Altılı masanın iki büyüğünün, kendilerine vereceği demokratik katkıyı heyecanla bekledikleri ve sayın Kılıçdaroğlu’nun daha resmi sonuçlar açıklamadan büyük bir hevesle tebrik ettiği ABD Başkanı Joe Biden’in oğlu Hunter Biden’e ait İcloud hesabından internete sızdırılan veriler arasında Hunter Biden’in yaşı küçük kız çocuklarla uygunsuz fotoğrafları, babasını Pedofili Peter adıyla kaydettiği, uyuşturucu madde ve silah kullanımı ile ilgili yazışmaları ve görüntüleri yer aldı.
Hunter Biden’in beş aylık süre içinde eskortlara 30 bin dolar ödeme yaptığı ve ödemeleri sağlık harcaması olarak gösterdiği ortaya çıktı.
Oğul Biden’ın arşivinde babası Joe Biden’ın bir kız çocuğuyla çıplak haldeki fotoğrafları da var.
Kendisinden demokratik katkı bekleyenleri bilmiyoruz ama biz şaşırmadık.
Çünkü Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli idi.
Skandalın ardından Wisconsin Eyaletinden Kıdemli Senatör Ron Johnson yaptığı açıklamada; “Hunter Biden’ın dizüstü bilgisayara araştırılması gereken bir hazinedir. Ama ne yazık ki ülkemizde eşitlik ve adalet yok. Bunun yerine iki kademeli bir adalet sistemimiz var. Biri demokratlar ve onların yakınları diğeri ise ABD’nin geri kalanı” diyerek birilerinin özgürlükler ülkesi diyerek kutsadığı ABD’nin gerçek yüzünü ifşa etti.
Oğlunun marifetleri bizi ilgilendirmez bu özel hayattır diyenlere sormak isteriz.
Oğlunun hayatı özel hayat anladık ama oğlu babasını neden “pedofili peter” olarak kaydediyor.?
Siz babasını oğlundan iyi mi tanıyorsunuz?
Hem bunak hem de (oğlunun ifadesiyle) pedofili olan birisinden demokratik(!) katkı beklemek nasıl bir acizliktir?
Allah kimseyi bu beklentiye sokmasın.
Boşlukla tokalaşan, uçak merdiveninde yürümekten aciz, ABD ulusu tek kelimeyle tanımlanabilir; “asfutmsifwffutsh” diye zırvalayan ama o tek kelimeyi söyleyemeyen, basın toplantılarında elindeki metni okurken ne yapması gerektiğine dair hatırlatma notlarını da metnin bir parçası zannederek okuyan bunak bir başkanın demokratik katkı verebileceğine inananlar, ABD’nin kendilerini ciddiye almadığını, aslında onlardan tek beklentisinin güney sınırlarımızda kurmaya çalıştığı kukla devleti garantiye almak için siyasi uzantısını iktidara ortak etmek olduğunu görmüyorlar mı?..
“Biden; “dostlarımızla iktidar olacağız” derken kendilerinin dost olarak görüldüğünü mü zannediyorlar?
ABD’nin geçmişte dost olarak ilan ettiği kullanışlı aparatları, raf ömrü bitince nasıl sattığını, görmüyorlar mı?
İktidar ya da demokratik katkı beklerken ister misiniz bir de okkalı dost(!) kazığı yesinler?
Büyükelçileriyle can ciğer kuzu sarması olarak, hükümeti onlara şikâyet ederek, HDP’ye iki bakanlık ve daha fazlasını bile verebileceklerini belirterek şirinlik yapanların sonuçta bir bunak ve pedofiliden medet umar hale gelmeleri çaresizliklerinin en acıklı görüntüsüdür.
Boşuna dememişler;
“Ne umarsın bacından, bacın da ölüyor acından”
İt ürür kervan yürür..
