6'lı masanın 10'uncu toplantısından bir gün sonra Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Halk TV'de İsmail Küçükkaya'nın Yeni Bir Sabah programında özetle şunları söyledi.
"Alınacak roller tek tek spesifik roller değil ama ortak süreç ve imza yetkisi ile cumhurbaşkanı ve yardımcılarının ağırlıklı olacağı bir yapı olacak.
"Genel başkanların imza yetkisi olacak"
“Cumhurbaşkanı içerden veya dışardan olsun, genel başkanlar doğrudan karar süreçleri içinde imza yetkisine sahip şekilde bulunacaklar. Bu büyük bir teminattır.”
“Geçiş sürecini tamamladık. Cumhurbaşkanı içeriden veya dışarıdan olsun şunu bilecek; genel başkanlar her stratejik kararda imza yetkisine sahip olacak.”
"Eşitler arasından bir kişi öne çıkacak. Biri diğerinden bir adım önde olmayacak. Cumhurbaşkanı bir anlamada siyasi tabirle söylüyorum; eşitler arasından bir ilk olacak. Mutlak yetki sahibi olmayacak.”
“Eşitler var, bir kişi öne çıkacak. Gideceğiz diyeceğiz ki biz sizi düşünüyoruz ama oyun kuralları bunlar, bu oyun kurallarına göre ülkeyi yönetebilirsiniz. Dün bu oyun kuralları netleşti."
Geçtiğimiz günlerde ittifakın ufaklıklarından SP’nin Genel Başkanı Karamollaoğlu da Cumhurbaşkanı adayının, 6 genel başkanın oluşturduğu 'Eşgüdüm Kurulu' ile birlikte 'koalisyon' olarak yönetim sözü vereceğini; bakanların, bürokratların birlikte atanacağını; aday cumhurbaşkanı seçilir ama sözünde durmazsa bunun 'büyük bir karaktersizlik' olacağını söylemişti.
Davutoğlu'nun açıklamalarına göre; ortalama yüzde 25 oyu bulunan CHP ve anketlerde yüzde 14'lere ulaşan İyi Parti ile anketlerde "diğer" kategorisine giren yüzde 0,1'lik Demokrat Parti ve Saadet ile aynı yetkiye sahip olacak.
Cumhurbaşkanı, yüzdelik dilimde 1 puana bile ulaşamayan parti genel başkanlarının imzası olmadan herhangi bir adım atamayacak.
Bırakın masadakileri masa dışındaki HDP’nin bile (belki de elektronik imza kullanacaklar) rızası alınmadan adım atamayacak..
Bu söylediklerinin demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur, açıkça Anayasa’ya aykırıdır, hatta suçtur..
Çünkü Anayasanın 8. Maddesi; “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmünü amirdir.
Anayasanın 104. Maddesinde Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri sıralanarak;
Cumhurbaşkanının Devletin başı olduğu, Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına ait olduğu, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil edeceği, Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin edeceği, yardımcıları ile bakanları atayıp görevlerine son vereceği hükme bağlanmıştır.
Yani Anayasa’da Eşcumhurbaşkanlığı ve polit büro gibi kılıfına uydurulmuş bir organ yoktur.
Millet bir kişiyi seçecek ama 6 kişi, masanın altındakini de sayarsanız 7 kişi ( emir ve talimat alacakları büyükelçileri saymıyoruz) ülkeyi yönetecek.
Bu anlayışla değil ülke apartman bile yönetilmez.
Kendi inandıkları masallara milletinde inanacağını zanneden oportünistler için ortada can yakıcı bir gerçek var.
Yüzde 0,1; yüzde 0,5 ve yüzde 0,8 oy oranı alan partiler bakanlıkları paylaşırken, oy desteği vermediği takdirde bir hiç olacakları ve ortalama yüzde onluk oyu bulunan HDP’yi karşılıksız desteğe nasıl razı edecekler?
Onlarda olan aklın HDP’ de olmadığını mı zannediyorlar?
Stratejik Derinlik ustası; “Cumhurbaşkanı içerden veya dışardan olsun, genel başkanlar doğrudan karar süreçleri içinde imza yetkisine sahip şekilde bulunacaklar” diyor.
