CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Dünya Belediyeler Birliği Kültür Zirvesi’nde yarı çıplak bir semazen, ney ve oyun havası eşliğinde dans etti. İzmir Büyükşehir Belediyesince Dünya Belediyeler Birliği (UCLG) Kültür Zirvesi için 10 Eylül’de Agora Antik Kenti'nde düzenlenen gala yemeğine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Avrupa Birliği Büyükelçisi Nikolaus Meyer Landrut ve 65 ülkenin delegasyon üyelerinin yanı sıra CHP’nin önemli isimleri katıldı.
Galada konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer; insanlığın yeni bir dönemeçte olduğunu ve yeni bir kültürel temele ihtiyaç olduğunu iddia ederek, “Bu nedenle, cesur adımlar atarak yerelde ve evrensel ölçekte uygulanabilecek yepyeni bir kültür yaklaşımını oluşturmak zorundayız. Bu zirvede tarifini yaptığımız ve resmi deklarasyonda da yer verdiğimiz bu yeni yaklaşımın adı: ‘Döngüsel Kültür’. Döngüsel kültür, kültürün dört ana bileşenini birbirine bağlıyor. Doğamızla uyum. Geçmişimizle uyum. Birbirimizle uyum. Ve son olarak, değişimle uyum” ifadelerini kullandı.
Basın mensuplarının alınmadığı gecede, Mevlevilerin 700 yılı aşan ‘Sema’ zikri ağır bir şekilde tahrif edildi. Başında siyah sarık ve üstte siyah altta kırmızı olmak üzere 2 kat Mevlevi kıyafeti ile sahneye çıkan Ziya Azazi ney ve oyun havası eşliğinde dans etti. Sarığı ve kıyafetinin üstünü çıkararak yarı çıplak halde semazenler gibi dönen Azazi, son olarak siyah elbisesini de çıkararak gösterisini yarı çıplak halde kırmızı Mevlevi kıyafeti ile tamamladı.
Hatırlarsanız İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen ve “Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı-EMAV” isimli gruba yaptırılan adı “Mevlevî mukabelesi” olan programda, Mevlevîliğin bütün kuralları yerle bir edilmişti.
Bu büyük sorumsuzluk ve saygısızlık nedeniyle değerli tarihçi Murat Bardakçı aşağıda bir kısmını aldığımız çok haklı bir eleştiride bulunmuştu.
“Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlar, sonra Farsça bir “naat” ve bunu güftesi Farsça olan âyin takip eder, bu sırada semâ edilir, semâda sadece erkekler vardır; âyin tamamlanınca Kur’an, ardından da geleneksel “gülbang” okunur ve mukabele bir dua ile sona erer.
Büyükşehir Belediyesi’nin önceki gün düzenlediği mukabelede işte bütün bu kurallar yerle bir edilmişti! Naat ve âyin Türkçeleştirilmiş, Mevlânâ’nın naatı ve Hüseyin Fahreddin Dede’nin güzelim Acemaşiran Âyini tuhaf bir şekle büründürülmüştü, semâzenlerin ve “mutrıb” denen müzisyenlerin arasında kadınlar da vardı, yani meydanda kadın-erkek beraberdi ve üstüne üstlük Kur’an da Türkçe okundu!
Besmele çekmeyi, “Allahuekber” yahut “Lâ ilâhe illâllah” demeyi zül addedenler bu ibârelerin Türkçesini tercih ettiler; “Sadakallahulazîm”i de “Azîm olan Allah ne güzel, ne doğru söyledi” gibisinden bir garabete çevirdiler.
Bu yazdıklarımı okuyup da meseleyi kadınlarla erkeklerin beraber semâ etmelerine yahut Kur’an’ın veya aslı Farsça olan Mevlevî âyininin Türkçe okunmasına karşı çıktığımı söyleyecek olanlara peşinen söyleyeyim: İnancınız vardır yahut yoktur, bu sizin meselenizdir. Kur’an’ı, ezanı, âyinleri, vesaireyi kendi başınıza veya kendi aranızda canınızın istediği dilde, Arapça, Türkçe, hattâ Japonca, Çince yahut Hotanto lisanında bile okuyabilir; semâ niyetine kadın-erkek hep beraber tepinebilirsiniz. Ama bir “Mevlevî mukabelesi” mevzubahis olduğu takdirde bunun bir “zikir” olduğunu unutmadan yüzlerce senelik geleneklere saygı göstermeniz, hele mukabele resmî bir kurum tarafından düzenlenmiş ise, kuralları itina ile tatbik etmeniz şarttır.” (19.12.2020 Habertürk)
“Mevlevî Sema Töreni, Allah’a ulaşma yolunun derecelerini sembolize eden, içinde dini öğe ve temalar barındıran ve bu haliyle ayrıntılı kural ve niteliklere sahip tasavvufî bir törendir. Mevlevîliğe özel bu seremoni, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî zamanında belli bir kurala bağlı kalmaksızın yapılırken, Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi zamanından başlayarak disiplinli bir şekilde icra edilmiştir. Bu kurallar, Pir Adil Çelebi zamanına kadar geliştirilmiş ve son şeklini alarak günümüze kadar gelmiştir.