İnternetten yayın yapan platformlarının RTÜK’ten yayın lisansı almasını şart koşan yönetmelik, Resmi Gazete’de 1 Ağustos 2019’da yayımlandı. Böylece Netflix, BluTV ve Puhutv gibi dijital platformlar RTÜK’ün denetimi kapsamına girmişti.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), internet ortamında yayın lisansı almadan yayın hizmeti yaptığını belirlediği haber siteleri "dw.com", "tr.euronews.com" ile "amerikaninsesi.com"u uyararak; Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmeliğin 10'uncu maddesi kapsamında, yayıncıların başvuru talebini içeren dilekçe ve taahhütname ile birlikte 3 aya tekabül eden yayın lisans ücretini peşin olarak ödemesi halinde 3 ay süresince yayınlarına devam edebileceği belirtilmişti.
Bu uyarıyı dikkate almamaları üzerine RTÜK, 9 Şubat'ta uluslararası haber sitelerine lisans başvurusunda bulunmaları için 72 saatlik süre tanımasına rağmen; köpeksiz köyde değneksiz gezmeye alışan DW ve VOA, "Amacı sansür uygulamak" diyerek başvurusunda bulunmayacaklarını belirttiklerinden Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla VOA ve DW Türkçe’nin internet sitelerine erişim engeli getirildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, internet siteleri mahkeme kararıyla erişime engellenen Amerika'nın Sesi (VOA) Türkçe ve Deutsche Welle (DW) Türkçe ile ilgili olarak sosyal medya hesabından paylaştığı mesajında "RTÜK'ün, Türkiye'de ifade ve medya özgürlüğü üzerindeki hükümet kontrolünü daha da arttırarak VOA Türkçe ve DW'nin internet sitelerine erişimi engelleme kararından üzüntü duyuyoruz, Özgür basın, güçlü bir demokrasi için şarttır" ifadelerini kullanarak ABD’nin bildiğimiz ve artık yadırgamadığımız ikiyüzlülüklerinden birisini sergiledi.
Onların özgür basından kastettiklerinin gerçeklerin ırzına geçmek olduğunu, Gezi Kalkışmasından,17/25 Aralık Operasyonlarından, MİT TIR’ları yalanlarından, 15 Temmuz alçak darbe girişiminden ve orman yangınları, depremler, sel gibi afetlerde devlet düşmanlığını körükleyen provokasyonlarından biliyoruz.
Nasıl ki kendi ülkelerindeki yabancı basın onların kurallarına uymak zorunda ise bizim ülkemizdeki yabancı basında bizim kurallarımıza uymak zorundadır.
Yalan, iftira, tahrik ve şantajla yapılan habercilik değil algı oluşturmaktır.
Onların yıllardır altıncı kol faaliyeti olarak kullandıkları basın özgürlüğü istedikleri gibi yazma, söyleme ve beslemelerine alan açma özgürlüğüdür.
Üzgünüz ama o özgürlük(!) devri artık bitti.
Bitmesini de kırdıkları cevizin kırkı geçmesiyle onlar sağladılar.
Fikir ve ifade özgürlüğü dedikleri şeyin bu ülkenin hak ve çıkarları söz konusu olduğunda nasıl provokatif bir üslupla kullanıldığını geçmişteki örneklerden ve hepsinden önemlisi yaptırdıkları darbeler öncesi ülkenin “istedikleri kıvama getirilmesi” için yürüttükleri sinsi basın(!) faaliyetlerinden biliyoruz.
Tipiyle niyetini ele veren Beyaz Saray eski güvenlik danışmanı John Bolton’un açık açık ifade ettiği üzere (Sunucu Jake Tapper’in “darbe yapmak için son derece zeki olmaya gerek yok” demesi üzerine Bolton; buna katılmıyorum. Darbenin planlamasına yardım eden biri olarak buna katılmıyorum. Bu çok çalışma gerektirir” demişti) başka ülkelerde darbe planlamalarına yardımcı olanların, silahlı birer terör örgütü olan Fetö ve PKK/YPG/PYD terör örgütlerine açık destek verenlerin basın özgürlüğünden bahsetmeleri ile fahişelerin namustan bahsetmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Hatta fahişelerin bunlardan daha namuslu olduğunu bile söyleyebiliriz.
Sonuçta fahişlerin halkın iradesini çiğnemek gibi bir niyet ve uygulamaları yoktur.
Ne söylerseler söylesinler özgür basın masallarıyla kimleri nasıl fonladıklarını, fonlanan beslemelerin kendilerine nasıl ölümüne hizmet ettiklerini görüyor ve biliyoruz.
