Halk TV ekranlarında yayınlanan “Şimdiki Zaman Siyaset” programında (08/04) Korona virüs salgınına karşı açıklamalarda bulunan emekli Biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy;
"Bu salgını önleyebilir miydiniz başında? Evet, önlerdik. Eğer Çin'den gerçekten Hipokrat yemini etmemiş ve bilime tamamen inanmış bir adam bana telefon etseydi. Deseydi Ali Demirsoy, böyle bir virüs piyasaya çıktı, ne yapalım? Ne yapardım biliyor musunuz? Oradaki 50-60 kişiyi ya bir adaya götürür tecrit ederdim ya da ben biyolog olmam nedeniyle kınamayın, öldürürdüm. Eğer siz 50 kişiyi itlaf etmiş olsaydınız, bugün 1 milyon adamın ölümünü önlemiş olurdunuz. İşte biz buna bilim diyoruz, bilim." diyerek izleyenleri şok etti.
Bu sözleri okuması yazması olmayan bir cahil söyleseydi, ciddiye almazdık.
Ama bir Prof. tarafından; genellikle hayvanlar için kullanılan itlaf (TDK: öldürme yok etme, telef etme) kelimesi seçilerek Korona virüs’e yakalanan 50 kişinin öldürülmesi ile salgının önlenebileceğinin söylenmesi en hafif tabirle bilime ihanettir.
Bir kere virüse yakalananların sayısı tam olarak bilinmemektedir ve virüs bazı kişilerde herhangi bir belirti göstermemekte ancak bu kişiler bulaştırıcı olabilmektedirler.
Yani elli kişi öldürüldüğünde bir elli kişi de daha çıkmayacağının garantisi yoktur.
Hemen her gün ortaya yeni bir vak’a çıkarken onları da öldürerek salgını önlemenin imkanı yoktur.
Hitler’in üstün olduğunu iddia ettiği Alman ırkının korunması amacıyla bu ırkı bozma riski taşıdığını iddia ettiği ırkların mensuplarını öldürmesi/fırınlarda yakması ne kadar bilimsel ise bu da o kadar bilimsel bir yöntemdir.
Bilim; insanı yaşatmak ve insanlığın refahı için vardır.
Bilim insanları öldürerek değil çare üreterek hastalığı önlemeyi, önleyemez ise dini, ırkı, cinsi, milliyeti ne olursa olsun tedavi etmeyi hedefler.
Kuduzu önlemek için dahi her köpek öldürülmez iken, insanların toplu öldürülmelerinden çare üretmek bilim adamlarının değil cehaletten beslenen; büyücülerin, üfürükçülerin ve yobazların işidir.
Sayın Demirsoy insanların toplu öldürülmesi önerisine bilimsel diyor ama bakalım TDK Bilim’i nasıl tanımlamış.
1. Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.
2. Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
3. Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.
Yukarıdaki üç tanımdan hiç birisi Sayın Demirsoy’ın ilkel bilimsellik izahına uymuyor.
Bilim cinayete kılıf olamaz.
Sayın Demirsoy Hipokrat yemini etmemiş birisinin kendisine sorması halinde toplu öldürme tavsiyesinde bulunuyor.
Oysa o da biliyor ki (taşıdığı prof. unvanı gereği) dünyadaki bütün doktorlar göreve başlarken Hipokrat yemini ederler ve onlar için her can çok değerlidir.
Hipokrat tüm dünyada pozitif tıp biliminin kurucusu, ‘Tıbbın Babası' olarak bilinir. Bundan neredeyse tam 2.500 yıl önce, yani Milattan Önce 460 yılında doğmuştur. Tıpla uğraşan bir aileden gelmektedir.
Babası Herakleides de zamanın ünlü hekimlerinden biridir.
Hipokrat gözlem ve deneye dayanan tıbbın kurucusudur. Hastalıkların bir nedeni ve bunların fiziksel ve gerçekçi bir açıklaması olduğunu ortaya koymuş ve tıbbın bir bilim haline gelmesine öncülük etmiştir.
Hipokrat Yemininin aslında Hipokrat'ın kendisi tarafından değil, onun ekolüne mensup bir öğrencisi tarafından 5. yüzyılda yazılı hale getirildiği kabul edilir. İki bin yıldan beri de eğitimini tamamlayan her hekim mesleğini uygulamaya, aşağıda orijinal metni yer alan (biraz daha kısaltılmış ve sadeleştirilmiş haliyle) Hipokrat Yemini ederek başlamaktadır.
