IMF kredileri tavşanı kafese çekecek havuçtur..
Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşma yapacağı yönünde ikide bir ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen bir iddia var.
Bu “avara” iddianın sahipleri kendilerini ekonomist olarak adlandırıyorlar.
Her seferinde ısrarla yalanlanmasına rağmen birileri İMF ile anlaşma yapılmasına (yani egemenliğin vesayet altına alınmasına) o kadar istekliler ki sürekli otomatiğe bağlamış gibi yazmaktan çekinmiyorlar.
Daha önceleri yapılan açıklamalara benzer bir şekilde Hazine ve Maliye Bakanlığından yapılan açıklamada; IMF'nin bu süreçte gündeme gelmesinin algı operasyonu olduğu, alınan tedbirler ve ortaya konulan stratejilerle ekonomideki güçlenmenin devam edileceği belirtilerek "IMF ile yolun kesişmesi dahi söz konusu değil" denildi.
Bakanlığın açıklamasında; “Tüm borçluluk oranları, borç çevirme oranları ve mali disiplin performansı ortaya konularak, Türkiye'nin; ne kredi açısından, ne de teknik destek açısından IMF ile yolunun dahi kesişmesinin söz konusu olamayacağı defalarca ortaya konulmuştur. Bu performansa rağmen, IMF konusunun gündeme getirilmesinin hiçbir tutarlılığının olmadığı, amacı belli bir algı operasyonu olduğu çok açıktır. Türkiye hükümeti makamlarının açıklamalarını besledikleri kin ve nefret sebebiyle dikkate almayanların, iddialarının doğrudan IMF tarafından yalanlanmasına rağmen aynı tiyatroyu oynamaya devam etmelerinin tek bir nedeni vardır. Türkiye hükümetine zarar vermek için, Türk ekonomisine, Türk milletine zarar vermeyi göze almış bir akıl tutulması yaşanmasıdır. Bu hastalıklı ruh hali tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır.” ifadelerine yer verilerek bu iddiayı ortaya atanların akıl tutulması yaşadıkları resmi ağızdan vurgulanmıştır.
Burada ilginç olan; iddianın doğru olmadığı bizzat İMF tarafından da açıklanmasına rağmen yalanda ısrarcı olunmasıdır.
Kuşkusuz; “bilge adam” rolleri oynayan kimi siyasetçilerimizin müktesebatlarını ayaklar altına alırcasına yaptıkları IMF güzellemelerinin de bu üfürmelerde payı yok değil.
15 Temmuz’da yedikleri darbenin acısını hala hisseden ve bu nedenle Türkiye’ye diz çöktürmeyi amaçlayan başta ABD, AB ve NATO olmak üzere güç odaklarının başlattıkları ve körükledikleri ekonomik saldırıyı yok sayarak ahkam kesen ekonomi uzmanları (daha doğrusu tetikçileri) inandırıcı değiller.
Biz IMF’li yılları da gördük.
Verdikleri kredinin nerelere harcanacağına, nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağına IMF’nin kıtipiyoz komiserlerinin karar verdiği, devlet yetkililerinin bu komiserler karşısında el pençe divan durdukları utanç verici günleri gördük.
Ülkesini seven hiçbir yönetici IMF ile anlaşmak istemez.
Çünkü IMF ile anlaşmak demek, egemenliği ipotek atına almak demektir.
Davulu boynuna takıp tokmağı onlara vermek demektir.
Parayı (krediyi) verdikleri ülkeyi yönetmeye kalkarlar.
Her şeye burunlarını sokarlar.
Mesela 2001 krizinden sonra Amerika’dan ithal edilen Kemal Derviş ayağının tozuyla pancar ekimine sınırlama getiren yasayı hayata geçirmişti. Böylece Amerika’nın en önemli isteklerinden biri yerine gelmiş oldu.
Pancardan üretilen şeker yerine, nişasta bazlı şeker (NBŞ) hayatımıza çok daha fazla girdi.
Bugün bile raflardaki gıda ürünlerinin etiketlerine bir bakın, ne kadar yaygın (ve elbetteki geleceğimizi tehdit eden) bir NBŞ kullanıldığını göreceksiniz.
O dönemde Kemal Derviş her IMF kredisi öncesi mikrofonlara, “Şu şu yasalar çıkarsa, şu kadar kredimiz serbest bırakılacak” diye açıklama yapıyordu.
Ve o yasaların çoğu tarım üretimini sınırlayan yasalardı.
IMF istiyor hükümet yerine getiriyordu.