Bu durumda onlara karşılıksız destek vermeyeceğine göre HDP’nin Eş Genel Başkanları doğrudan karar süreçlerine katılmayacaklar mı?
Yüzde birin altındaki oy oranları olan patilere bakanlıklar dağıtılırken ben istemiyorum diyecek mi?
Karar süreçlerine katılırsalar kalan altılıya istediklerini kuzu kuzu yaptırmayacaklar mı?
Devleti yönetmek bu kadar bu kadar basit, devlet adamlığı bu kadar ucuz mu?
Sadece Erdoğan düşmanlığı ile ayakta duran bir paylaşım/bölüşüm/talan masasının yüzde elli artı bir alarak seçilen adayı, yüzde 0,1 oy alan genel başkanlarla aynı yetkilere sahip olacaksa, hiçbir demokratik yapıda örneği bulunmayan bu ucube sistemin adı “Güçlendirilmiş Kuklamenter sistem” olur.
Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülkenin kuklalar tarafından yönetilebileceğini düşünmek milletin zekâsıyla dalga geçmektir.
Bu asil milletin zekâsıyla dalga geçen kuklacılara ve kuklalara hak ettikleri dersi vereceğini sandıklar açıldığında görecekler..
“Ürkek biri tehlikeden önce çekingen, tehlike sırasında korkak, tehlikeden sonra cesurdur.” (Jean Paul Richter)
“15 Temmuz gecesi genel başkanın evindeyiz. Genel başkanın evi Boğaz Köprüsü'nü görür. Akşam 20.30'da baktık köprüde tanklar var. Baktık DEAŞ eylem mi yapacak acaba diye aramızda konuşuyoruz. Saat 21.30'da Ergenekon kumpas dosyalarından yargılanmış eski general bir müvekkilim vardı, o aradı. Hayırdır dedim, 'Abi bu şerefsizler darbe teşebbüsünde bulunuyor' dedi. Bununla darbenin gidişatıyla ilgili o akşam 37 kez görüşmüşüz. Sonrasında bir tweet atalım diye düşündük. Genel Başkan bir tweet yazmış, Fetulah'ı gömen bir tweet tabii. Dedim ki 'Ablam şimdi bir gün önce ben zaten bu herife sövdüm, sen de bu tweet'i atarsan, bu herifler de başarılı olursa, ikimizin de kolunu, bacağını keserler, bir tarafımızdan asarlar. Bunu biraz yumuşatalım.' Yumuşattık ve saat 24.00'ten önce Genel Başkan, 'En iyi darbe en kötü demokrasiden evladır' şeklinde tweet attı."
(Sonradan düzelttiği ifadeye dikkat; en iyi darbe en kötü demokrasiden evladır)
Bu sözler, partisinin Isparta 3. Olağan İl Kongresi'nde divan başkanlığı yapan İyi Parti Antalya Milletvekili Feridun Bahşi’ye ait.
İnsanların beyni bir şeyleri saklar saklar ama günün birinde öyle bir gevşeklik yaparlar ki dil pat diye saklananı ortaya döküverir.
Buna lapsus denir.
Feridun Bahşi de aynen böyle yaptı.
Gelen tepkiler üzerine şaka yaptığını söyleyerek tüy dikti.
Korkaklığın şakası olmaz.
15 Temmuz ihanet gecesinde darbeciler başarılı olursalar kollarını bacaklarını keserler, bir yerlerinden asarlar korkusuyla yumuşata yumuşata ne darbeden ne darbecilerden, ne ihanetten söz etmeyen sade suya tirit “ödlek” bir tweet atmışlar.
Hâlbuki Kasım ayının sonlarında yaptığı açıklamada; “Akşam oturuyoruz evde, televizyon seyrediyoruz. Darbe teşebbüsü başladı. Bizim yaşımız altmış beş oldu kardeşim bir sürü darbe gördük. Darbeler saat 2'de başlar 5'te biter. Her taraf sokaklar ele geçirilir. Sekiz buçukta darbe başladı." Diyerek darbeyi ve darbecileri ciddiye almadığını ima etmişti.