“Hekim Apollon, Aesculapios, Hygeia ve Panacea adına, bütün Tanrılar ve Tanrıçaların şahitliğinde yemin ederim ki, aşağıdaki andımı kabiliyetim ve gücüm yettiğince yerine getireceğim. Bu sanatı bana öğreteni ebeveynim yerine koyacağım, hayatımı onunla paylaşacağım ve ihtiyacı olursa mallarımı onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşlerim gibi bakacağım, istedikleri takdirde bu sanatı onlara ücretsiz ya da yazılı bir söz almaksızın öğreteceğim, bilgilerimi oğullarıma, ustalarımın oğullarına ve bu mesleğin kurallarını kabul edenlerden başka kimseye öğretmeyeceğim. Tedavi reçetelerimi kabiliyetim ve gücüm yettiğince hiçbir zaman birisine zarar vermek için değil, hastalarımın iyiliği için kullanacağım. Hiç kimseyi memnun etmek için ölümcül bir ilaç reçete etmeyeceğim gibi, ölümüne neden olabilecek bir tavsiyede dahi bulunmayacağım. Bir kadına düşük yaptıracak âletler vermeyeceğim. Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olduğu aşikar olanlar için bile kullanmayacağım, bu işi ehillerine bırakacağım. Gittiğim her eve sadece hastanın iyiliği için gireceğim, kendimi hastalık yapıcı etkenlerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun kadın ve erkeklerle aşkın hazlarından uzak tutacağım, sanatımın icrası esnasında ya da günlük hayatımda bana gelen ve yayılmaması gereken bilgileri sır olarak tutacağım ve hiçbir zaman açmayacağım. Bu andımı tuttuğum sürece, hayatım ve sanatımın icrası bana mutluluk versin, tüm insanlar tarafından her zaman saygı göreyim, eğer yeminimden dönersem bunun zıddı bana az gelsin.
Sonuç olarak Biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy’un açıklamalarında dile getirdiği 50 kişinin öldürülmesiyle Korona virüsün önlenebileceği iddiasının bilimsellikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Hiçbir Biyoloğun böylesine ucuz bir bilimsellik anlayışı olduğuna da inanmıyorum.
Bu tür ciddiyetten uzak bir bilim anlayışı profesör unvanı taşıyan bir bilim adamına yakışmamıştır.
İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı günlerde çare umduğumuz “Bilim”, böyle korkutucu ve ilkel örneklerle değil daha rasyonel örneklerle anlatılmalıydı.
Kaldı ülkemizde Korona virüs ile mücadele süreci bir “Bilim Kurulu” tarafından yapılan değerlendirme ve getirilen önerilerin Hükümet tarafından uygulanmaya konulması şeklinde yürütülmekteyken bilimsel çözümün ortaçağ karanlığında kalmış bir anlayışla ifade edilmesi yakışık almamıştır.
Ve son bir not; amaç ve niyetleri ne olursa olsun bilim adamları, cehaletten beslenen büyücülerle üfürükçülerle ve yobazlarla aynı dili kullanmamalıdırlar.
Parası ödenen F 35 leri vermeyenler, şimdi tıbbi malzeme takası teklif ediyorlar..
Salgınla mücadele kapsamında, mümkün olması hâlinde Türkiye’de kapasite fazlası bulunabilecek bazı malzemelerin ABD tarafından satın alınabileceği, fazla miktarda bulunan diğer sağlık malzemelerinin de takas yöntemiyle Türkiye’ye verilebileceği belirtilmiş. Türkiye’den talep edilen 81 ürün arasında; N95 maske, yatak, eldiven, gözlük, ventilatör, mobil röntgen sistemi, antibiyotik, morfin, antiviral aşılar, alkol bazlı el ovma dezenfektanı, cerrahi sabun, klorid, ceset torbası, dezenfektan, ev izolasyonu için kitler, medikal tüpler, ölçülü solunum cihazı, tıbbi gaz, burun kanülü, laringoskop seti, galoş, tıbbi önlük ve örtü, cerrahi maske, anestezi makinesi, numune taşıma çantaları ve taşınabilir nabız ölçme makinesi bulunuyor.
Daha düne kadar parası ödenen F 35’leri vermeyecekleri söyleyerek yaptırımlardan yaptırım beğen diye tehdit edenlerin, PYD YPG terör örgütüne TIR’lar ve uçaklar dolusu silah/teçhizat ve mühimmat verenlerin bugün ihtiyaç duydukları(üretmeye tenezzül etmedikleri) tıbbi malzeme takası teklifinde bulunmaları ibret vericidir.
Ne demiş atalarımız;
Keser döner sap döner; gün gelir hesap döner.
Almanya Korona virüslü yaşlıları için huzurlu bir ölüm planlamış
Ülkemizde yaşlı genç demeden, gerek test gerek tedavi için ve herhangi bir ücret alınmadan Korona virüsle mücadele sürdürülürken hastanelerden doktorlara ait maskelerin çalındığı, bir maskenin karaborsada 10 Euro’ya satıldığı İspanya, İtalya ve Fransa’da huzurevlerindeki yaşlıların ölüme terkedildikleri ve odalarındaki cesetlerinin günler sonra kaldırıldığı haberlerinin ardından onlar için sadece “huzurlu bir ölüm” planlandığına dair utanç verici bir örnek Almanya’dan geldi.
