Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim.
Üretenin binbir emek verip yetiştirdiği ürünlerini ucuza ellerinden alıp beş misli, on misli, yirmi misli fiyat koyarak satmak, stoklayıp zam yapmak, halkı paniğe sevk edip talebi arttırmak, hem üreteni hem de tüketeni kazıklamanın en ahlaksız yöntemi olup bunun adı serbest piyasa değil serbest vurgundur ve de PKK/Fetö hainliğinden hiçbir farkı yoktur.
Anayasanın 172. maddesi “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder” hükmüyle tüketicinin vurguncu hainlerden korunmalarını emretmektedir.
Bu nedenle şimdilerde olduğu gibi iş artık vahşi bir kazanç/soygun hırsına dönüşmüş ise devletin her türlü önlemi alması anayasal bir zorunluluk olup bunun vurguncuların/soyguncuların sığındıkları serbest piyasaya müdahale ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur
Nush ile uslanmayanın hakkı tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Serbest piyasa, pazardaki ürünlerin fiyatlarını alıcılar ve satıcıların karşılıklı anlaşarak belirlediği, yani arz/talep ilişkisine dayalı olarak işleyen ve devlet tarafından müdahaleye uğramayan -ya da minimum seviyede müdahaleye uğrayan- piyasadır. Başka bir deyişle, serbest piyasalar; alım, satım ve fiyat belirleme gibi işlemlerin mümkün olduğunca özgür bir rekabet ortamında gerçekleştiği piyasalar olarak tanımlanabilir.
Ancak satıcılar istedikleri gibi fiyat arttırıp günde üç kez etiket değiştiriyorsa, ürün piyasaya verilmeyip stoklanıyorsa, halkı paniğe sevk etmek için bilinçli ve sistemli yalanlar söyleniyorsa ve rekabet ortadan kaldırılarak ortak fiyat belirleniyorsa (bu nedenle Rekabet Kurumu tarafından ikinci soruşturma yapılıyor) artık serbest piyasadan söz edilmez ve böyle ahlaksız bir piyasaya devletin müdahalesi farz olur.
Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişci’nin açıklamalarına göre; "Türkiye sebzede dünyada 4., meyvede 6. sırada. 'Türkiye üretmiyor' demek, bu ülkenin üreticisine haksızlık olur. Ülke nüfusu şu anda 85 milyon, 5 milyon mülteci var. Bu ülke 75-100 milyon turisti ağırlayacak durumda. Türkiye'nin büyükbaş ve küçükbaş konusunda da hiçbir problemi yok."
“Tarım ihracatı 2021'de bir önceki yıla göre yüzde 22,2 artışla 29 milyar 737,6 milyon dolara çıktı. Tarım sektörü, böylece tüm zamanların en yüksek ihracatına imza attı ve geçen yılki toplam ihracatın yüzde 13,2'sini oluşturdu. Tarıma bağlı sektörler arasında geçen yıl en fazla ihracatı, 9 milyar 156,5 milyon dolarla hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri gerçekleştirdi.” (AA/05.01.2022/Burhan Sansarlıoğlu)
Tarımsal üretimde bir sorun olmadığı ve tarımsal ürün ihracatında rekor kırıldığı halde özellikle gıda maddelerindeki bu azgın fiyat artışlarının makul bir izahı yok...
Küresel ticarette pandemi ve sonrası yaşanan üretim/tedarik sorunlarından kaynaklanan fiyat artışlarının makul bir izahı var ama akıl, vicdan ve ekonomi kuralları ile izahı mümkün olmayan fiyat artışlarının sorumluları zincir marketlerdir.
Bu ülkede artık bir milli güvenlik sorunu haline gelen bir zincir marketler sorunu vardır.
Zincir marketlerin çalışanları satış yapmaktan değil etiket değiştirmekten, zam koyacakları malları depoya indirip çıkartmaktan yoruldular, patronları ceplerini doldururlarken vatandaşa karşı onları savunmak gariban çalışanlarına düştü.
