96 yaşında vefat eden Kraliçe 2. Elizabeth’in cenaze törenine 500 devlet ve hükümet başkanı davet edilerek törene katılmak isteyen liderlerden özel uçak kullanmamaları ve ticari uçakla Londra’ya gelmeleri istenmiş, liderlerin ülkelerine ait resmî araçları kullanmayacakları ve cenaze töreninin düzenleneceği Westminster Kilisesi’ne hep beraber otobüsle götürülecekleri bildirilmişti.
Ancak Biden ve ailesi, diğer liderlerden istenen şartlardan muaf tutulduklarından diğer ülkelerin liderleri gibi otobüsle değil, Süper Cadillac ve arkasında 7 arabadan oluşan konvoyla Westminster’a geldiler.
Törene katılan devlet başkanları da -krala şirin görünme uğruna-bu çifte standardı kuzu kuzu kabul ettiler.
Eğer izlediyseniz törenin nasıl bir biat gösterisine dönüştürüldüğünü, bir okulun servis otobüsüne doldurulan öğrenciler gibi otobüse doldurulan devlet başkanlarının tek sıra halinde cenaze alanına alındıklarını görmüşsünüzdür.
Oturacak yer bulamadığı için ayakta kalan biletçi görünümündeki Macron’un espriler yaparak havayı yumuşatmaya çalıştığı otobüsün maç izlemeye giden taraftar otobüslerinden tek farkı takım bayrak ve formalarının olmayışı ve taraftar tezahüratlarının yapılmamasıydı.
Cenaze töreni tam bir diplomatik skandala dönüşürken, diplomatik nezaket kuralları da hiçe sayıldı.
Uygulamaya, burunlarından kıl aldırmayan Avrupalıların ve demokrasi havarisi geçinen ülkelerin başkanlarının rıza göstermeleri, bir imza atmak için dolmakalemle mücadele edip görevlileri azarlayan dengesiz krala yaranma çabasından başka bir şey değildi.
Eşiyle cenaze törenine katılan Meksika Dışişleri Bakanı Marcela Ebrard gülümseyerek selfie çekecek kadar bu aşağılayıcı protokolden mutlu olsa da Sayın Cumhurbaşkanının, biat gösterisine dönüşen bu törene katılmaması doğru ve haklı bir tercih olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanının değil otobüse binip törene katılması, ağzıyla kuş tutsa bile kralın adamı olması mümkün değildir.
Onların adamı olabilmek için birlikte “şerefe kadeh kaldırmak” gereklidir.
Sadakat testinden başarı ile geçen adamlarının(!) ortak özelliği ise dikensiz “GÜL” olmalarıdır.
Kraliçe ya da Prensin Türkiye’ye geldiklerinde cami ziyaretleri yapmaları ve Kur’an-ı Kerim dinlemeleri, dikensiz GÜL’lerin hatırına dinimize ne kadar saygı duydukları algısının yerleştirilmesinden ibarettir.
Yeni tipik sinsi İngiliz siyasetidir.
Muhalefet ne kadar eleştirirse eleştirsin, hizaya sokulmuş bir başkan görüntüsüne razı olmadığı için Sayın Cumhurbaşkanı doğru olanı yapmıştır.
Muhalefetin rutine dönüştürdüğü görüşmelerle kapı komşusu yaptığı yabancı büyükelçilerle olan samimiyetlerine bakıldığında, kendilerinin değil otobüse bindirilmek yürüyerek bile olsa tören alanına götürülmelerine itiraz etmeyeceklerini biliyoruz.
Bu kapsamda İyi Parti Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray’ın; "Türkiye Cumhurbaşkanının bu cenazeye şu veya bu nedenle katılmayarak, ülkesini temsil etmekten kaçınması, bütün dünya ülkeleri Londra'da temsil edilirken, New York'ta tek başına parkta dolaşması tek kelimeyle garabettir ve dış ilişkilerimizde endişe vericidir" ifadeleri aslında “biz neden krala biat etmiyoruz olarak açıklanabilir.
Bu vesileyle muhteremin İngiltere monarşisine olan derin hayranlıklarını da öğrenme fırsatı bulmuş olduk.
Törene katılan liderler tek sıraya geçirilerek tören alanına alınırken Sayın Cumhurbaşkanının Newyork’ta Central Park’ta gezmesi garabet değil, meydan okumadır ve hiçbir şekilde endişe verici değildir.
Asıl endişe verici olan milliyetçilik iddiası bulunan bir partinin Milletvekilinin ABD başkanına yapılan ayrıcalığı görmezden gelerek bu ikiyüzlülüğe tavır alınmasından rahatsız olmasıdır ve monarşiye duyduğu anlamsız(mı) saygıdır.