İcra edilmesi özen ve dikkat gerektiren bu tören, başından sonuna kadar birçok aşamada mistik anlamda semboller taşır. Sema esnasında dönmek tüm mekân ve yönlerde Allah’ı seyretmeyi temsil eder. Ayak vurmak, nefsin sınırsız ve doyumsuz isteklerini ayaklar altına alıp ezmek ve onunla mücadele edip nefsi mağlup etmektir. Kollarını yana açmak, en mükemmele yönelik bir acziyettir. Semada sağ elin yukarı, sol elin ise aşağı doğru kollar açık bir hale gelmesi, sağ elle Allah’tan feyiz alıp O’ndan başkasına yüz çevirmek ve sol elle bu feyzin dağıtılması anlamına gelmektedir.
UNESCO İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirası Başyapıtları Programı çerçevesinde 2005 yılında Başyapıt olarak ilan edilen Mevlevî Sema Töreni, 2008 Yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesi’ne ülkemiz adına kaydettirilerek tüm dünyaya tanıtılmıştır”.(Kültür ve Turizm Bakanlığı/Mevlevi Sema Töreni).
Önce İstanbul şimdi de İzmir Büyükşehir Belediyeleri neden Unesco İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesi’ne ülkemiz adına kaydettirilen ve başından sonuna kadar mistik bir anlam taşıyan Sema’yı aslından kopartarak bir dans gösterisinin ucuz malzemesi haline getirmeye kalktılar?..
Bu değerli kültürel miras, babalarının malı mı ki istedikleri gibi oynuyorlar?
Tunç Soyer’in; Bu ‘Döngüsel Kültür’. Döngüsel kültür, kültürün dört ana bileşenini birbirine bağlıyor. Doğamızla uyum. Geçmişimizle uyum. Birbirimizle uyum. Ve son olarak, değişimle uyum” gibi uydurma savunması rezalete tüy dikti.
Neyin döngüsü birader?.
Böyle uyduruk ve içi boş laflarla rezaleti unutturacağınızı mı zannediyorsunuz?..
Aslından kopartarak pornografik bir gösteriye dönüştürdüğünüz tasavvufî bir tören olan Sema’yı cinselliğin malzemesi yaparak mı uyum sağlayacaksınız?..
Madem cesur adımlar atarak yerelde ve evrensel ölçekte uygulanabilecek yepyeni bir kültür yaklaşımı ortaya koyacaksınız, sahneye kıvrak dansözler çıkartsaydınız da misafirleriniz cesur(!) bir gösteri izleselerdi.
Hem siz neşenizi bulurdunuz hem de dansözler yolunu bulurlardı.
Her ne kadar ilgi alanınız Vals, tango olsa da oryantal da size yabancı sayılmaz.
Asena’ya ya da Mezdeke’ye rica etseydiniz, hem size hem de konuklarınıza oryantalle sentezlenmiş döngüsel yerel kültürün kralını gösterirlerdi.
Sonuçta, yapılan dans zaten niteliği itibariyle cinsellik çağrıştırdığından kültürel bir yozlaşmadan da söz edilmezdi.
Bakın beyler; ister çıplak, ister yarı çıplak; ister kadın, ister erkek, kime dans ettirirseniz ettirin, hatta çıkın masaya onlara eşlik edin, alınlarına, göbeklerine para yapıştırın bizi fazla ilgilendirmez.
Sonuçta bu eğlence anlayışınız ile ilgili kişisel bir tercihtir.
Ama her aşaması mistik anlamda semboller taşıyan ve Mevleviliğin ritüeli olan Sema’yı, Yunan mitolojisi ile harmanlayan(!) yarı çıplak bir dansçının pornografik gösterisine dönüştürerek üstelik 65 ülkenin delegasyonuna sunmak tam bir kültürel ihanet ve yozlaşmadır.
Bu rezalet; “siz sanattan ne anlarsınız?” küstahlığı ile geçiştirilemez.
Sizin sanattan anladığınızın cinsellik ve pornografi olduğunu bu rezil gösteri göstermiştir.
