Hamas’ın şok baskınının ardından İsrail'in 7 Ekim’den bu yana dozunu giderek arttırdığı, insani, ahlaki ve hukuki temelden yoksun, “öldürülen Filistinli olsun da kim olursa olsun” mantığı ile vahşice sürdürdüğü katliamlar El Ehli Baptist Hastanesini bombalamasıyla kan donduran bir aşamaya geçti.
26’sı doktor 471 sivilin hayatını kaybettiği saldırıda ilk kez Vietnam’da, 1960-1970 yıllarında da Körfez Savaşı'nda ve Irak gibi bölgelerde kullanılan ABD yapımı 925 kg’lık. MK-84 patlayıcı kullanıldı. Uçaktan atıldığında geniş bir alana düşen 336 metre karede etkili ancak patlamanın tesiriyle 550 metre tahrip çapına sahip olan MK 84’ün içinde 469 kg patlayıcı var. ABD’nin gayrı meşru bebesi İsrail bir hastaneyi vurarak o hastanede çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 471 kişiyi alçakça katletmesine, yüzlercesini yaralamasına rağmen kendilerine medeni(!) diyen batılı ülkelerin yöneticileri İsrail’e tepki göstermekten korkarak üç maymunu oynamaya devam ediyorlar.
ABD’nin bunak ve pedofili başkanı, hastane bombalamak gibi insanlık bir dışı saldırı yapan İsrail’e koşarak faşist katil Netanyahu’ya destek verirken bütün dünyanın gözünün içine baka baka bu alçak saldırının sorumluluğunu; “karşı taraf yapmış gibi görünüyor” diyerek Hamas’a yüklemeye kalktı. Hastanede çoğunluğu kadın ve çocuk olan 471 masumu öldürmelerini katil Netanyahu ile birbirlerine sarılarak kutladılar.
İngiltere’nin silik ve sinik Başbakanı Reşit Sunak ve Alman şansölye Olaf Scholz da İsrail’e giderek kendilerine maslahatgüzar muamelesi yapan ve elleri ceplerinde karşılayan katil Netanyahu’ya sadakatlerini belirtirken işlenen cinayetlere de ortak oldular.
Fransa’nın fırıldak başka Macron da İsrail’e giderek Netanyahu’ya bağlılıklarını sunmak için randevu verilmesini bekliyor.
Farklı tarihlerde ve farklı coğrafyalarda yaşasalar da merhametsizlik, insana ve inanca saygısızlık, kendilerinden olmayanlara karşı derin bir kin ve nefret duyma, acımasızca öldürmek konularında Netanyahu ile Hitler arasında bir fark bulunmuyor.
Ancak Hitler acımasızca katliam yaparken üstün ırk olarak nitelediği Almanlara güveniyordu. Oysa Netanyahu en vahşi hayvandan bile acımasız katliamlarını ABD’ne ve onun çoban köpeği AB’ne güvenerek yapıyor/yaptırıyor.
Hitlerin en güvendiği kişi ve en sadık yandaşı 1933-1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış Alman politikacı ve Nazi Almanya’sının ikinci şansölyesi olan Paul Joseph Gobbels’ti.
Netanyahu’nun en güvendiği kişi ise; tam bir bunak, pedofili ve kuyruklu yalancı Biden.
Hani şu, ikide bir uçak merdivenlerinden yuvarlanan, boşlukla tokalaşan, duvarda kapı var zannedip kafasını vuran, hayali insanlarla konuşan, ağzından çıkanı kulağı duymayan, Hamas’ın 40 İsrail’li çocuğun kafalarını kesiği yalanını söylemekten utanmayacak kadar insanlıktan nasibini almamış aşağılık, müfteri ve sahtekâr Biden.
Görüldüğü üzere Netanyahu aslında Hitler’den bir tık daha ileride aşağılık bir seri katil.
