü” bahanesiyle İsrail’in savunma(!) hakkından(!) söz eden ABD ve kuklaları soykırıma ortak olurken o küçücük(!) Katar’ın öncülüğünde yürütülen diplomatik çabalarla 300 den fazla rehine ailelerine kavuşturuldu.
Ateşkes ve esir takası için hiçbir çaba göstermediği gibi ateşkese karşı olduğunu da ilan eden Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, İsrail ve Umman'ı ziyaretlerinin ardından esir takası ve insani ara sürecindeki aktif rolü nedeniyle ön plana çıkan Katar’a da uğrayarak aklınca ganimetten pay kapmak istedi.
Herhangi bir resmi temsilci tarafından karşılanmayan Frank-Walter Steinmeier, Katar Dışişleri Bakanı El Muraikhi gelinceye kadar yarım saat boyunca uçağın merdivenlerinde bekletilerek “yeriniz İsrail’in yanı ise göreceğiniz muamele budur” mesajı en üst perdeden verilmiş oldu.
Ne garip değil mi? O küçücük(!) Katar Almanya’ya had bildiriyor.
Çünkü ortada çok büyük bir ahlaksızlık ve ikiyüzlülük var.
Almanya kendi yaptığı soykırımdan utanıyor ama İsrail’in yaptığı soykırımı destekliyor ve yerinin İsrail’in yanı olduğunu söylüyor.
Ne yapacaktı Katar? Bu utanç verici ve ahlaksız tavra sessiz mi kalacaktı?
Başta ABD ve Almanya olmak üzere İsrail Gazze’de göstere göstere soykırım yaparken seyirci kalan sözde medeni ülkelerin aşağılık ve ödlek yöneticileri bu utançtan asla kurtulamayacaklardır.
O nedenle Katar’ın İsrail’in açık destek veren Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e gösterdiği tepki çok yerinde olmuştur.
Kimin kime uşaklık ettiği artık sır değil.
Özellikle Alman yöneticilerin İsrail’e sadakatte sınır tanımadıklarını görüyoruz..
Şansölye Olaf Scholz, "(Gazze'de) Hemen ateşkes ya da uzun bir ara talebinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu, İsrail'in, Hamas'ın toparlanmasına izin vermesi gerektiği anlamına geliyor. Hamas'ın tekrar füze imal edip saldırmasına izin verilmemeli" diyerek soykırımın devamından yana olduğunu açıkça ortaya koymuştu.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, 2 Mart 2022'de İsrail'e ilk ziyaretinde, Yad Vashem Holokost Anıtı'na giderek ziyaretçi defterine, "İnsanlığa karşı işlenen suç Shoah (Holokost) insanlığa uçurumun bir görüntüsünü verdi. Yahudilere yönelik toplu katliama Almanya önayak oldu. Almanlar tarafından planlandı ve uygulandı. Bundan her Alman hükümetinin İsrail devletinin güvenliği ve Yahudi yaşamının korunmasına yönelik sonsuz sorumluluğu doğar. Milyonlarca acıyı ve mağdurları asla unutmayacağız!" ifadelerini yazarak ülkesinin Yahudilere karşı tarihi sorumluluğunu(!) kayda geçirmişti.
Mart 2008'de İsrail’i ziyaret eden dönemin Alman Şansölyesi Angela Merkel İsrail Meclisi Knesset'te İsrail'in güvenliğinin Almanya için "varlık nedeni" olduğunu vurgulamıştı.
Aynı ifade 15 yıl sonra, İsrail'in Gazze'de katliamları sürerken (12 Ekim) Federal Alman Meclisi Bundestag'da tekrarlandı. Scholz yaptığı konuşmada; "Şimdi Almanya'nın duracağı tek bir yer var, o da İsrail'in yanıdır. İsrail'in güvenliğinin Almanya'nın varlık nedeni olduğunu söylediğimizde kastettiğimiz budur. Almanya'nın tarihi ve Holokost sebebiyle sahip olduğu sorumluluk, İsrail'in mevcudiyeti ve güvenliğini sürdürmemizi gerektirir." ifadelerini kullanarak soykırıma açık destek verirken İsrail'in mevcudiyeti ve güvenliğini sürdürmesi içine Almanya’nın İsrail’e yönelik silah ihracatı da bu yılın ilk 10 ayında yaklaşık 10 kat artarak 303 milyon avroya yükselmişti.