Şube sayısı 40 bini bulan beş zincir market rekabeti ihlal etmeleri nedeniyle kesilen yüklü cezayı halka ödettikleri için para cezasının onlar için caydırıcı bir etkisinin olmadığı, ikinci soruşturmanın başlamasından anlaşılmaktadır.
Rekabet Kurumu Başkanı Birol Küle, ikinci soruşturmayla ilgili raporun Nisan ayı içinde tamamlanacağını, soruşturmanın 15 büyük tedarikçiyi kapsadığını, üç büyük şirketin uzlaşma için geldiğini ancak uzlaşmalarının kabul edilmediğini açıkladı.
Yani beşine verilen ceza umurlarında olmadığı gibi bu kez yanlarına on tanesini daha alarak bu defa 15’i birden vatandaşın cebine saldırmışlar. Birol Küle'nin verdiği bilgiye göre çok daha kapsamlı olan ikinci soruşturmada, hem yeniden satış fiyatlarını belirleme ihlali, hem de kartel iddiaları var. Karteller artık doğrudan birbirleriyle ilişki kurmadan, bir aracı vasıtasıyla iletişim kurmaya başlamışlar. Yani vurguncular işi daha da büyütmüşler.
Devlet KDV’yi indirip fedakârlık yapıyor, vatandaş ekmeğinden aşından fedakârlık yapıyor, üretici fedakârlık yapıyor ama onlar daha fazla vurgun yapmanın derdindeler.
Gelinen bu noktada devlet artık gücünü göstermek zorundadır.
Acırsak acınacak hale geliriz.
Elbette devletin yapabileceği çok şey vardır ama benim bir çırpıda aklıma gelenler şunlar;
En çok tüketilen gıda ve temizlik malzemelerine tavan fiyat uygulaması getirilir ve bunların ihracı yasaklanır. Çünkü iç piyasaya verilmesi gereken ürünlerin yüksek fiyatlardan ihraç edilmesi sadece satıcıya kazandırır, ne devlete ne de millete hiçbir yararı yoktur.
Ticaret, vergi ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından “hatırı sayılır” bir denetimden geçirilirler.
Rekabet yasasına aykırı fiiller para cezası ile geçiştirilmez, fiilin ağırlığına göre ertelenmeyen hapis cezaları da verilir.
Etiket vurgunu, stokçuluk, fahiş artış ve fiyat düşmesin diyerek ürünleri çöpe/denize atanlar için para cezasına ek olarak önce belirli süreli kapatma verilir, tekrarında ruhsatları iptal edilir.
Rekabet soruşturmasında ceza alan “Zincir Marketlerin” yeni şube açmalarına izin verilmez ya da şartlar zorlaştırılır.
Memlekette yağ kalmadı diyerek vatandaşı marketlere koşturup şişirilmiş fiyatlardan bir aylık satışı bir günde yaptırarak ceplerini dolduran spekülatörlere ve vatandaşı paniğe sevk edecek yalan haberleri yapan ve yayanlara ağır para ve hapis cezalar verilir.
Bu ülkede; iki ay içinde 2.5 milyon küçükbaş hayvanın (uçakla) Katar'a ihraç edildiği için etin pahalandığını söyleyecek kadar gerçeklerden kopuk siyasetçilerle, her türlü provokasyon ve manipülasyonun rahatlıkla yapılabildiği besleme/fondaş medya ile kontrolsüz bir sosyal medyanın var olduğu ve 2018 seçimlerinde patates/soğan fiyatlarındaki abartılı yükselişin seçim sonuçlarını nasıl etkilediği unutulmamalıdır.
Süleyman Demirel’in meşhur sözüyle; boş tencerenin yıkamayacağı iktidar olmadığı gibi, aldıkları kararları bile AB elçisine onaylatmadan açıklayamayacak kadar boş bir muhalefetin batıramayacağı ülke de yoktur.
Yaranayım derken yarayı kanattı..
Önceki yazımızda Temel fıkrası olarak anlatmıştık ama konu fıkra olmaktan çıkararak hazin bir siyasi savrulmaya dönüştü.