21. yüzyılda soykırım yapıyor ve bu soykırım sözde medeni ülkelerden destek buluyor. Oysa Hitler’in dünyada destekçisi yoktu ve yaptıkları insanlığa sığmadığı için eleştiriliyordu.
Netanyahu’nun vahşeti ve soykırımı başta ABD ve batı olmak üzere destekleniyor, teşvik ediliyor, hatta kendi duyarlı insanlarının İsrail’i protestolarına bile engel olarak protestocuları tutukluyorlar. Sokakları savaş meydanına çeviren PKK’lılara gösterdikleri anlayışı (siz bunu teslimiyet olarak anlayın) İsrail’in soykırımını protesto eden vatandaşlarına gösteremiyorlar.
İsrail hastane bombalayıp 471 kişiyi öldürüyor, ABD ve Avrupa istihbarat örgütleri ve medyası kurgu görüntülerle bu alçak eylemi Hamas’a yıkmaya kalkıyor. (Bu katliamın İsrail tarafından yapıldığını görüntüler ve kanıtlarla ortaya çıkartan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı; ABD ve İsrail’ aklamaya çalışan sözde özgür medyanın algı operasyonlarını ellerinde patlatarak başarılı bir hizmete imza attığı için tebrik ve takdiri hak ediyor)
Hastanenin başhekimi cesetlerin ortasında basın toplantısı yapıyor izlerken yüreğimiz yanıyor ama ne ABD’nin ne de batının sözde medeni ülkelerinin umurunda olmuyor.
İsrail 1948’den beri öldürüyor. 9 Temmuz 1948 de Lide kasabasını basan İsrail güçleri 426 sivil Filistinli’yi katletti. 12 Ağustos 1976 tarihinde İsrail’li milisler çocuk, kadın ve yaşlı hastaların sığındığı Tel El Zaatar Filistin Mülteci Kampından çıkmak isteyen masumlara ateş açması sonucu 1500 masum hayatını kaybetti.25 Şubat 1994 tarihinde Hz. İbrahim Camii’ne saldıran İsrail güçleri ibadet halindeki 79 Müslümanı alçakça katletti. Arada bahane bulup katlettiği masumların sayısı binleri geçti ama ABD ve Avrupa bu alçakça katliamlardan hiç rahatsızlık duymadı aksine öldüren İsrail olunca öldürülenleri terörist ilan ettiler.
Alman siyasetçi Jürgen Todenhöfer 2017 yılında Alman kanalı ZDF'ye yaptığı açıklamalarda öldürme konusunda batının kirli sabıkasını şöyle dile getirmişti..
"Sanırım biz kendimizi bir yalan içerisine yerleştirmişiz.
Bu yalan şu: İyi olan, asil olan, yardımsever olan bizleriz. Gerçek bu değil. İnanıyorum ki, biz Batılılar dünyayı fikirlerimizin, değerlerimizin ve dinimizin mükemmelliğiyle fethetmedik. Yalnızca ve yalnızca başkalarından daha acımasızca zor kullandık.
"6 milyon Yahudi'yi öldüren Müslümanlar değildi..."
Daha ciddi olmam gerekirse;
Haçlı Seferleri'nde 4 milyon kişiyi öldüren, sömürgeleşme döneminde 50 milyon insanı öldüren, 1. ve 2. Dünya Savaşlarında 70 milyon insanı öldüren, 6 milyon Yahudi'yi öldüren Müslümanlar değildi."
Hadi buna bir ekleme de biz yapalım.
FKÖ Lideri Yaser Arafat’la barış anlaşması imzalayarak iki devletli bir çözümü kabul eden İsrail Cumhurbaşkanı İshak Rabin’e Likud Partisi’nin lideri Benyamin Netanyahu tarafından organize edilen protesto gösterilerinde; “Siyonist ideallerden sapmak”, “Yahudilerin kazanımlarını yok etmek”, “İsrail’i tehlikeye atmak”, “Teröristleri cesaretlendirmek” gibi suçlamalar yöneltilerek Adolf Hitler’e benzetiliyor, FKÖ ile anlaşmak Holokost’la kıyaslanıyordu. Netanyahu’nun bizzat katıldığı bir protestoda, ellerinde tabut taşıyan kalabalıklar “Rabin’e ölüm!” sloganları atarak olacakların ipucunu verdiler.
