Kamuoyu Mart Ayından bu yana yerel seçimler ve sonuçları ile ilgilenirken özellikle doğu Akdeniz’de haklarını gasp ettikleri Türkiye’yi denklem dışına atmaya odaklı “oldu bitti”lere karşı özellikle muhalif bloktan bırakın tepki göstermeyi ciddi bir açıklama dahi yapılmaması gelecek için kaygı vericidir.
Yerel seçim sürecinde herkes eteğindeki taşı dökmüş, kampanyalar yapılmış ve kazanmaya endeksli bir çalışma içinde olunmuştur.
Kimi zaman kantarın topuzu kaçırılmış, sapla saman birbirine karıştırılmış, yalanlar havada uçuşmuş kıranlar kırılanlar, yargıya intikal eden yolsuzluklar usulsüzlükler vs. olmuştur.
Ama sonuçta millet sözünü söylemiş ve imzasını atmıştır..
Sevinmek kazananın hakkı, üzülmek kaybedenin kaderidir.
Ama artık seçim bitmiştir.
Başarıyı da üzüntüyü de abartmanın bir yararı yoktur.
Biz birbirimizle didişirken aylardır ABD kaynaklı tahrik, tehdit ve şantajlara toplum olarak okkalı bir tepki veremedik.
Ülke bağımsız olduktan sonra seçimler yine yapılır, kaybeden başka bir seçimde kazanabilir, kazanan kaybedebilir.
Fakat bağımsızlığımız giderse ne seçim yapılır ne milli irade kalır.
Sisi gibi bir seri katile biat etmekle ölmek arasında bir tercihe zorlanırız.
Şu an karşımızda bağımsızlığımıza göz dikmiş, bu ülkede beslemelerine darbe yaptıran, darbecileri koruyup kollayan, çıkarlarına aykırı davranan herkesi ortadan kaldırmayı hak olarak gören, çıkarlarına aykırı her uygulamayı yaptırım tehdidiyle bozmaya çalışan gözü dönmüş bir ABD ve onun paralı katilleri var.
Artık karşılarında eski günlerdeki gibi yanağından makas alıp hurda silah hibeleriyle kandırdıkları gibi bir Türkiye söz konusu olmadığından o günlere dönmek için her gün adım adım ilerleyen sinsi bir plan ortada iken hiçbir şey yokmuş ya da bu sadece hükümetin sorunu imiş gibi davranmak en hafif tabirle gaflettir.
En küçük bir kıvılcımın büyük bir yangına dönüşebileceği Doğu Akdeniz’deki kuşatmaya gelmek istiyorum.
Türkiye’ye; “sen gene eski günlerdeki gibi cici çocuk ol, etliye sütlüye karışma, petrol ve gaz aramayı bırak biz sana satarız” diyerek Doğu Akdeniz’deki hakkımız olan enerji kaynaklarından vazgeçmemizi istiyorlar.
İktidarı ve muhalefetiyle bu hakkımızdan ödün verilmemesi için her türlü meşru tepki gösterilmeli ve asla geri adım atılmamalıdır.
Ama görüntüye bakıldığında bu sanki iktidarın sorunu gibi davranılmaktadır.
Bir belediye başkanlığı kazanmak için gösterilen kararlılığın onda birinin böylesine hayati bir konuda gösterilmemesi üzücüdür.
Bütçemizin önemli bir bölümünün enerji harcamalarına gittiği düşünülürse doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de hakkının bulunduğu yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervinin adil paylaşımından doğacak hissenin ülkemiz için ne denli büyük bir gelir kaynağı olacağı şüphesizdir.
Böylesine büyük bir kaynak için topyekun bir çaba gösterilmesi gerekirken “kimseyi küstürmeyelim” davranışı acizlik, bu ahlaksız kuşatmaya seyirci kalıp perde gerisinde el ovuşturarak keşke ABD hükümeti devirse diye beklemek ise ihanettir.
O zengin kaynaklar hükümetlerin değil milletindir.
Hükümetlerin ve tüm siyasetçilerin görevi de milletin hak ve çıkarlarını her ne bahasına olursa olsun korumaktır.
Bölgede hakları olmayan azgın emperyallerin cirit attığı bir dönemde kişisel ve siyasal çıkar hırsıyla davranmak mandacılara taşeronluk olur.
Bu millet yiyecek ekmek bulamadığı dönemlerde bile mandacılığa razı olmamıştır.
İçimizde mandacılık hayranları bulunsa bile kahir ekseriyet mandacılığa hiç rıza göstermez.
Medyada yer alan bilgilerden yaptığımız derlemeye göre; Doğu Akdeniz'in Levant adı verilen ve Suriye kıyılarını da içinde barındıran bölgesinde yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunuyor.
Coğrafi açıdan da bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya Doğu Akdeniz'de aktif politika yürütüyor.
Öte yandan, bölgeye sınırı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler de Akdeniz'deki enerji kaynağına çökmek istiyor.
Doğu Akdeniz'de faaliyet gösteren başlıca şirketler arasında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), ABD'li Exxon Mobil ve Noble, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz BG ile İsrailli Delek ve Avner firmaları yer alıyor.
