Bu hafta size “analar ne evlatlar yetiştirmiş be” diyerek imrenerek(!) okuyacağınız müthiş bir başarı(!) hikâyesinden bahsetmek istiyorum.
Hikâyenin yaşandığı yer; Bilecik Belediyesi.
Belediye Başkanlığı seçimini kazanan Semih Şahin, ilk iş olarak; İstanbul’ dan özel(!) bir ekip getirip, belediyeye yerleştirir.
Sonra da "İstanbul Grubu" olarak adlandırılan bu ekibin başındaki yakın arkadaşı Selçuk Erdağı’nı başkan danışmanı yapar.
Danışmanlık arkadaşlık hatırı için yeterli olmadığından bir de belediye şirketi KAYI A.Ş’ de yönetim kurulu başkanlığı görevi verir.
Böylece “her şey güzel olacak” sistematiğinin Bilecik alt yapısı oluşturulduktan başarı (siz rüşvet anlayın) hikâyeleri yazılmaya başlanır.
Bilecik Belediyesi 2018 yılında Seven Pasajı olarak bilinen bölgeye AVM inşa etmek için gelir paylı sistemle ihaleye çıktı.
Uygun teklif veren bir firma ihaleyi kazanarak inşaata başladı. Sözleşmede AVM’nin satış hakları firmaya verildi. İnşaat devam ederken belediye CHP’ye geçti.
2020 yılının Kasım ayında AVM ekspertiz ve belediye tarafından belirlenen 26 milyon 200 bin lira bedelle, inşaatı yapan firma tarafından satışa çıkarıldı. Şehirde faaliyet gösteren bir akaryakıt şirketi AVM’ye talip oldu.
Satış ve devir sürerken, Selçuk Erdağı AVM’yi satın alan firmanın sahiplerini belediyeye çağırarak görüşmek istedi. Daveti kabul eden firma sahibi belediyedeki odasına gittiğinde Erdağı satış için belirlenen 26 milyon 200 bin liranın haricinde 2 milyon 500 bin lira peşin, 800 bin lira da iskândan sonra olmak üzere 3 milyon 300 bin lira rüşvet istedi. Firma sahibi “Bu ödeme niçin?” diye sorduğunda ise “Belediyeye lazım, başkan bey böyle uygun gördü” cevabını verdi.
Firma sahipleri rüşvet yerine belediyeye kepçe alıp hibe etmeyi önerdi. Ancak Selçuk Erdağı, “Bu konu pazarlığa kapalıdır. Biz ne yapacağız kepçeyi, bize nakit para lazım” diyerek teklifi reddetti. Erdağı resmi olarak gerçekleşen satış işleminin iptal edilmesi için firmadan “almaktan vazgeçtik” yazısı istedi. Firma kabul etmeyince 2021 yılının Şubat ayında AVM için belirlenen 26 milyon 200 bin liralık satış bedeli encümen kararıyla arttırılarak satış iptal edildi.
2020 yılındaki rüşvet pazarlığından aylar sonra Selçuk Erdağı, AVM’ye talip olan firmanın sahiplerini 29 Aralık 2021’de tekrar davet etti. Firmanın 2 ortağının belediyeye giderek görüştükleri Erdağı; “Burayı almanız için son şansınız. Fiyat 43 milyon 500 bin lira, 2022’ye kalırsanız fiyat artacak” diye tehdit etti.
Görüşme sırasında Erdağı, masasında bulunan bir not kağıdına kendi el yazısı ile 200 dolar (200 bin) ve 120 dolar (120 bin) yazıp “Bunu da halledersiniz” dedi. Eliyle 120 ABD Doları işaret ederek “Bu peşin, diğeri iskândan sonra” dedi. Ortaklar, istenen paranın ne olduğunu anlamadılar. 1 gün sonra sabah saatlerinde tekrar Erdağı’nın yanına gittiler. Erdağı ikinci kez not kağıdına el yazısı ile aynı rakamları yazarak ortaklara verdi ve “Konu pazarlığa kapalı” dedi.
Ortaklar aynı gün öğleden sonra bir kez daha gittikleri Erdağı’nın rüşvet talebini cep telefonu ile kayda aldılar. Erdağı görüşmede masasında bulunan not kağıdına kendi el yazısı ile “4000” veya “320 dolar” ve 43,5 yazarak kağıdı ortaklara verdi. Yani Erdağı, AVM için 43 milyon 500 bin lira, rüşvet için de “4 milyon lira” veya “320 bin dolar” istedi. Ortakların fiyat konusunda indirim ısrarına ise Erdağı, “Başkanla konuşacağım” cevabını verdi. Belediyeden ayrılan ortaklar bir süre sonra Selçuk Erdağı’dan telefon aldı.
