Vikipedi’ye göre Selfie veya özçekim, bir dijital fotoğraf makinesi ya da kameralı cep telefonu ile çekilen oto-portre fotoğrafı türüdür. Bu fotoğraflar genellikle gündelik anlardan ve bir kamera ile yukarıdan kol boyu mesafesinden ya da ayna karşısından çekilmek suretiyle düzenlenir. Selfie olarak çekilmiş fotoğraflar genellikle Facebook, Instagram, Snapchat ve Tumblr gibi sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılır. Selfie, Oxford Üniversitesi tarafından 2013 yılının kelimesi seçilmiş 2014 yılında da Türk Dil Kurumu tarafından "selfie"ye karşılık olarak "özçekim" kelimesi kabul edilmiştir.
Bir başka ifadeyle kendi kendisinin fotoğrafınım çekmektir selfie. Üstelik günümüzde son derece de popüler. O kadar popüler ki selfie çubukları yok satıyor.
Aslında kendisi için yaşamanın da bir sembolü selfie..
Yemek yerken ben, otobüste ben, çarşıda ben, pazarda ben, uçakta ben okulda ben.
Hep ben. Yine ben, ben ve ben .
Ve ben’in yanında öylesine onlar… Yani diğerleri.
Sonra takipçilerle paylaşım ve oylama.
Bendik, beğendik, beğendik, bir tane mununelik beğenmedik.
Beğenenlere teşekkür ve iltifatlar…
Sonra beğenmedik’i ikna çabaları ya da sitem.
Kimseye faydası olmayan tek kullanımlık bir ton lüzumsuz laf ve boşa geçen geçen saatler.
Ya takipçi olmak ya da takip edilmekten ibaret, ekrana hapsedilmiş tam bir e-hayat..
Kazanan kim?
Önce egolar kazanıyor sonra da “kazandırdığı egoların desteğiyle” sosyal paylaşım siteleri ve GSM operatörleri…
Yüz yüze konuşamaz olduk. Bayram mı kandil mi? Hazır ve klişe sözcülerden oluşan kutlamalar.
“Yağmurun çisil çisil yağdığı,
Ellerin semaya kalktığı
Rahmetin seller gibi aktığı bu gecede dualarda buluşalım” türünden kulağa hoş gelen ama içi boş mesajlarla yapılan kutlamalar.
Bakıyorsunuz aynı sözcülerle gelen onlarca mesaj.
Kes yapıştır, kopyala yapıştır.
Hiçbir zahmete katlanmak yok. Her şey baştan savma.
İnsan değer verdiği birisi için iki satır kendisine ait olan bir şey yazamıyorsa neden kutlama yapar ki.
Bırakın semaya açılan elleri, gönüllere açılın..
Size ait olan duygulardan bahsedin.
Herkesten şair olması, kafiyeli sözler uydurması beklenemez elbette. Ama duyguları ifade etmek için ille de kafiyeli sözler mi kullanmak gerekiyor?
İlle de başkalarının sözlerini mi kullanmak gerekiyor?
Cep telefonları yokken bayram ve kandil tebrikleri yapılmıyor muydu?..
Belki kafiyeli ve şiirsel anlatımla değil ama en içten ve en samimi şekilde yapılıyordu.
Gözlerine bakıyordunuz insanların ve onlar da sizin gözlerinize bakıyorlardı.
İletişimin ve duyguları ifade etmenin en güzel yoludur gözlere bakmak. Çünkü gözler yalan söylemez, söyleyemez…
Artık ne gözlere bakan var ne yüzlere.
Varsa da kendi gözü, yoksa da kendi yüzü..
Sonra da beğendik, beğendik, beğendik.
O “beğendikler” de hormonlu, “beğenmedikler” de ...
Hormonların virüslerin ruhumuza girdiği yerde ne gerçek sevgi olur ne de gerçek saygı.
Sevginin, saygının, merhametin selfie’sini çekebiliyor musunuz?
Onlar görünmüyor ki nasıl çekelim mi diyorsunuz.
Yüzünüze, gözünüze, bedeninize yansıyan gerçek sevgi, saygı ve merhamet gösterin bakın çekiliyor mu çekilmiyor mu?
Ama kimsenin böyle bir derdi yok.
Onun için değil mi ki kimsenin kimseye saygısı yok.. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Aç sahte bir hesap gir sosyal medyaya giydir hakareti.
Kin kus, nefret kus, öfke kus..
Yalanmış, iftira imiş, kimsenin umurunda değil. Tam bir çamur at izi kalsın meselesi.
Sen kin kusunca karşındaki sesiz kalır mı o da kusuyor kinini..
Garip olan şu ki bunun adına özgürlük diyorlar.
Başkalarının haklarına saygı yoksa özgürlük te yoktur.
Eleştiriye evet ama hakarete hayır.
Size söylendiğinde yazıldığında tahammül edemediğiniz sözleri başkaları için kullanmayacaksınız.
Ya da başkaları için sakınca görmediğiniz hakaret size yapıldığında ağlamayacaksınız..
Efendim ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü masallarını da geçin..
Hakaretle düşünce bir arada bulunmaz. Yani içinde hakaret varsa o düşünce değildir.
Oscar Wilde’nin dediği gibi “Düşünebilen her canlının insan olması, insan olan herkesin düşünebileceği anlamına gelmiyor ne yazık ki…”
Leo Tolstoy; “Birine çamur atmadan önce düşün ve sakın unutma ilk önce senin ellerin kirlenecek” diyor.
Finali Robert Fost’un şu mükemmel sözleri ile yapalım.
“Dünyanın yarısı söyleyecek bir sözü olan ama söyleyemeyen, öteki yarısı da söyleyecek bir şeyi olmayan ancak durmadan konuşanlardan oluşur.”
Nokta.