Şehir hastaneleri ile ilgili olarak; “bu kadar büyük hastanelere ne gere var? bu kadar hastayı nereden bulacaksınız? buralara yapılan yatırımlar israftır, gösteriştir, ölü yatırımlardır” diyerek itibarsızlaştırmaya ve ucuz bir israf tartışmasına zemin hazırlamaya çalışan zihniyetin ne kadar çapsız, vizyonsuz ve ülke gerçeklerinden bihaber olduğu, bu hastanelerin Korona virüsle mücadelede sağladıkları katkı ve avantaj nedeniyle bir kez daha anlaşıldı.
Bilindiği üzere; yaşanan küresel krizin büyüklüğü nedeniyle geleceğe hazırlıklı olmak adına 45 günde tamamlanmak üzere İstanbul’un iki yakasında iki ve Kocaeli Derince de bir salgın hastanesi yapılmasına daha karar verilerek hızla inşaatlara başlandı.
Çin Wuhan kentinde yeni tip Korona virüs (2910-nCoV) salgını nedeniyle 10 günde hastane inşa etti, biz neden 45 günde yapıyoruz (yatak ve yoğun bakım kapasiteleri aynı mı bilmiyorum) diye eleştiri getirmek mümkün iken, Sayın Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde katıldığı bir TV programında yaptığı açıklamada; hükümetin 45 günde sahra hastanesi yapmasını eleştirerek "45 gün sonra yapılacakmış, 45 gün sonra inşallah biz bu beladan kurtuluruz ulus olarak, o zaman ne yapacaksınız orada. Bakın az önce size Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar bağlanmıştı. Zeydan Karalar, 1000 yataklı sahra hastanesi yaptı. 1000 yataklı. 45 günde değil. Ya bir belediye başkanının yaptığını devasa Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı yapamıyor." demişti.
Sayın Kılıçdaroğlu'nun, "1000 yataklı sahra hastanesi" dediği ve Başakşehir'de yapılmakta olan sahra hastanesi ile kıyaslamaya kalktığı hastane görüntülerinde, fuar alanına sadece 2 adet seperatör ve bölmeler paravanlar konulan, değil hastane oto park özellikleri dahi taşımayan bir alan olduğu görüldü.
Nitekim Adana Valiliği'nden yapılan açıklamada da sahra hastanesi kurulduğu iddia edilen yerin fuar alanı olduğu, bu alanda bin yataklı hastanenin bulunmadığı ve olması gereken tıbbi donanımların olmaması nedeniyle sağlık hizmeti açısından uygun şartları hiçbir şekilde taşımadığı belirtildi.
Sağlık hizmeti sunumu açısından Adana'nın herhangi bir ek yataklı veya yataksız tedavi hizmetine ihtiyaç olmadığı ifade edilen açıklamada:
"İlimizde Korona virüs vakaları ile mücadelede 1'inci basamak aile hekimlikleri başta olmak üzere tüm 1. basamak sağlık tesisleri, 16'sı kamu hastanesi, 16'sı özel hastane ve 2'si üniversite hastanesi olmak üzere toplam 34 yataklı tedavi kurumumuzda 25 bin 335 sağlık personelimizle hizmet devam etmektedir. İl geneli hastanelerimizde bin 412'si yoğun bakım yatağı olmak üzere 7 bin 197 yatak mevcut olup servislerimizde doluluk oranı yüzde 10, yoğun bakımlarımızdaki doluluk oranı ise yüzde 13'tür. Aynı zamanda hastanelerimizde normal hastalarımız için de hizmet kesintisiz şekilde devam etmektedir." denildi.
Durum bu kadar net ve daha iyisinin yapılması için öneri getirmek varken, fuar alanında üç beş bölme ve apar topar yatak konularak sözüm ona hastane dedikleri uyduruk yapılarla övünmek ve bunu başarı gibi göstererek yapılması planlanan dünya standartlarındaki hastane yatırımlarını itibarsızlaştırmaya çalışmak akıl işi midir?..
Hastaneler bu kadar basit, teçhizatsız ve niteliksiz yapılar mıdır?
Dünyada 33 ülkeye (ki içlerinde Ermenistan ve İsrail de var) tıbbi malzeme, donanım, dezenfektan ürünleri ile maske ve tulum gönderen ülkesini, bir belediye başkanının fuar alanına koyduğu bölmeler ve üç beş yatakla hastane dediği uyduruk yapılarla kıyaslamak muhalefet değil tam anlamıyla akıl tutulmasıdır.
Zekamızla alay etmektir.
Devasa Türkiye Cumhuriyeti akıl tutulması yaşayanlara karşı doğru bildiğini yapmaya devam edecektir/etmelidir.
Muhalefet adı altında çapsızlıktan kaynaklanan öngörüsüzlük ve gerçekleri ters yüz ederek saptırma artık kara mizahın konusu olmaya başladı.