Kısaca; basın özgürlüğü demokrasinin ırzına geçmek için kullanılamaz.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç bu gerçeği; "Demokrasiye giriş dersi: İfade özgürlüğü demokrasi için gereklidir ve hukukun üstünlüğü de öyle. İfade özgürlüğüne izin vermek ve olayları kakofoniye çevirmemek için düzenlemeler var. Türk medyasının ABD'deki yerel yönetmeliklere uyduğu gibi Amerika'nın Sesi Türkçe ve DW Türkçe, Türkiye'nin kurallarına saygı göstermelidir." Açıklamasıyla vurgulayarak Ned Price’e anladığı dilden cevabını verdi.
Peki anladılar mı?
Biz doğru bildiğimizi yapma kararlılığında olduğumuzu gösterir ve de yaparsak onların anlayıp anlamamalarının bir önemi yok.
Atalarımız ne güzel söylemiş;
“Yiğit yürür şan yürür,
Dalda su damarda kan yürür,
İnandığın yolda engel tanıma,
İt ürür kervan yürür.”
Ağacı zehirleyenlerin ormanları kasten yakanlardan ne farkları var?
Mersin’in Yenişehir İlçesi Adnan Menderes Sahilindeki Özgecan Aslan Meydanının simgesi haline gelen yarım asırlık kauçuk ağacının yapraklarının kurumaya başlaması üzerine çevredekiler Orman Bölge Müdürlüğüne ihbarda bulundular.
Orman Bölge Müdürlüğü görevlilerince yapılan incelemede ağacın toprakla buluştuğu kök noktasında matkapla 9 delik açıldığı, deliklerden de ağacın gövdesine asit benzeri bir madde enjekte edildiği anlaşıldı.
Olayı ardından yapılan araştırma sonucunda ağacı zehirleyenlerin geldikleri araç kameralardan tespit edildi.
Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi.
Aracın Mersin Belediyesi tarafından kiralandığı, aracı kullanan şahsın Mersin belediyesinde görev yaptığı, yanındaki kişinin Toroslar İlçesi CHP Gençlik Kolları Başkanı olduğu, ağacı zehirleme talimatının Mersin Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanı Serdar Salim Gökçek’in tarafından verildiği ortaya çıktı.
İstanbul’da da Çırağan caddesindeki onlarca asırlık ağaç Orman Bölge Müdürlüğü’nün izni olmadan “hastalandıkları gerekçesiyle kesilip atılmıştı.
Kaz Dağlarında ağaç katliamları ise sessiz sedasız gerçekleştirilmişti.
Bütün bu katliamlara rağmen ne çevreci ne de çevreci geçinenlerden hiçbir ses çıkmadı.
Gördük ki bunların çevrecilikleri filan palavra.
Çevreye zarar veren tanıdık ya da aynı mahalleden ise Asırlık ağaçlar kesilebilir, zehirlenebilir.
Dostlar onları alışverişte görsün.
Oysa dört ağacın yeri değiştirildi bahanesiyle gezi kalkışması başlatılmıştı.
Bir ağacı zehirleyecek kadar vicdan yoksunu olanların ormanları kasten yakanlardan ne farkları var?
Tepelerinde yangın söndürme uçakları ve helikopterleri geçerken hükümeti orman yangınlarını söndürmede yetersiz bularak eleştirenlerin; Kendi partilerinin yönettiği Belediyelerin; İstanbul Çırağan Caddesinde asırlık ağaçları kestirmelerine, Mersin’de yarım asırlık bir ağacın zehirlenmesi emrini veren ve bu emri yerine getirenlere söyleyecek sözleri yok mu?
Kamu kurumlarını basıp çalışanları tehdit ederken gösterdikleri cesareti kendi belediyelerindeki ağaç düşmanlarına neden gösteremiyorlar?
Bu ağaç katliamlarının; iki ayda ikibuçuk milyon koyunun uçakla Katar’a gönderildiği, Katarlı öğrencilerin Türk Üniversitelerine sınavsız alınacakları palavraları kadar önemi yok mu?