Sayın Cumhurbaşkanının milli bayramlarda Külliye’de verdiği davetlerine bile katılmayanların ABD’ne imtiyaz tanıyıp diğer ülkelere “maraba” muamelesi yapan İngiltere’ye gösterilen tepkiden rahatsızlık duymaları, kendilerine çok yakışan ve artık alıştığımız mandacı karakterlerinin dışa vurmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Gerçek garabet; cenaze töreninin bir biat gösterisine dönüştürülmesi ve bu gösteride figüranlık yapılmasından rahatsızlık duymayan ezik mandacıların Monarşi hayranlığıdır.
Temel Reis’e göre Osmanlıya hakaret etmek sorun değilmiş..
Osmanlıya yapılan hakaretlerle ilgili olarak Saadet Partisi Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi ve Eyüp Sultan İlçe Başkanı Emre Ustaosmanoğlu;
"Bir kaç kişi bir araya gelince içindeki canavarı hortlatan, Osmanlı'nın şanlı tarihine ve ecdadımıza hakaret eden. Bu toprakların değerleriyle uzaktan bile alakası olmayan mason Tunç Soyer ve hesap sorması gereken öncelikle CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'dur.
Sonrasında zaten bu millet 9 Eylül'de Tunç Soyer'in dedelerini nasıl denize döktüyse bu zihniyeti sizleri de denize dökecektir. Unutmayın! Siz bu cumhuriyetin cürufusunuz."
"İBB Meclisi Sultan Vahdettin'e hakaret etme yeri değildir. Osmanlı'nın mirası bu topraklarda, Osmanlı'ya hakaret edenlerin yeri yoktur. Bu hainleri çatısı altında barındıranlar da aynı ihanetin içerisindedir. Tarık Balyalı; ya bu milletten özür dile ya da istifa et." Sözleriyle tepki göstermişti.
Bu sözlerinin ardından Emre Ustaosmanoğlu, Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından görevden alındı.
Böylece “Osmanlıya hakaret etmenin” Temel Reis açısından bir sorun oluşturmadığını görmüş olduk.
Çünkü oturtuldukları masadan kaldırılmamalarının temel şartı onları masaya oturtan iradeye sınırsız biat.
Peki, meydanı boş bulunca anlattıkları milli/manevi değerler masalları ne anlama geliyor?.
O masallar inancını yaşamaya çalışan ve sayıları artık binde beşe kadar düşen masum seçmeni uyutmak için narkoz olarak kullanılıyor.
Nereden mi biliyoruz?...
Cevap Temel Reis’ten;
"Bugün hayatta olsa kesinlikle CHP ile birlikte olurdu. Bugün bizim güttüğümüz politikaları belki de çok ileri bir noktada gündeme getirirdi.”
Savrulma ve “dönme” bu kadar büyük olunca başka söze gerek var mı?
Meselenin “CUKKA” olduğunu, yüce gönüllü(!) Tarkan’ın “CUPPA” şarkısını dinlerseniz anlarsınız.
İzmir Büyükşehir belediye Başkanı Tunç Soyer; İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıl dönümü olan 9 Eylül akşamı konser veren Tarkan’ın ücret alıp almayacağı sorusuna; "Tarkan'ın cebine 1 kuruş girmeyecek. O kadar yüce gönüllü ki… Kaşe ücreti olarak alması gereken ücreti hayır işine aktaracak. Başlıkları konuşuyoruz. Yurt mu yapsın, kreş mi yapsın diye konuşuyoruz" cevabını vermişti..
Ancak Tarkan'ın, Gündoğdu Meydanı'nda düzenlenen konser için 450 bin dolar (8 milyon TL) ücret aldığı ortaya çıkınca Soyer’in yalanı da elinde patladı.
Tarkan'ın konser geliriyle Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve Darüşşafaka'ya 3 Milyon TL tutarında bağış yaptığı, kendisine de bu konserden 5 milyon TL kaldığı gazete haberlerine yansıdı.
Tarkan’ın hayır yapmak için İzmir’de konser vermesine gerek yoktu ama yine de verdiği konser için para alması elbette eleştirilmez, sonuçta bir emek söz konusu.
Belediyenin ödediği yüklü paraya rağmen, ecdada hakaret ederken gözleri parlayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı; “ O kadar yüce gönüllü ki… Kaşe ücreti olarak alması gereken ücreti hayır işine aktaracak. Başlıkları konuşuyoruz. Yurt mu yapsın, kreş mi yapsın diye” hayırsever güzellemeleri yaparak” Tarkan’ı öve öve bitiremedi?..
Gözümüzün içine baka baka yalan söyledi.
Ortada ne yurt var ne de kreş.
Yalan söylemekten utanmadıklarını biliyoruz ama hayırsever güzellemeleri yaparak ödenen parayı unutturmaya çalışmak rezalete tüy dikmektir.
Oysa manzara çok açık, veren için de alan için de mesele “CUKKA” dan ibarettir.
Tarkan’ın “CUPPA” şarkısını dinlerseniz ne demek istediğini anlarsınız.
Çaresi yok yanıcaz biz de
Birilerine kanıcaz biz de
Vurucaz dibe dibe önce
Elbette havalanıcaz biz de
Cuppa cuppa cuppa
Cuppa da cuppa cuppa