Havaalanlarına karşı olmak, hızlı trene karşı olmak, Marmaray’a karşı olmak, Avrasya Tüneline karşı olmak, otoyollara karşı olmak gibi ucuz karşıtlıklara alışmıştık.
Ama bu çapsızlık/karşıtlık artık o kadar sırıtmaya başladı ki en son ismi lazım değil bir milletvekilinin Korona virüsle mücadele konusunda Türkiye’yi Uganda ile kıyaslayacak kadar akıldan, bilimden ve gerçeklikten uzak davranması, sadece muhaliflikle açıklanamayacak kadar derin bir patolojiyi yansıtıyor.
Korona virüs tedavisi için Cumhurbaşkanlığı’nın kararı Resmi Gazete’de yayınlandı.
Alınan karara göre, Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen Korona virüs (Covid-19) hastalığı ile mücadele kapsamında, herhangi bir sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın tüm kişiler, Sağlık Bakanlığınca temin edilerek dağıtımı yapılacak olan söz konusu hastalıktan korunmaya yönelik kullanımı tavsiye edilen her türlü kişisel koruyucu ekipmandan, hastalığın teşhisinde kullanılan testler, kitler ve bunların kullanılmasına ilişkin sair ekipmandan, hastalığın tedavisinde kullanılmak üzere merkezi olarak temin edilen ilaçlardan, sosyal güvencesine bakılmaksızın ücretsiz olarak yararlanacak.
Bu maddenin uygulanmasıyla ilgili olarak doğabilecek tereddütleri gidermeye ve uygulamaya ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye, Sağlık Bakanlığı yetkili olacak. Karar, 01/03/2020 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.
Peki devlet daha başka ne yapacak?..
İki günlük yasak için makarna, kola, bira, çerez kuyruğuna giren; evde sıkıldığını söyleyerek kendilerini parka atan, ısrarla ve inatla maske takmadan toplu taşıma araçlarına binen marketlere giren, bana bir şey olmaz diyerek süper taşıyıcılık yapan sorumsuzlara laf edemeyenler sıra devlete/hükümete gelince aslan kesiliyorlar.
Fikir ve görüşlerine değer verdiğim ve saygı duyduğum Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU 15.04.2020 tarihli Hürriyet’teki köşesinde Korona virüsle mücadele konusunda bakın neler yazmış;
“Sağlık Bakanı dün akşam (14/04) yine çok önemli açıklamalar yaptı.
Birinci iyi haberi şu oldu: Filiasyon, yani yeni olgu izleme sistemi mükemmel işliyor. Sayın Bakan’ın “filiasyon“ ile ilgili söyledikleri önemli.
Filiasyon meselesini ve önemini yarın ayrıntıları ile yazacağım.
Beni 40 yıllık bir hekim olarak asıl mutlu eden şey tedavide ulaşılan olağanüstü başarı ile ilgili rakamlar ve açıklamaları oldu.
Peki nedir o yüz güldüren rakamlar ve açıklamalar?
Tedavide başarının 4 net işareti var.
1.Test sayısı artıyor ama vaka artış hızı beklendiği ya da korkulduğu oranda artmıyor.
2.İyileşenlerin sayısında da memnuniyet verici artış rakamları var.
3.Yoğun bakım ihtiyacı duyan hasta sayısında da korkulan artış yok. Tam tersine yoğun bakımda yatan hasta sayısı oransal olarak azalıyor.
4. Entübe hasta sayısındaki artış da beklenenden daha az..
Özeti şu: Tedavide ciddi bir başarımız var ve bu başarı neredeyse “örnek gösterilebilecek” kadar önemli...
Başarının muhtemel nedenleri neler?
1. Doktoru, hemşiresi, eczacısı, teknisyeni ve diğer çalışanları ile başarılı bir sağlık ordumuz var. Ve bu ordu son derece deneyimli. Ayrıca yeterli ekipman, ilaç ve teknolojik desteğe sahip.
2. Tedavide dünyadaki diğer uygulamalardan oldukça ayrışık, farklı ve başarılı bir sistem işliyor.
3. Mesela Hidroksiklorokine hastalığın çok erken döneminde başlanıyor. Bunda çok erken davranılıp yeterli ilaç stoklamış olmanın rahatlığı var.
4. Faviplavir tedavisi hastaların durumu iyice ağırlaşmadan ve hatta yoğun bakım desteği ihtiyacı ortaya çıkmadan, diğer ülkelere göre daha erken dönemde devreye sokuluyor.
5. Sağlık ekiplerimizin gayreti ve teknolojik avantaj üstünlüğü ile oksijen desteği dahil her türlü “destek tedavisi”nde erken uygulama yapılıyor ve uygulamalar mükemmel bir düzen içinde yürütülüyor”.