17 Kasım'da Berlin'i ziyaretinde Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Şansölye Olaf Scholz'la görüşen Erdoğan, Scholz'la ortak basın toplantısında, "Tevrat'ta bunların hiçbirisi yoktur. Yapamazsın. İnsan hakları beyannamesinde yapamazsın. Ama burada görüldüğü gibi bu çocuklar nasıl vuruluyor? Hastanelerde bunlar nasıl öldürülüyor? Bunlar karşısında biz elimiz, kolumuz bağlı mı duracağız? Buna karşı hiç sesimizi çıkarmayacak mıyız? Eğer burada elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı kalırsak bunun tarihe hesabını veremeyiz. Onun için bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail'e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik." ifadeleriyle kendi ülkelerinde gözlerinin içine baka baka Almanya’yı eleştirmesinin ardından Katar’ın Frank-Walter Steinmeier’i uçak merdivenlerinde yarım saat bekletmesi bundan sonra benzer davranışlarla karşılaşmalarının da önünü açmıştır.
Her türlü ahlaksızlığı yaparak hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız.
Başkalarına ifade, düşünce/gösteri özgürlüğü dersi verenler kendi ülkelerinde yaptığı soykırıma rağmen İsrail’in protesto edilmesine tahammül edemediler.
Bazılarında güvenlik güçleri birer kuduz köpek gibi göstericilere saldırdılar.
Oysa PKK’nın gösterilerinde, Kur’an-ı Kerim yakılırken, Peygamberimize (SAV) hakaretler edilirken güvenlik güçleri ne kadar da hoşgörülü idiler.
Oyun bitti, takke düştü kel göründü.
Bundan sonra uluslararası arenada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
****
Almanya; İsrail’in güvenliği Almanya’nın güvenliği derken, Filistin’in güvenliğinin Türkiye’nin güvenliği olduğunu anlamak istemeyen gafiller masal anlatmaya devam ediyorlar. Bunlardan birisi olan CHP’nin yeni Sözcüsü Deniz Yücel, "Erdoğan, Filistin-İsrail sorununu uluslararası sorun olmaktan çıkarıp bir din savaşları haline getirmeye çalışıyor. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde kullanacağı en önemli argümanlardan birisi İsrail-Filistin meselesidir. Erdoğan güven vermeyen, sürekli U dönüşlü dış politikası Türkiye'yi sahanın dışına itti. Umarız bu hatalardan ders çıkarılır." Açıklamasıyla partide yönetim değişse de zihniyetin değişmediğini bir kez daha gösterdi.
Albert Einstein’ın dediği gibi “cahilliğin en güzel tarafı budur, her şeyi bilirler”.
Erdoğan Filistin İsrail sorununu bir din savaşı haline getirmeye çalışıyorsa neden Müslüman olmayan Taylandlı esirlerin bırakılmasını sağladı?
Neden İsrail’li esirlerin yakınları, kendi hükümetlerinden, Hristiyan ve Yahudi liderlerden değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yardımcı olmasını istediler?
Filistin’de açık bir soykırım uygulayan İsrail’in UCM’de cezalandırılması için çaba göstermek, mazlum ve masum Filistinlilere insani yardım göndermek, hastalarını Türkiye’ye getirerek tedavilerini yaptırmak İsrail’in soykırımı örtbas etmek için söylediği yalanları ortaya çıkartarak gerçeği göz önüne sermek neden din savaşı oluyor?
“İsrail’e dışişleri bakanı sıfatıyla değil bir Yahudi sıfatıyla yaklaşıyorum” diyen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın yaptığı din savaşı olmuyor da “İnsan sıfatıyla yaklaşacaksın” diye seslenen Erdoğan’ın yaptığı mı din savaşı oluyor?
Sizce güven veren politika Hamas’ı terör örgütü olarak suçlayıp İsrail’e şirin görünmek mi?
Laik görüşlü olmasıyla tanınan Netanyahu birden bire Tevrat’tan kaynak göstererek soykırıma meşrulaştırmaya çalışırken meseleyi bir din savaşı haline getirmiş olmuyor mu?