Türkiye Kıbrıs'ta Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor.
Yani adil ve hakkaniyete uygun bir bölüşüm istiyor ve her fırsatta bölgede faaliyet yürüten enerji şirketleri ile ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere GKRY'nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi tanımadığını ve Türkiye'nin deniz yetki alanlarıyla çakışan bölgelerde arama ve üretim çalışmalarına izin vermeyeceğini belirtiyor.
Ayrıca Türkiye, GKRY'nin adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için münhasır ekonomik bölge oluşturma ve ihale etme hakkı da bulunmadığını muhataplarına iletiyor.
Öte yandan, adanın çakışma olmayan kuzey, doğu ve güney kısımlarında Rum tarafının fiili durum yaratma ihtimaline karşı, KKTC tarafından TPAO'ya ruhsat sahaları verildi.
Böylece GKRY'nin adanın tamamını temsil etmemesine rağmen bloklar oluşturarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine de karşılık verilmiş oldu.
Bölgede aktif olarak Fatih sondaj gemisiyle KKTC'nin ruhsat verdiği A, B, C, D, E, F, G olarak adlandırılan alanlarda sondaj ve arama faaliyetlerini yürütürken kararlılığını bir adım daha ileriye taşıyarak (dünyada bu tür sondaj yapabilen 12 gemiden ikisine sahip) Türkiye ikinci sondaj gemisi Yavuz' u da bölgeye gönderdi.
Doğu Akdeniz’deki enerji zenginliğini duyduktan sonra gemi azıya alan başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya, Yunanistan, İsrail ve İtalya en güçlü savaş gemileriyle Doğu Akdeniz’e gelerek namlularını Türkiye’ye yönelttiler.
Yeni bir işgal senaryosuyla ortaya çıkan tüm bu ülkeler, bölgedeki hukuksuz varlıklarını meşru göstermek için sanki adanın tek temsilcisi imiş gibi Güney Rum Kesimiyle el sıkıştı.
Her fırsatta Doğu Akdeniz'deki gelişmelere ilişkin Türkiye'yi “tahrik edici hareketlerde bulunmakla” suçlayan Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, sözcülüğünü yaptığı sömürge devletlerinin (kendilerine verilecek münasip bir komisyon karşılığında) faaliyetlerini haklı gösterme çabası sergiliyor.
Hal böyleyken Türkiye’yi varlıkların adil paylaşımı kararlılığından vazgeçiremeyen ABD, Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’yi dışlayan politikalar üretmeye devam ediyor.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edilen Türkiye karşıtı tasarıya göre ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında enerji işbirliğini koordine edecek bir merkez kurulacak.
Tasarıya göre ayrıca; Kıbrıs’a silah satışı ile ilgili kısıtlamalar kaldırılacak.
Bütün bunlar Türkiye’yi Akdeniz’de adım atamayacak hale getirmek amaçlı bir planının adım adım işlediğini gösteriyor.
İşte böylesine hain bir planı gören Türkiye bir yandan kendi yerli ve milli imkânlarıyla inşa ettiği iki sondaj gemisiyle bölgeden gaz ve petrol çıkarma faaliyetlerine hız verirken diğer yandan “Mavi Vatan” adlı tatbikatlarla denizlerdeki gücünü ve hâkimiyetini dosta düşmana gösterdi.
Tatbikat sayesinde yerli üretimi gemi katili füzeler de dahil birçok silahı Türk Silahlı Kuvvetleri muharip unsurları deneme fırsatı buldu.
ABD’nin Türkiye’nin bu kararlılığı karşısında Türkiye’ye 60 km mesafedeki Dedeağaç Limanına Saber Guardian-2019 tatbikatını bahane edip bir gemi ile 2 bin asker, yaklaşık 700 araç, konteyner ve ekipmandan oluşan askeri sevkiyat yapması ülkemizin batıdan da kuşatma altına alınması maksadın ne olduğunu açıkça ortayla koydu.
Böylesine haklı olduğumuz bir konuda bile bir araya gelinemeyecek ise ne zaman gelinecek?..
Meclisteki tüm partiler (belki malum parti yanaşmayabilir) ortak bir açıklama ile “Doğu Akdeniz’de oldu bitti’ye izin verilmeyecektir. Bu konuda tek yumruk gibiyiz” mesajı veremez miydi?..
Hızlı treni, yeni hava limanını, köprüleri, tüp geçitleri, her ile üniversite açılmasını, Çamlıca’ya Cami yapılmasını vs. eleştirenlerin ülkemiz güvenliği ve geleceği için hayati önem taşıyan Akdeniz’deki petrol ve doğal arama çalışmalarını durdurmamız için ABD’nin ve saz arkadaşlarının yaptıkları tehditleri görmezden gelmelerini popüler ifade ile “bir kenara not ettik”.
Zamanı gelince bu notu yüzlerine okuruz.
Güvenliğimize ve geleceğimize yönelik tehditler bu kadar ortada iken bugün susanların yarın konuşmaya hakları yoktur.
Konuşsalar da beş kuruşluk değeri yoktur.