Osman Hoca’nın yazdıklarını okuduk.
Olayın tıbbi yönünü net bir şekilde aktararak kendisini 40 yıllık bir hekim olarak asıl mutlu eden şeyin tedavide ulaşılan olağanüstü başarı olduğunu söylüyor.
Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca’nın; Türkiye'nin Korona virüs ile mücadelede erken davrandığını belirterek, "Türkiye tedavide farklı bir yaklaşıma sahip. Hiçbir ülke pozitif, şüpheli tüm vakalarda hidroksiklorokin ilacını erken dönemde kullanmadı. Biz bu ilaçtan daha vaka görülmeden 1 milyon kutu alıp depoladık. Çin’den getirilen Favipiravir’ini de bizdeki yaklaşımla kullanan ülke yok" ifadeleri Osman Hoca’nın tespitleriyle birebir uyuşuyor..
Şu anda sadece Çin ve Japonya tarafından kullanılan ve bütün dünya ülkelerinin peşinde olduğu Favipiravir isimli ilacın (ikili iyi ilişkiler çerçevesinde) Çin’den ihtiyaca yetecek kadar alınması isabetli bir uygulama değil mi?..
Korona virüs ile ilgili başarılı mücadele toplum olarak bize katkı sağlıyor.
Kuru kuruya içi boş ve ideolojik eleştiriler yerine rasyonel eleştiriler yaparak, yararlı ve pratik öneriler getirebilirsiniz mücadeleye siz de katkı vermiş olursunuz.
Bozuk plak gibi tekrarlanan, yok ölü sayısı gizleniyor, yok doktorlara malzeme verilemiyor, yok yeterli ilaç bulunmuyor gibi astarı olmayan iddialar kabak gibi sırıtmakla kalmıyor provokatörlere alan açmaktan başka bir işe yaramıyor.
Yapılan iyi ve doğru uygulamaları kabul etmekte zorlansanız da en azından susabilirsiniz.
Ama hiçbir objektif ve bilimsel veri olmadan önyargı ve art niyetle yapılanları itibarsızlaştırmak (ölüm sayısının azlığından duyulan rahatsızlığın dışa vurumu olsa gerek) Türkiye Cumhuriyetini Uganda ile kıyaslayarak Korona virüs ile ilgili sürecin iyi yönetilmediğini söylemek en hafif tabirle akıl tutulmasıdır/insafsızlıktır.
Hadi Osman Hoca’ya inanmıyorsunuz.
ABD merkezli Transatlantik Liderlik Ağı Başkan Yardımcısı Sahsa Toperich; The Hill haber sistesinde yayımlanan "Türkiye Kovid-19 ile küresel mücadelede kilit bir aktör olarak öne çıkıyor" başlıklı makalesinde Türkiye’nin ilk vakanın tespit edilmesinden bir gün sonra okulları tatil ettiğini hatırlatarak, Ankara’nın salgına karşı çoğu Avrupa ülkesinden daha hızlı önlem aldığını ifade etti.
Türkiye’nin koruyucu malzeme üretimine hız verdiğini ve maskeleri halka bedava dağıtma kararı aldığını yazan Toperich, "Ülkenin milyonlarca mülteci ve sığınmacıyı misafir etmesi, yıkıcı depremler yaşaması gibi birçok büyük ölçekli felaketle karşı karşıya kaldığı dikkate alındığında Türkiye’nin bu tür pandemilerle baş etme konusunda daha hazırlıklı olması sürpriz değil." değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’nin İtalya, İspanya ve İngiltere’nin yanı sıra birçok Balkan ülkesine tıbbi malzeme gönderdiğini hatırlatan Toperich, 88 ülkenin Türkiye’den yardım istediğini ve Ankara’nın şimdiye dek 33 ülkeye yardım ulaştırdığına dikkati çekti.
İsrail'in de Türkiye’den tıbbi malzeme tedarik etmek istediğini yazan Toperich, "Türkiye, Trablus’a saldırıları sırasında Kovid-19 hastalarının kaldığı Hadra Hastanesine defalarca saldırı düzenleyen Halife Hefter’in savaş çığırtkanlığı ile kaosa sürüklenen Libya’ya da yardım yapıyor." ifadesine yer verdi.
Bu küresel salgın sürecinde sadece Türkiye ve Rusya IMF’den yardım talebinde bulunmadı ve Türkiye asla böyle bir talepte bulunmayacağının açıkladı.