Hatırlanacağı üzere; Temel Karamollaoğlu 26 Mart tarihinde Ankara Masası programında gazeteci Fatih Atik’in, “Necmettin Erbakan hayatta olsa CHP ile birlikte olur mu?” sorusuna “Bugün hayatta olsa kesinlikle CHP ile birlikte olurdu” cevabını vermişti.
Özbekistan gezisinde gazetecilerin aynı soruyu sordukları Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Temel Bey’in ebedi âlemden hocamla böyle bir irtibatı nasıl kurduğunu anlamakta doğrusu zorlanıyorum. mesele Erbakan hocamı tanımaksa ben en az Temel Bey kadar tanırım" demişti.
Bu arada Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan da bir açıklama yaparak; "Erbakan Hocamız, 6 yaşında çocuklara Kur'an öğretmeyi çağ dışılık olarak niteleyen, 'Ayasofya camii müze olarak kalmalıydı, cami olmamalıydı.' diyen, 'İktidar olursam ilk haftasında İstanbul Sözleşmesi'ni mutlaka geri getireceğim.' diyen, Osmanlı dönemini 'bir zulüm dönemiydi' diye tanımlayan CHP ile asla ama asla birlikte olmazdı" sözleriyle konuya müdahil oldu.
Karamollaoğlu’nun; “Erdoğan'a sadece şunu diyorum; ben hocamın yanında bulundum, sizinle de yan yana durduk ama ben hiçbir zaman gömlek çıkarmadım. Erbakan Hoca'yla belli bir süre beraber olmak onun bütün politikasını anlamak değildir. 19 yıldır Erbakan Hocamızın hiçbir politikası uygulanmamış, kurduğu fabrikalar satılmıştır” sözlerine Mehmet Acet’in Kanal 7’deki Başkent Kulisi programına katılan AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, “Erbakan Hoca dedikleri gibi hayatta olsaydı teravihin ilk gününü Ayasofya’da kılar, Sayın Erdoğan’ın da alnından öperdi” cevabını verdi.
Bu cevap üzerine Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın, ‘Erbakan Hoca’mız yaşasaydı ne olurdu?’yu konuşacaksak Erbakan Hoca’mız yaşarken ne oldu, bunları iyi idrak etmek gerekir. Hoca’mız, sizin döneminizde ev hapsinde yaşadı, ‘tekerlekli sandalye’ gibi çirkin cümlelere muhatap oldu” sözleriyle polemiği sürdürünce Bülent Turan; “Erbakan Hoca cezaevine girmesin diye yasayı çıkaran AK Parti, yasayı veto eden A.N. Sezer, bunun üzerine tekrar çıkaran AK Parti. Yasanın iptali için AYM’ye götüren bugünkü kardeşiniz CHP” sözleriyle Pandora’nın Kutusunu açıverdi.
Peki o kutudan neler çıktı?..
28 Şubat sürecinde Erbakan’ı Başbakanlıktan indirerek Refah Partisi’ni kapatan vesayetçiler bunu da yeterli görmemiş olacaklar ki 80 yaşına merdiven dayamış eski başbakanın hapse girmesi için “Kayıp trilyon” davasını açtılar.
Yapılan yargılama sonucunda Erbakan 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan bu cezayı bir haksızlık olarak gördüğünü söyleyerek, Erbakan’ın hapse girmesini önlemek için infaz yasasında değişiklik yapan bir kanun çıkarılmasını sağladı.
Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kişiye özel düzenleme olmayacağı gerekçesiyle yasayı veto etse de geri adım atılmadı ve yasa değiştirilmeden tekrar çıkarılınca Anayasa gereği Cumhurbaşkanı Sezer yasayı onaylamak zorunda kaldı.
Böylece Erbakan hapse girmekten kurtuldu, cezası ev hapsine dönüştürüldü sonra sağlık raporu ile bu ceza da kaldırıldı.
2 ay önce yapılan Erbakan’ı anma toplantısında, “Necmeddin Erbakan’ın hayatı bize nasıl bir gelecek kurmak zorunda olduğumuzu ve omuzlarımızdaki sorumluluğu göstermesi açısından da yol göstericidir” diyerek göz yaşartan bir sevgi gösterisinde bulunan Kılıçdaroğlu’nun Erbakan hapse girmesin diye çıkarılan yasal düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne CHP adına Muharrem Kılıç ve Feridun Fikret Baloğlu ile birlikte imza veren 110 milletvekilinden birisi olduğunun ortaya çıkması Karamollaoğlu’nun savrulduğu büyük siyasi savrulmanın ibretlik küçük bir örneğidir.