Nihayet beklendiği üzere 4 Kasım 1995 akşamı, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, Tel Aviv’in göbeğinde bir Yahudi tarafından vurularak öldürüldü. Rabin’in katili Yigal Amir’in suikast gerekçeleri Benyamin Netanyahu’nun ağzından çıkanların birebir aynısıydı.
ABD ve batının sözde özgür medyası/ sosyal medya platformları dün olduğu gibi bugün de en ahlaksız, en haysiyetsiz ve en namussuz yalanlarla kudurmuş katil İsrail’i masum göstermeye, Filistinli çocukları bile terörist olarak göstermeye çalışıyor. Bu namussuzların yanında fahişeler namus abidesi gibi duruyorlar.
Almanya’da İsrail’i protesto eden bir futbolcunun sözleşmesi feshediliyor, Cezayir asıllı Fransız futbolcu Karim Benzema Fransa vatandaşlığından çıkartılmakla tehdit ediliyor. İsrail’i eleştiren sanatçılar, sporcular ve popüler isimler ölümle tehdit ediliyorlar.
Avrupa ülkelerinde Filistin lehinde gösteri yapanlara eşi görülmemiş bir polis şiddeti uygulanıyor.
Sanatçı Fazıl Say’ın Filistin’e destek açıklamaları ve Netanyahu’yu eleştirmesi nedeniyle İsviçre’de vereceği dört konser iptal edildi.
İngiliz The Guardian Gazetesi 40 yılı aşkın süredir görev yapan karikatürist Steve Bell’i Benyamin Netanyahu’yu eleştiren karikatürü nedeniyle işten çıkarttı.
Başkalarına fikir ve ifade özgürlüğü veren aşağılık “sığır sürüsü” tarihin gördüğü en azılı katil Netanyahu’nun ve hastaneleri, camileri, okulları, kiliseleri bombalayacak kadar gözleri dönmüş İsrail’in eleştirilmesine tahammül edemiyor.
Çünkü İsrail bu şiddeti ve zulmü onlara güvenerek ve onlar adına da yapıyor.
Hitler yalnız bir faşistti oysa Netanyahu sözde medeni ülkeler tarafından, alkışlanan ve cinayetleri takdirle karşılanan aşağılık, alçak ve gözü dönmüş katil bir faşist.
İsrail savaş suçu olan fosfor bombası kullanarak insanları öldürüyor ama Birleşmiş Milletlerin umurunda değil, yaptırım uygulamaktan ödü kopuyor.
BM; Gazze’de kendi okullarının bombalanmasının, görevli personelinin öldürülmesinin hesabını soramıyor ki bombalanan hastanenin hesabını sorsun.
Türk ordusuna kimyasal silah kullandığı iftirasını atan müptezeller İsrail’in göstere göstere fosfor bombası kullanmasına seslerini çıkartamıyorlar, çünkü sahiplerinden korkuyorlar.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin, "Askeri operasyon azalma belirtisi göstermiyor. Devam eden kuşatma su, gıda, ilaç ve diğer temel ihtiyaçları etkiliyor. Savaş ve uluslararası insan hakları hukukunun ihlal edildiğine dair belirtiler var" tespiti ortada iken Uluslararası Ceza Mahkemesi bu katliamın/soykırımın hesabını sormayacak ta neyin hesabını soracak?