Netanyahu 28 Ekim akşamı düzenlediği basın toplantısında, Yahudilerin Mısır'dan çıkışına atıfta bulunan Tevrat'ın Tesniye kitabındaki "Siz Mısır'dan çıktıktan sonra Amaleklilerin yolda size neler yaptığını anımsayın." (17:25) bölümünden alıntı yaptı ve "Hatırlıyoruz ve savaşıyoruz." dedi.
25 Ekim'deki konuşmasında, "Ortak gücümüz ile haklılığımızı ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas'a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz." diyerek, Tevrat'ın "Yeşaya" kitabından: "Ülkenden şiddet, sınır boylarından soygun ve yıkım haberleri duyulmayacak artık. Surlarına kurtuluş, kapılarına övgü adını vereceksin." Alıntısını yaptı.
9 Ekim'deki konuşmasında da Tevrat'ın Samuel kitabındaki "İsrail'in sonsuzluğu yalan söylemez" ifadesine işaret ederek, "İsrail'in kuruluşunun bir mucize; bir iman ve çalışma örneği" olduğunu dile getirdi.
Olayların patlak verdiği 7 Ekim'deki konuşmasında "İsrail halkının kahramanlarının yolunda ilerlediğinizi unutmayın; Yeşu, Yahuda Makkabi, 5708 yılı (İbrani takviminin miladi karşılığı olarak 1948 yılı) ile tüm İsrail savaşlarının kahramanlarının yolu." ifadelerini kullandı.
İsrailli sol görüşlü aktivist ve analist Haham Elhanan Miller, daha önceki savaşlarda komutanların söylemlerinde Tevrat'tan ve dini metinlerden alıntılar yaptıklarına işaret ederek, "Bu durum, Netanyahu'nun konuşmalarında da tekrarlandı. Bu ise alışılmadık bir durum ve kısmen İsrail'deki sağcı ve dindar tabana hitap ediyor." dedi.
(Kaynak: AA/ https://www.aa.com.tr/tr/dunya/netanyahunun-savas-doneminde-sık-sık-tevrattan-alintilar-yapmasi-dikkati-cekiyor/30.10.2023)
Şimdi soralım sayın sözcüye; kim sorunu din savaşları haline getirmeye çalışıyor?
Netanyahu ve destekçileri mi? Yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan mı?
Türkiye Filistin konusunda sahanın dışında değil tam da göbeğindedir. Filistin’e olan desteğini Birleşmiş Milletler kürsüsünden çok net bir şekilde ifade etmiş ve iki devletli bir yapıda sorunun çözümü için garantörlük önerisinde bulunmuştur. Bu politikalarında dünden bugüne herhangi bir değişiklik olmadığını gündemi takip eden herkes bildiği ve Türkiye hiçbir şekilde sahanın dışına itilmediği halde “U” dönüşünden bahsetmek cehaletten değilse gaflettendir.
Sayın sözcü eğer Guinnes Rekorlar kitabına girmeyi hak eden bir “U” dönüşü örneği görmek istiyorsa Genel Başkanı Özgür Özel’in; “Değişimin yüzyılı, yüzyılın değişimi” başlığını attığı broşürde, “Milletvekili, belediye başkan ve meclis üyeleri adayların belirlenmesinde önseçim temel olacaktır” sözü verip 4 Kasım kurultayında, “Genel başkan olursam 3 hafta sonra buradasınız tüzüğü değiştiriyorum söz veriyorum. Başta sayın genel başkanımın müjdelediği her şey, sizlere gönderdiğim yüzyılın değişimi diye özetlediğimiz tutum belgesinin 51-52-53. sayfalarında var. Burada ne öneriyorsak tüzüğümüze yazacağız. Hepinize ekranlar önünde namus ve şeref sözü. Bundan sonra karar, güç, yetki örgütündür. Ön seçimin teminatı bir genel başkan olacağım” diyerek verdiği namus/şeref sözünü 6 gün sonra unutup “Ön seçim konusunda terminolojik bir fark var. Ön seçim demeyelim sonucuna uyulacak temayül yoklaması” diyerek çark ettiği “U” dönüşüne bakabilir.
Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olmaya kalkanlar için Mevlana ne güzel söylemiş;
“Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir”.