Meğerse bir yerlerinden asılmaktan korkmuşlar.
Öldürmek için ekipler kurdukları Cumhurbaşkanı Erdoğan Rotası Strafor tarafından canlı yayınlanan (ABD'nin Teksas eyaletindeki merkezinden yaptığı küresel istihbarat ve araştırma çalışmalarıyla tanınan Strategic Forecasting - Stratejik Tahmin adlı kuruluş, ulusal ve uluslararası medyada ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ile ilişkili bir kuruluş olarak değerlendiriliyor. Stratfor'un, 15 Temmuz'daki darbe girişimi gecesi paylaşımları olağanüstü artmış, normalinin birkaç katına çıkmıştı. Stratfor, darbecilerin suikast için yerini tespit etmeye çalıştığı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul'a hareket eden uçağının yerini çok kısa süre içinde tespit ederek havadaki konumuyla ilgili birçok tweet atmıştı) ve her an düşürülme tehlikesi olan uçakla İstanbul’a gelip milletle bütünleşerek darbecilere meydan okurken, Kılıçdaroğlu darbecilerin tanklarının açtığı yoldan geçerek bir belediye başkanının evinde çay kahve içerek (belki de bir görev tebligatı almak umuduyla) televizyon izliyor, 34 şehidin verildiği Şehitler Köprüsüne 900 metre mesafedeki evindeki Akşener ise bırakın sokağa çıkmayı Fetö’yü kızdırmamak için yumuşak mı yumuşak bir tweet atarak vaziyeti idare ediyormuş.
Binlerce genç, yaşlı, kadın, çocuk darbecilere direnmek için sokaklara çıkıp çıplak elleri ile tankları durdururken, 252 insanımız Fetö’cü alçaklar tarafından şehit edilirken, 2500 insanımız yaralanırken, ülke yönetimine talip olanlar “bir yerlerinden asılmak” korkusuyla attıkları yumoş twetlerle hem şişi hem de kebabı yakmamak derdindelermiş.
(Altılı masanın diğer ufaklıklarının 15 Temmuz gecesi bir yumoş tweet dahi atamamaları korkudan değil, darbecilere verdikleri desteğin göstergesidir)
Oysa Sayın Akşener 2018 yılında Konya’da yaptığı konuşmada; “Cumhurbaşkanı, Erdoğan, dönemin başbakanı Binali Yıldırım ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi AKAR’ın darbe girişi gecesi saklandıklarını” iddia etmişti.
Erdoğan, Yıldırım ve Akar’ın saklanmadıklarını, aksine ölümü göze alarak darbecilere direndiklerini ve milletin de bu direnişe destek vermesiyle darbenin önlendiğini sağduyu sahibi herkes biliyor.
Meğer kendi korkaklıklarını örtbas etmek için başkalarını suçluyorlarmış.
Cesaret tehlike anında gösterildiğinde cesarettir.
Tehlike geçtikten sonra yapılan cesaret gösterileri ise korkaklığı gizlemektir.
Jean Paul Richter ne güzel söylemiş;
”Ürkek biri tehlikeden önce çekingen, tehlike sırasında korkak, tehlikeden sonra cesurdur.”
Şu tesadüfe(!) bakın, temel haklar dedikleri PKK’nın da talepleri…
Seçim yaklaşıyor ya ayrıldıkları mahalleden yüz bulamayan demokrasi bülbülleri(!) şakımaya başladılar.
Hedefleri de yeni mahallelerinin sakinleri(!). Bir şirinlik, bir nezaket sormayın gitsin.