İsrail UCM’ye taraf olmasa da Filistin 2015 yılında beri 1998 tarihli Roma Statüsüne taraf ve Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisini tanıyor. Filistin’in 2014 yılında İsrail’in hukuk ve insanlık dışı saldırıları nedeniyle savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediği iddiasıyla başvuru yaptığı Uluslararası Ceza Mahkemesi, suç işlendiğine dair yeterli kanıtlar olduğu için 2021 yılında soruşturma başlatsa da ABD ve İngiltere’nin siyasi baskısı ve mahkemenin İsrail’den korkması nedeniyle soruşturma bir türlü ilerlemiyor.
Putin ve sorumlu görülen Rus komutanlar hakkında yıldırım hızıyla tutuklama kararı veren UCM iş İsrail’in işlediği suçlara gelince süt dökmüş kediye dönüyor.
Görelim bakalım UCM; hukukun ve adaletin mi? yoksa soykırımcı katillerin mi emrinde?
Rusya “Filistin’de ateşkes ilan edilsin” diye önerge veriyor ama ABD, İngiltere, Fransa ve Japonya reddediyor, 6 ülke çekimser kalıyor. ABD’nin atom bombası attığı Japonya bile ABD’nin kuyruğundan ayrılamıyor ve önergeye hayır oyu veriyor.
Ukrayna savaşı ile ilgili olarak Putin/Rusya hakkında yüzlerce yaptırım uygulayan ABD ve AB İsrail’in savaş suçlarını/soykırımları/katliamları alkışlıyor, destekliyor.
20-21 Ekim/2022 de Fransa'nın Strazburg kentinde toplanan Avrupa Parlamentosu Genel Kurulunda AB Liderler Zirvesi hakkında konuşma yapan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya'nın Ukrayna'da sivil altyapıya yaptığı saldırıların "terör eylemi" olduğunu ifade ederek;"Uluslararası düzen açıktır. Bunlar savaş suçlarıdır. Halkın su, elektrik ve kış gelirken ısınma gibi imkânlarını kesmek amacıyla sivil altyapıyı hedef gözeterek yapılan saldırılar tamamen terör eylemidir. Bunu böyle adlandırmak gerekir." Demişti.
Dünya genelindeki AB delegasyonlarında çalışan yaklaşık 850 kişinin imzaladığı, Ursula von der Leyen'in ofisine gönderilen mektupta İsrail hükümetinin Gazze'de sıkışıp kalan 2 milyonu aşkın Filistinli sivile yönelik orantısız tepkisini şiddetle kınadıkları, Avrupa Komisyonu'nun Gazze'de insan hakları ve uluslararası insani hukuk hiçe sayılarak devam eden sivil katliamına karşı gösterdiği görünür kayıtsızlıktan rahatsızlık duydukları belirtilerek İsrail'i kayıtsız şartsız desteklemek yerine ateşkes ve sivil yaşamın korunmasına yönelik çağrıda bulunmaya davet edildi.
Sivil altyapıyı hedef alan Rusya olunca bu terör eylemi ve savaş suçu oluyor ama elektriği, suyu kesen, alt yapıyı kullanılmaz hale getiren, fosfor bombası kullanan, hastanelere, okullara, kiliselere bomba yağdıran İsrail olunca bu meşru müdafaa oluyor.
Lanet olsun bu ikiyüzlülüğe.
Ukrayna’da mavi gözlü, sarı saçlı çocukların ölümü nedeniyle Rusya’ya “vahşet” suçlaması yapanlar Gazze’de yüzlerce siyah tenli binlerce çocuğun ölmesini birbirlerine sarılarak kutluyorlar. Hastaneler, sokaklar çocuk cesetleri ile dolup taşıyor.
Bu ikiyüzlü tavır bombalardan daha tehlikeli ve daha ölümcüldür.
Çünkü bomba düştüğü yerdekileri ama bu tavır insanlığı öldürüyor.
Koskoca Avrupa’da hakkını yemeyelim tek cesur çıkış “hükümetteki ortağımız Sosyalist İşçi Partisinden (PSOE) İsrail tarafından Filistin halkına karşı yürütülen bu planlı soykırıma karşı mücadelede daha ciddi davranmamızı istedim. Bunun için de İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerimizi acilen askıya almamız gerektiğine inanıyorum." diyen İspanya sosyal haklar bakanı görevini vekâleten yürüten Ione Belerra’dan geldi.