Henüz 38 yaşında iken profesör unvanını alan, 2017 yılında Amerika’dan kan ve kök hücreden yapay deri üreten ve bununla ‘en iyi deneysel araştırma ödülü’ alan, üzerinde çalıştığı kanser aşısı nedeniyle hem İsrail hem ABD ilaç sektörünün hedefi olan Fetö’nün hayatını zindan ederek işinden ve ekmeğinden ettiği, Ergenekon davasında Silivri Cezaevine alınan ve geçen yıl aldığı ödülü PKK’nın Şehit ettiği EREN BÜLBÜL’e armağan edecek kadar vefalı ve milli bir bilim adamı olan Prof. Dr. Ercüment OVALI yürütmekte olduğu aşı ve ilaç çalışmaları ile ilgili olarak "Sadece bir ay içinde tüm dünya çalışmalarımızla nereye vardığımızı 23 Nisan'da görecek" Çocuklarım, kahramanlarım çok yoruldular 6 ayda dünya ne yaptı; onlar, onca soruna rağmen 4 haftada neler yapabildiler. “23 nisanda 100. Yılımızda açıklayacağız” müjdesi vererek umut saçarken, gözlerini gerçeklere kapatan bir siyasetçinin Uganda güzellemesi yapması keşke sadece bir çelişki olsaydı.
Kendilerini dev aynasında gören ve bize model olarak gösterilen ülkelerin yerlerde süründüğü, huzurevlerindeki yaşlıların ölüme terkedildiği, analiz ve tedavi ücretlerinin çok fahiş olması nedeniyle parası olmayanların hastanelere dahi kabul edilmediği, hastanelerden maskelerin çalındığı, maske yüklü uçakların havada iken rotalarının değiştirilerek maskelere el konulduğu, sağlık görevlilerinin koruyucu kıyafet bulamayıp çöp poşeti giymek zorunda kaldıkları, otoparklarda toplanan cesetlerin toplu olarak gömüldüğü, bugüne kadar Türkiye’yi şikayet etmekten utanmadıkları (bunlardan bir tanesi de kısa bir süre önce Türkiye’yi ABD’ye şikayet etmişti) ve her fırsatta yücelttikleri ülkelerdeki rezilliği/acizliği görmezden gelerek Türkiye Cumhuriyetini Uganda ile kıyaslamaya kalkanlara Tunuslu düşünür, devlet adamı ve tarihçi İbn-i Haldun’un sözleri ne güzel yakışıyor.
“İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür”.
“İlme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır”.
Belediye Başkanları ne zamandan beri fetva makamı oldu?..
Bir büyükşehir belediye başkanı sosyal medya hesabından bir açıklama yapmış ve demiş ki; “Yardımlarınızı ulaştırmada en güvenilir aracı devlet kurumlarıdır. Bu manada belediyelerinize, bize inanın, zekatınıza da fitrenizi de gerektiği noktada bize verebilme şansınız vardır. Bunun kanunda yeri vardır. Bunun aksini kimse inkar edemez. Bununla ilgili de kimsenin fetva vermesine gerek yok!”
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Zekatla ilgili açıklaması şöyle;
“Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış olanlardır (Tevbe, 9/60).
Fakir ve miskin, temel ihtiyaçları dışında herhangi bir maldan nisab miktarına sahip olmayan kimsedir. Ancak temel ihtiyaçları dışında, ister artıcı (nâmî) vasıfta olsun ister olmasın, herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olan kimse fakir veya miskin kapsamında olmadığından ona zekât verilmez (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 266).
Borçlu, kul hakkı olarak borcu olan ve borcunu ödeyeceği maldan başka nisab miktarı malı bulunmayan kimsedir (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 268).
Yolda kalmış kimse, sürekli yaşadığı yerde malı bulunsa bile, çıktığı yolculukta parasız kalıp parasına ulaşma imkânı bulamayan, başka bir deyişle, parasızlıktan yolda kalmış ve memleketine dönemeyen kimsedir. Bu kimseye, malının bulunduğu yere dönmesine ve dönünceye kadarki ihtiyaçlarını gidermesine yetecek kadar zekât verilebilir (Kâsânî, Bedâî’, II, 43-46).
Günümüzde yolcu olan kişi istediği zaman memleketindeki parayı banka kartı veya başka bir yöntemle alma imkânına sahipse ona zekât verilmez.
“Allah yolunda” anlamına gelen “fî sebîlillah” ifadesi ise, kendisini Allah yoluna ve İslam’a adamış hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan gerçek kişiler olarak yorumlanmıştır.”
Belediyelerin fitre ve zekat toplayacağı hangi kanunda yazılı bilmiyorum.
Fitre ve zekat dini emir ve görevler olup bu konudaki tasarruflar belediyeleri ilgilendirmez..
Kur’an-ı Kerim’de zekatın verileceği kişilerin kimler oldukları belirtildiği halde (Tevbe 9/60), “bunun aksini kimse iddia edemez” diyen sayın başkan, başkası tarafından verilemeyeceğini beyan ettiği fetvayı kendisi vermiş olmuyor mu?..
Belediye Başkanları ne zamandan beri fetva makamı oldu?..