İşte bu dayatmalar sonucunda NBŞ hayatımıza çok yoğun bir şekilde girdi.
Türkiye’de obezite yaygınlaştı, şeker hastalığı aldı başını gitti.
Şeker ilaçları kullanımı patladı.
Bununla birlikte şeker üretiminde dışa bağımlılığımız arttı. Dünya kartellerini zengin ederken, yerli üreticiyi neredeyse bitirme noktasına geldik.
Sadece NBŞ değildi dayatılan.
Amerika Türkiye’deki haşhaş üretimini yasaklamak için hükümet düşürdü.
Sonrasında; Bakanlar Kurulu 30 Haziran 1971’de yayınladığı bir Kararname ile Türkiye’de haşhaş̧ ekiminin ve afyon üretiminin 1972 sonbaharından başlayarak tamamen yasaklandığını ilan etti.
Çünkü ABD haşhaş üretiminin kendi çıkarlarıyla örtüşmediğini düşünüyordu.
Bugün Amerika’nın desteklediği “gıda kartelleri” de NBŞ gibi insan sağlığını tehdit eden ürünlerin yaygınlaşması ve tüketiminin artması için Türkiye gibi ülkelerin yerli üretimlerinin önüne geçmek için IMF kredilerinin serbest bırakılmasını kullanmışlardır.
Yani IMF kredileri tavşanı kafese çekecek havuç rolünü üstleniyordu.
Tavşan kafese girince de bildiklerini yapıyorlardı.
Gelinen nokta itibariyle eğer İMF ile anlaşılacak olsaydı NBŞ (nişasta bazlı şeker) kotası önce % 5 e kısa bir süre önce de % 2,5 a düşürülemezdi.
Daha açık bir ifadeyle düşürtmezlerdi.
NBŞ’ye getirilen kota, kenevir üretiminin serbest bırakılması ve teşviki bağımsızlaşmanın bir örneği olarak dikkat çekicidir.
Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU 04/02 /2019 tarihli Hürriyet Gazetesindeki makalesinde; “Nişasta bazlı şeker (fruktoz)” yani NBŞ kotasını yüzde 2.5 ile sınırladı. Şu kesin: NBŞ yeni bin yılın en mühim sağlık tehditlerinden biri. Bana sorarsanız muhtemelen de en önemlisi. NBŞ’li şekerdeki “çakma fruktoz”un sağlık günahlarını saymakla bitmez.” diyerek NBŞ’nin ne büyük bir felaket olduğu yazıyor..
Kuşkusuz ekonomik, siyasi ve idari her uygulama eleştirilebilir.
Demokratik düzenlerde eleştiri haktır ve gereklidir.
Ama gerçekleri eğip büküp yalan yanlış değerlendirme yapmak eleştiri değil hangi amaçla yapıldığının bildiğimiz “algı”ya hizmettir.
Şimdi dönüp tekrar soralım.
Yeni bin yılın en büyük sağlık tehditlerinden birisi olan NBŞ kotasını % 2,5 ile sınırlayan, kenevir üretimini serbest bırakan bir yönetim IMF ile anlaşır mı?
Gözümüzün önünde yaşanan bu gelişmelere rağmen halkı aptal yerine koyarak gönüllerinden geçeni “olacak” diye yazanlar ciddiye alınır mı?...
Bu duruma çok uyan bir fıkra ile bitirelim.
Çok ünlü bir ekonomist katılacağı bir toplantı için özel araçla seyahat ederken yol kenarında bir sürü görür ve şoförüne durması söyler.
Tabletini alarak arabadan iner ve çobana selam verir.
Birkaç dakikalık konuşmadan sonra çobana sürüsünde kaç olduğunu bilirse bir koyun verip vermeyeceğini sorduğunda çoban; “lafı mı olur beyim istediğin koyunu al” cevabını verir.
Bunun üzerine ekonomist tablet üzerinde yaptığı değerlendirme ve hesaplardan sonra; “çoban kardeş tam 275 koyunun var” der.
Çoban şaşırır gerçekten adam sayıyı bilmiştir ve “buyur beyim beğendiğin bir koyunu al” der.
Adam sırtladığı bir hayvanı götürürken çoban arkasından;
“Beyim ne iş yaptığınızı bilmiyorum ama sizin kimseye hayrınız olmaz” diye seslenir.
Adam bozulur ve niye? diye sorar.
Çoban cevap verir;
“Yaptığın hesabın sana hayrı yok, başkasına nasıl olsun?..
Çünkü koyun diye köpeği götürüyorsun.”