Alman doktorlar artık, ağır durumdaki yaşlı hastalarına, huzurlu şekilde ölmeleri için yoğun sakinleştirici ilaç verebilecekler Alman Palyatif Tıp Derneği ile Alman Pnömoloji ve Suni Solunum Derneği'nin hazırladığı ölüm protokolünde, doktorlara, yaşlı Covid-19 hastalarına, huzurlu şekilde ölmeleri için yoğun ve sürekli bir sakinleştirici (palyatif sedasyon) vermeleri önerildi.
Derneklerin hazırladığı tavsiye ve uygulama protokolünde, ileri yaşta solunum sıkıntısı çeken ve destek verilemeyen hastalara nasıl davranılması gerektiği yer alıyor. "Acı çekmeden, huzur içinde ölmelerine yardımcı olmak üzere" ifadelerinin yer aldığı protokolde, morfin ile birlikte etkisi yüksek sakinleştirici ilaçların kullanılması öngörülüyor.
Almanya’da yaşlı nüfusun fazlalığı sebebiyle hastaların çoğunun yoğun bakım ve solunum cihazı ihtiyacı doğdu.
Hastalıktan kurtulma ihtimali daha düşük olan ileri yaştaki hastalar yerine iyileşme ihtimali daha yüksek olan daha genç yaştaki hastalar solunum cihazlarına bağlandı.
Masraf olmasın diye yaşlılar için de huzurlu bir ölüm planlandı.
Bütün bu utanç verici örneklere rağmen devlet olarak ülkemizde Korona virüse karşı yürütülen büyük mücadeleyi küçümseyen, hafife alan, toplumda korku ve paniğe neden olacak yalan ve iftiraları yazanların/yayanların, rant devşirmeye çalıştıkları virüsün kendilerine oy vermeyeceklerin “gebermesi”ne neden olmasını dileyenlerin gözleri gerçeği görmüyorsa hayvanlardakilerden bir farkı yoktur.
Tıpkı hayvanlardakinden farkı olmayan beyinleri gibi..
Biz Korona virüsle uğraşırken PKK 5 masumu daha katlederek 21 çocuğu yetim bıraktı..
Türkiye Korona virüs’e karşı amansız bir mücadele verirken terör örgütü PKK Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde odun toplamaya giden masum Kürt orman işçilerini hedef aldı. Alçak saldırıda 5 vatandaşımız şehit oldu.
Muhsin Can adına tescilli 21 FC 232 plakalı pikap asfalt yoldan çıkıp stabilize yola girdikten kısa bir süre sonra Güleç Mahallesi’ne kırsalında saldırıya uğradı. Aracın geçişi sırasında yolun kenarına döşenen patlayıcı infilak etti. Çevrede iki mezradan da duyulan patlamanın etkisiyle işçilerin içinde bulunduğu araç ikiye bölündü. Aracın içindeki 5 işçi de olay yerinde şehit olurken 21 çocuk yetim kaldı.
Tam da TBMM’ de infaz düzenlemesi ile ilgili kanun tasarısı görüşülürken yapılan bu saldırı, terör örgütü uzantı ve artıklarının infaz yasası kapsamına alınması için çırpınan Kandil sözcüleri ve ne yazık ki bunlarla “tenhalarda gör beni gizli gizli sev beni” anlayışıyla yaptıkları işbirliğini saklamaya çalışanların hiç ilgisini çekmedi.
5 canın alçakça katledilmesi 21 çocuğun yetim kalması sıradan bir olay mı?..
Alışıldığı üzere Kandil sözcülerinin ağzını bıçak açmadı.
Peki iş ortakları neden bu alçakça cinayetle ilgili olarak konuşmuyorlar?..
Yoksa iş ortaklarını kızdırmaktan mı korkuyorlar?..
Devleti suçlamaya gelince freni boşalmış araba gibi gidenler..
Ota bota demeç patlatanlar…
İyi Saadette olsunlar..
Vefa’dan ve Gelecekten söz edenler..
Yüzde yüz garantili bilge(!) siyaseti yapanlar…
Neredesiniz?.
Sesiniz neden çıkmıyor?..
İleride kurmayı düşündüğünüz çatının kiremitleri eksik kalır diye mi korkuyorsunuz?..
Sanmayın ki bu suskunluklarınızı unutacağız.
Bunları deftere yazıyoruz.
Yarın seçim zamanı kapımıza geldiğinizde suratınıza çarpacağız..