Gerçek şu ki Müslüman ülkeler akıllarını başlarına almadıkça, güçlerini birleştirmedikçe, ABD, İsrail ve AB ile anladıkları dilden konuşmadıkça, kısaca artık sadece “kınamayla yetinmeyip etkili ve kararlı eylemler yapmadıkça sadece Filistin’de değil başka coğrafyalarda da kan ve gözyaşı dinmeyecektir.
Hastane bombalamak gibi alçak bir eylemden sonra Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan (İİT) en azından bu defa güçlü ve etkili bir tepki ve tavır beklenirken yine sadece “kınamakla” yetindiler.
57 üyeli bu teşkilat gözümüzün önünde yaşanan “zulme” durduracak bir kararlılık ve cesaret gösteremiyor.
Bu acizliği Dışişleri Bakanı Hakan Fidan şu sözlerle değerlendirdi.
"Şu ana kadar acil meselelerle buluştuk, kınadık ve dağıldık. Bu sefer burada bırakmamalıyız. İsrail ve diğerleri Filistinlilerle barışı ertelemenin bir bedeli olacağını anlamalıdır. İsrail'in vahşet işlemesi, bizden sert eleştiriler alması ve başka bir vahşet işleyerek dünyaya bunu unutturması yönündeki kısırdöngüyü kırmak zorundayız. Bölgedeki Müslüman ülkeler, Filistin halkının iyiliğini ve bekasını teminat altına almalı ve kalıcı bir barışın garantörleri olarak hareket etmeli."
Türkiye ve birkaç ülke dışındaki İslam ülkelerinin bugünkü yönetim yapılarıyla İsrail’in zulüm/vahşet kısırdöngüsünü kırmak gibi bir dertleri de niyetleri de yoktur.
Türkiye’nin dile getirdiği garantörlük önerisine desteklerini açıklayamayacak kadar korkaklar.
“Suya, sabuna dokunmayan ve bana dokunmayan bin yaşasın” konforuyla mışıl mışıl uyuyan İslam âlemi ne yazık ki İsrail’in bu pervasızlığının baş nedenidir.
Mescid-i Aksa'ya yönelik ilk büyük saldırı 6 gün savaşlarından hemen 2 yıl sonra 21 Ağustos 1969 yılında yapılmış ve Denis Ruhan isimli Yahudi tarafından kundaklanan Mescid-i Aksa'nın büyük bir bölümü tahribata uğramıştı.
Yangında yüzlerce yıllık birçok tarihi eser ve fethin nişanesi olarak Salahaddîn Eyyubi tarafından Kıble Mescidine konulan, sembolik değeri oldukça yüksek olan ahşap minber tamamen yanmıştı.
Dönemin İsrail başbakanı Golda Meir ise olaydan hemen sonra tarihi geçecek ve ne yazık ki İslam âlemi için büyük bir utanç olan şu sözleri söylemişti:
"O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannettim ki, Müslümanlar dört taraftan İsrail'e girecekler. Ama korkulan olmadı. O zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.”
Acı gerçek maalesef budur.
Gecikilen her gün Filistin Filistinlilerden arındırılmakta ve İsrail’in işgal ettiği alan biraz daha genişlemektedir.
İslam ülkeleri mışıl mışıl uyumaya devam ettiği takdirde zaten Filistin diye bir ülke kalmayacağından Filistin sorunu da(!) kökünden çözülmüş(!) olacaktır.
Konforlu Müslümanlıktan vazgeçmeyen İslam ülkelerinin büyük çoğunluğunun yöneticileri de muhtemelen bu hazin çözümü(!) beklemektedirler.
Haftanın sözü
Köpek kudurmuşşa ilaç fayda vermez, çare imha etmektir.