Nedim’in ünlü Gazelindeki beytinde ifade edildiği üzere;
“Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana” (bunlara)
Anayasa’nın 66. Maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesini kaldıracaklarmış…( Anayasa Madde 66; "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk annenin çocuğu Türk'tür. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz")
“Daha kapsayıcı ve daha kuşatıcı yeni bir vatandaşlık anlayışının geliştirilmesi” gerektiğini savunuyorlarmış…
“Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesi, böylesine güçlü bir vatandaşlık anlayışının hâkim kılınmasıyla mümkünmüş”…
Katıldığı bir yayında soruları cevaplayan Deva Partisi Kurumsal İletişim ve Tanıtım Başkanı Sanem Oktar da "Türkiye'de Atatürk milliyetçiliği diye bir tarif var. Siz başka bir tarif mi getiriyorsunuz? Anayasa'dan Türklüğü çıkarıyor musunuz?" sorusuna, "Doğru. Kabul edeceğimiz vatandaşlık anlayışında herhangi bir etnik, dini ya da kültürel kimliğe atıf yapılmayacaktır. Farklılıklar arasında birini diğerine karşı ayrıcalıklı kılan bir tercihte bulunulmayacaktır. Her vatandaşı eşitlik temelinde kapsayan bir anlayış benimsiyoruz" diyerek genel başkanı ile aynı telden çalmıştı.
PKK da aynen böyle istiyor, ne tesadüf(!) değil mi!..
Eylem planı sadece Anayasa’dan Türklüğü kaldırmakla sınırlı değil. Yine PKK’nın dillendirdiği üzere “ana dilde eğitimin önündeki engelleri de kaldıracaklarmış”.
Tesadüfe(!) bakar mısınız?
Anayasanın 42. maddesinin bu doğrultuda değiştirilmesini öneriyorlarmış. “Ortak ve resmi dilimiz Türkçeye ek olarak, eğitim ve öğretimde ‘anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkının anayasal güvenceye kavuşturulması ve Anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini” söylüyorlarmış…
Mavi boncuk dağıtımı bunlarla bitmiyor, yerelden gelen talepler doğrultusunda, “yerleşim yerlerinin isimlerini aslına döndürülmesini de önemli bir hedef olarak” ifade ediyorlarmış…
Şu tesadüfe(!) bakın ki bu da PKK’nın talebi.
PKK’nın Meclis’teki uzantısı HDP’nin kapatılmasına da karşı olan Deva Partisi, “Temel Haklar Eylem Planı’nda parti kapatmayı zorlaştıracağını ve 15 Temmuz darbe girişimiyle kapatılan dernek ve vakıfları örnek göstererek batı devletlerinin fonladığı örgütlenmelerin önündeki engellerin de kaldırılacağını ifade ederek PKK’dan sonra bir selam da FETÖ’ye çakmış ki Firari FETÖ'cü Âdem Yavuz Arslan’dan takdir almış.
Görüldüğü üzere PKK, HPD ve FETÖ’nün (yani ABD/AB’nin) memnuniyeti üzerine kurulmuş bir siyasi bir siyasi misyon üstlenmişler.
Kulağa hoş gelsin diye adını da “Temel Haklar Eylem Planı” koymuşlar.
Eski partisinden yüzde onluk/onbeşlik “oy tırtıklama” görevini başarıyla yerine getirmediği için yönünü HDP’ seçmenine çeviren muhteremin “Ömer diyeceği, ağzını büzüşünden belliydi”.
Yüzde birin altındaki oy oranıyla kasıla kasıla söyledikleri vaatlerinin hiç birisini gerçekleştirmeleri mümkün olmadığına göre ne yapmaya çalışıyorlar?
Çok basit, ne yapıp edip meclise kapağı atmak zorundalar.
Aksi takdirde siyasi varlıklarını sürdüremeyeceklerini onlar da biliyorlar.
Seçime kadar altılı masanın kısır toplantılarıyla vaziyeti idare ettiler.
Seçimi kaybedip, meclise de giremezseler ne yapacaklar?
Topu topuna yüzde sıfır virgül küsurluk bir oyları var, onu nasıl koruyacaklar?
İşte bu nedenle yeni mahallelerine onları bile şaşırtan şirinlik gösterileri yapıyorlar.
Peki, o mahalle bu numaraları yer mi?
Neden yesin? Aslı varken taklitlere neden itibar etsin?
Sergiledikleri ucuz ve lümpen numaralara bakarak 2023 seçimleri için şunu söyleyebiliriz..