Yerin dibine batsın böyle sanat.
Sema’nın ruhundan, derinliğinden haberi olmayan ve onu ucuz bir dans gösterisinden ibaret zanneden ucuz döngüsel kültür saplantılılarına söylenecek çok söz var ama anlama kapasiteleri sınırlı olduğundan yazımızı; Tasavvuf Müziğinin önemli isimlerinden birisi olan değerli Neyzen Ender Doğan’ın duygularımıza tercüman olan sözleriyle bitirelim.
“Şov amaçlı, koreografi düşünülmüş, bu biçimde konsept oluşturmayı düşünenler, hiçbir şeyi kıstas almazlar, sufi yolun icaplarını hesap etmezler ve kaale almazlar. Bu olayı, geleneksel Mevlevi kültürüne yapılmış çok ciddi bir saygısızlık olarak yorumluyorum. Hangi haltı yiyeceklerse kendi çöplüklerinde bunu yapmalılar. Öğretiyi bilerek hareket etmeleri gerekir. Biraz Mevlana, biraz şundan biraz bundan serpiştirelim diyerek hareket edilemez. Sema, örtülü olarak Türk toplumunun yüzyıllardır saygıyla gönlünü verdiği, Hz Mevlana ve onun yolunun ibadet neşesiyle yapılan bir ritüeldir. Kimsenin bunu sulandırmaya, bu kültür ve geleneğe hiç uymayan bir biçimde saygısızlık yapmaya hakkı yoktur.”(15/09 haber 7.com)
Vatan toprağı ne kadar kutsalsa Mavi Vatan da o kadar kutsaldır.
“Mavi Vatan diye 200 millik bir alanı egemenlik alanınız olarak görürseniz saldırgan ve yayılmacı algı yaratırsınız”. (Ünal ÇEVİKÖZ/CHP Genel Başkan Başdanışmanı)
Ancak bir Yunanlı ya da Rum siyasetçi tarafından söylenebilecek bu sözleri ne yazık ki Atatürk’ün kurduğu Partinin Genel başkan Başdanışmanı kullandı ama hiçbir partili “ha bir karış toprak ha bir karış deniz ikisi de aynı derece kutsal ve vazgeçilmezdir sen ne biçim konuşuyorsun? demedi, diyemedi.
Milli çıkarlar ne ara bu kadar ayaklar altına alınır oldu?..
Bir karış toprak için kanlarını döken binlerce şehidimizin kemikleri sızladı.
“Mavi vatan Türkiye’nin Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’deki sınırlarını belirleyen bir kavramdır. Türkiye’nin FARKLI HAK VE EGEMENLİĞİNİ içeren deniz alanlarının bütünüdür. Mavi vatan siyaset üstü bir kavramdır. Görüşü ne olursa olsun vatanını seven her bir ferdin kutsal görmesi gereken, vazgeçilmez, vatan toprağından farkı olmayan milli değerdir. Mavi vatan adı üstünde vatandır. Vatan ne kadar kutsal ve siyasete malzeme yapılmayacak kadar hassas bir konu ise mavi vatan da aynı kutsallıktadır. Milli hassasiyetimizdir, vatanımızın birliği bütünlüğü gibi mavi vatanın bütünlüğü de tartışılmaz.(Mavivatan.net 18 Ağustos 2020).
Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’deki sınırlarımızı hak ve çıkarlarımızı ifade eden Mavi Vatanı egemenlik alanımız olarak görmek ve bunu hem masada, hem de sahada savunmak egemen ve güçlü bir devlet olmanın gereğidir..
Yunanistan, GKRY, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Mısır, ABD vd. denizlerdeki hak ve çıkarlarını korurken saldırganlık ve yayılmacılık olmuyor da Türkiye hak ve çıkarlarını koruduğunda bu neden saldırganlık oluyor?
Bu, muhalefet filan değil Sayın Fuat OKTAY’ın ifadesiyle hem cehalet hem de ihanettir.
Türkiye’yi Batıda İzmir Körfezine güneyde Antalya körfezine hapsetmek ve haklarımızı gasp etmek için işbirliği yapan güçlerin distribütörlüğünü bir Türk Milletvekilinin yapması gerçekten hazindir.
Adamlar bizim tarlayı sürmüşler, ekmişler şimdi de semeresini topluyorlar.
Açık kaynaklardan elde edilen bilgilere göre; aynı deniz alanına kıyısı olan devletler arasında kıta sahanlığı ya da münhasır ekonomik bölge sınırlarının oluşturulması, uluslararası hukukun hem ilgili yapılageliş kuralına hem de 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesinin 74 ve 83.maddemlerine göre anlaşma ile yapılacaktır.