Kocaman, basit ve kuyruklu bir yalan….
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu etin pahalanmasının sebebi olarak "İki ay içinde 2.5 milyon küçükbaş hayvanın uçakla (Katar'a) ihraç edilmesini gösterdi.
Şimdi gelin sakin bir kafayla ortaokul birinci sınıf seviyesinde bir hesap yapalım.
Bir kargo uçağı bir seferde bin koyun olsa, ikibuçuk milyon koyun için ikibinbeşyüz sefer yapması gerekir.
Bir de bu koyunların havaalanına getirilmeleri var. Bir TIR 250 koyun alsa İkibuçuk milyon koyun için tam onbin TIR’ın havaalanına gidip gelmesi gerekir.
Bu rakamlara transferin iki ay gibi küçücük bir sürede yapıldığını da ekleyin.
Türkiye’de sinekten yağ çıkaran mandacı/fondaş/besleme bir medya; her türlü yalanın, iftiranın, hakaretin serbestçe yapılabildiği sosyal medya; yabancı ülke elçilerine ülkesini şikayet eden ve onlardan icazet olmadan açıklama yapamayacak kadar mandacı bir siyasi damar varken bu sevkiyatın fark edilmemesi, günlerce üzerinde tepinilmemesi, grup toplantılarında masalara yumruk vurularak dillendirilmemesi mümkün müdür?..
Elbette hayır.
Nitekim; Ticaret Bakanlığının yaptığı açıklamaya göre; 2020 yılında toplam 155 bin 736 küçükbaş hayvan ihracatının 72 bin 5'i, 2021 yılında toplam 264 bin 216 küçükbaş hayvan ihracatının ise 96.797’si Katar'a yapılmış..
Katar’a 2022 yılının Ocak ve Şubat aylarında 22 bin 575; Mart ayında ise 9 bin 850 küçükbaş hayvan ihraç edilmiş.
Gerek bizim yaptığımız basit hesap ve gerekse Bakanlığın yaptığı açıklamalardan iddianın kuyruklu bir yalan olduğu anlaşılıyor.
Ne diyordu Sedef Kabaş; "Kitleleri etkilemek istiyorsanız, ortaya kocaman bir yalan atın. Ama çok büyük bir yalan olsun. İkinci kriter çok basit bir yalan olsun. Sonrasında da bu basit ve çok büyük yalanı sürekli tekrar et. Ve ardından kitlelerin o yalanı gerçekmiş gibi nasıl kucakladığını otur seyret".
Nazi Almanya’sının “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı”, büyük yalan teorisinin üstadı ve dünyanın en büyük yalancılarından birisi olan Joseph Goebbels’te böyle yapıyordu.
Sürekli tekrarlanan büyük ve basit yalanları gerçekmiş gibi kucaklayanların varlıklarına güvenerek siyaset yapanlar seçimlerde sadece “etkilediklerinin” değil “etkileyemediklerinin” de oy kullandıklarını unutmamalıdırlar.
Yorumsuz..
Koronavirüs salgını sürecinde 45 günde Atatürk Havalimanı içinde inşa edilen ve pandemi sürecinde hizmet veren 1008 yatak kapasiteli Prof. Dr. Murat Dilmener Acil Durum Hastanesi için Halk TV’de yorumcusu Salim Şen şu ifadeleri kullandı. “Bir ülkeye işgal kuvvetleri girerse, bu ülke işgal edilse, nasıl şimdi Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde milli değerleri altyapıyı üstyapıyı paramparça ediyor, ona benzer bir eylemdir bu”.
Haftanın fıkrası..
“Bana 'sen kimsin' diye soruyorlar. Beni bilmeliler. Ben sosyalist devrimci bir ülkücüyüm." (İYİ Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Arzu Önşen)