Ya bu ülke, uluslararası karar vericilerin belirledikleri sömürge valilerine teslim edilip bütün kazanımları elinden alınarak en az yüz yıl belini doğrultamayacak bir şekilde ABD’nin ve AB’nin uşaklığını yapacak ya da masada ve sahada kuklacılara ve kuklalarına hak ettikleri dersi vererek, hak ve çıkarlarının gerektirdiği her kararı almak suretiyle egemenliğini sürdürecek.
****
Gelelim Sayın Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanlık vererek rozet taktığı Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Barzani'ye yakınlığıyla bilinen Rudaw'a Kürtçe bir röportaj veren Nuşirevan Elçi’ye..
Rudaw Ankara Temsilcisi Şevket Herki’nin; “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Kürdistan lafından çok rahatsız oluyorum” demişti. Bu şekilde bir tavır ile sizin bahsettiğiniz projeleri yerine getirileceğine inanıyor musunuz? Sorusuna Nuşirevan Elçi şu cevabı veriyor;
"Bu sözleri duyduktan sonra, ben de kendisine sordurdum ve “ben böyle bir şey demedim” dedi. Bunu ben de Google de diğer yerlerde baktım araştırdım. Böyle bir şey dememiş. Böyle bir şey söylediğini belirten kimse iftira atmıştır."
CHP’nin Kürt hakları konusunda çeşitli projeleri olduğunu söyleyen Elçi, “Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi diyoruz adı özerklik veya başka türlü de konulabilir. Tüm yetki ve imkânların tek bir yerde toplanması başından beri yanlış. Hem Kürtler için hem de diğer halklar için yetkilerin dağıtılması gerekli” diye konuşmuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Nuşirevan Elçi'nin sözleri hakkında, “Şahsi görüşü yansıtır. Partimizi hiçbir şekilde bağlamaz. Bu konunun partimizin de gündeminde olmadığını ilgili danışman ifade etmiş” diyerek daha önce de örneklerini gördüğümüz üzere bir kez daha Tecahül-i Ârif ustalığını gösterdi.
Nuşirevan Elçi, CHP Genel Merkezi'nde, CHP logosu, bayrağı altında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Başdanışmanı unvan ve sıfatıyla Rûdaw Ankara temsilcisi Şevket Herki’nin sorularını cevaplıyor, Güneydoğu Anadolu’yu Kuzey Kürdistan olarak tanımlayıp özerklik ten söz ediyor, yani gözümüzün içine baka baka bölücülük yapıyor ama bu sözler kişisel görüşleri oluyor.
Sükût ikrardan geldiğine göre Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten Kürdistan lafından rahatsız olmuyor mu?
HDP’ye mahkûm olmuş bu zihniyetle mi Kandil’i bir gecede yerle yeksen edecekler?
Ordumuzun kimyasal silah kullandığı iftirasını atanlara sahip çıkarken, Jandarma ve polise cari açığı kapatmak için uyuşturucu ticareti yaptıkları iftirası atarken mangalda kül bırakmayan sayın genel başkan odasından Türk Bayrağını kaldırarak röportaj veren danışmanına neden sesini çıkartamıyor?
Parti Binasındaki makam odasından Türkiye Cumhuriyetinin Bayrağını kaldırtarak röportaj veren başdanışman bu cesareti kimden/nereden alıyor?
Bağımsızlığımızın sembolü olan Bayrağımıza tahammülleri olmayanlar seçim kazandıkları takdirde PKK paçavrası ile mi röportaj verecekler?
Anayasadan Türklüğü kaldırmakla, makam odasından Türk bayrağının kaldırmakla siyasi uzantısına zeytin dalı uzattıkları PKK’ya şirin görünerek ülkeye yönetebileceklerini zanneden altılı masanın beşi için bunların teferruat olduğunu biliyoruz.
Hatta zehirledikleri sosyolojiye HDP’yi kabul ettirmek için bilinçli olarak yaptıkları bile söylenebilir.
Peki, “HDP’nin oturduğu masada bulunmayız” diyerek hava atmalarına rağmen HDP’nin ruhunun kol gezdiği masada oturmaya devam eden İYİ parti bu konuda ne düşünüyor?
Ya da gerçekten düşünüyor mu?
Haftanın sözü;
“Hayat üç buçukla dört buçuk arasındadır. Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın!"
(Neyzen Tevfik)