Bu hüküm temelinde Türkiye Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Masım 2019 tarihinde iki ülkenin uluslar arası hukuktan doğan haklarının muhafazası için Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin olarak imzalanan ve meşruiyetini Mavi Vatan’dan alan Mutabakat Muhtırasının Birleşmiş Miletler tarafından tescil edilmesi Çeviköz’ün “saldırgan ve yayılmacı algı yaratırsınız” suçlamasının ancak; Türk ve Türkiye düşmanı fanatik ve cahil bir Yunan siyasetçinin ağzından çıkabilecek zırvalar olduğunu göstermektedir.
Egede Yunan, Akdeniz’de Rum, Suriye’de Esed, Karabağ’da Ermeni, S-400 konusunda ABD ağzıyla konuşan, sınırlarımızdaki ABD ve Avrupa destekli terör oluşumlarına fırsat vermemek ve namusumuz olan sınırlarımızı korumak için yapılan; Şah Fırat, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Barış Kalkanı operasyonlarına karşı olan ve bu operasyonları gereksiz gören, YPG/PYD’yi terör örgütü olarak görmeyen; Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılması için Türkiye’nin kardeş Azerbaycan’a verdiği destekten bile rahatsız olacak kadar bu topraklara ve bu millete yabancı danışmana sayın Genel Başkanın ne danıştığını bilmiyoruz ama ABD Yunanistan ve GKRY’nin kendisine çok şey danıştıklarından ve bu tür adrese teslim açıklamalarından çok mutlu olduklarından hiç kuşkumuz yok.
Tıpkı, Türkiye’nin dayanağını Uluslar arası sözleşmelerden alan ve bu nedenle egemenlik alanı olarak gördüğü mavi vatandaki hak ve çıkarlarını korumakta gösterdiği kararlılık ve başarıdan duyduğu rahatsızlıktan kuşkumuz olmadığı gibi.
Bu üstün gayretleri ile yakında ABD, Yunanistan ve GKRY’den takdirname(!) alırsa hiç şaşırmayız.
Yakışır mı yakışır(!)
Öğrenci, eteği kaldırılıp kıçına vurularak mı terbiye ediliyor?..
Daha önce de skandal açıklamaları ile gündeme gelen İTÜ Jeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Şengör sosyal medyada paylaşılan son videosunda bir öğrencisi ile ilgili utanç verici bir anısını anlattı.
“Yanımda duruyor. O kadar kızdırdı ki Saniye’nin eteğini kaldırdım. Kıçına bir tokat attım. Bu dehşete düştü. Baktım böyle bakıyor bana. Bana bak baban bunu yaptı mı dedim. Babam bile böyle bir şey yapmadı dedi. Hah dedim. Eksik kalmış. Şimdi tamamlandı.”
Genelde insanlar yaşlandıkça olgunlaşır ama bizim ülkemizde bazı insanlar yaşlandıkça çeneleri düşüyor.
Bir Üniversite hocasının, öğrencisinin eteğini kaldırması ve (affedersiniz) kıçına bir tokat atması terbiye amaçlı bir davranış olarak kabul edilebilir mi?..
Bu nasıl bir terbiye anlayışıdır?..
Babaların evlatlarına yapmadığı bu utanç verici davranışı bir üniversite hocası nasıl yapar?..
Hadi diyelim ki geçmişte böyle bir halt işlediniz, bunu neden marifetmiş gibi anlatıyorsunuz?..
Yurt dışında yaşadığı söylenilen öğrencisi şikayetçi oldu mu olmadı mı bilmiyoruz.
Onun ne yaptığı bizi ilgilendirmiyor ancak bir Üniversite hocasının taciz olarak nitelenebilecek böyle bir davranışı yapabilmesi ve bunu da gülerek anlatabilmesi gerçekten ibretliktir.
Katıldığı bir TV programında İsviçre’de doktora yaptığı yerde otlayan ineklerin ve dağ keçilerinin dışkılarının tadına baktığını söyleyen Şengör “özellikle insan dışkısı acıydı. Ötekiler de tatlıydı ama insanınki kadar acı değildi. Bu bir merak meselesidir. Merak eden her şeyi dener” derken merak ettiği için kendi dışkısını da yediğini belirtmişti.,
Sadece kendi dışkısını değil inek ve keçilerin dışkılarını da yediğini övünerek anlatan hocanın bu davranışına “cuk” oturan bir deyim var ama biz yaşına hürmeten yazmayalım ama siz tahmin edin bakalım.
Neyin Arapçası?..