Erdağı bu kez rüşvet tarifesini değiştirerek “Başkanla görüştüm, fiyatı 43 milyon 500 binden, 42 milyona çekeceğiz. 500 bini sizden sildik. Ama 1 milyonu elden alırız” dedi. Yani AVM’nin fiyatını 1,5 milyon lira indiren Erdağı, rüşvet olarak istediği 4 milyon liraya 1 milyon daha ekleyip rüşveti 5 milyon liraya yükseltti. Bu pazarlık sonrasında hem AVM’yi yapan firma, hem de binaya talip olduğu için rüşvet istenen firma durumu yargıya taşıdı.
Polisle yapılan işbirliği sonrasında Erdağı’na seri numaraları alınmış paralarla suçüstü yapılarak gözaltına alındı ve sonrasında çıkartıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Belediye Başkanı Semih Şahin ise ellerine kelepçe takılıp götürülen Erdağı’nı görevden aldığını söyleyerek sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş numarasına yattı.
Eski CHP Bilecik Belediye başkanı Milletvekillerinden ve halen CHP’de siyaset yapan Mehmet Seven rüşvet iddialarını ilk kez 2021 yılının Şubat ayında kamuoyuna duyurduğunda Bilecik'te yerel bir internet kanalının konuğu olan Belediye Başkanı Semih Şahin bu haberin ardından canlı yayında, “İspata davet ediyorum. İspatlayamazsanız şerefsizsiniz" diyerek cevap vermişti.
Mehmet Seven; şehirde “İstanbul Ekibi” olarak adlandırılan müteahhit ve danışman grubunun Bilecik’i resmen haraca bağlandığını ifade ederek şunları söylemişti; “Belediyeye düşen herkesten rüşvet isteniyor. Rüşvet istenilenler gelip bize şikâyet ediyor. Yeni dükkân açan berberden bile rüşvet alındığını söyleyen var. Rüşvet ekibinin yakayı ele vermemek için ilginç yöntemler kullandığı anlatılıyor. Rüşvet istemek için çağırdıkları kişiler kayıt yapmasın diye telefonlarını girişte alıyorlarmış. Hatta bazı iş adamlarına hiç konuşmadan istedikleri rüşveti kâğıda yazıp gösteriyorlarmış. Bu rüşvet çarkını buradaki CHP yönetimine ilettim, sosyal medyadan yazdım ancak sonuç çıkmadı. CHP milletvekilinden durumu anlatmak için randevu istedim ancak vermedi. İhalesiz iş vermeler, fahiş fiyatlı ihaleler de cabası. Mermer diyarı Bilecik’te bedava yapılabilecek mermer bir çeşme için bile yüz binlerce lira veriliyor. Hali hazırda zaten park olan bir yere bir baraka kondurup düzenleme yaptık denilerek 4 milyon 700 bin lira para ödendi.”(21/12/2022 Yeni Şafak)
Aradan sadece 11 ay geçtikten sonra Mehmet Seven’in ısrarla dile getirdiği iddiaların gerçek olduğu belgesiyle ortaya çıktı.
Bu organize tezgâh tam teşekküllü bir ekip çalışmasını gerektirmektedir ve belediye başkanından destek almadan kimse böyle büyük işlere girişilemez.
Ayrıca bu kadar büyük parayı kimseye tek başına yedirmezler.
Nitekim rüşvet pazarlığında istediği sonucu alamayan Selçuk Erdağı’nın başkanla görüşeceğini söyleyerek yeni teklifler getirmesi, rüşvet çarkının başkanın bilgisi olmadan dönmeyeceğini göstermektedir.
Kendi Partisinden bir eski milletvekilinin ısrarlı uyarılarına rağmen kulaklarını tıkayarak danışmanı ve yakın arkadaşı rüşvetçiyi koruyan belediye Başkanı Semih Şahin’in tezgâhtan haberinin olmaması mümkün mü?
Bu pastadan kimlerin payına ne düştüğünü yargılama sürecinde göreceğiz.
Olayın Ankara’ya kadar uzanıp uzanmadığını ve hangi kuzucukların(!) nasıl beslendiğini öğreneceğiz.
Ehliyetin (!), liyakatin (!), dürüstlüğün (!) eşi bulunmaz (!) bu nadide (!) örneği karşısında Masalcı amca ile Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan Sıbyan Mektepleri'ni orta çağ düşüncesiyle suçlayan post modern grup başkan vekilinin derin(!) çağdaş/sosyolojik/siyasal yorum ve değerlendirmelerinden aziz milletimizi mahrum etmeyeceklerini umuyoruz.
Rüşvetle çağdaş düşünce arasındaki derin ve organik ilişkiler konusundaki açıklamaları toplumun ufkunu açan bir rehber olacaktır.
Ve son olarak Semih Şahin’e soruyoruz;
Şerefsiz olan kimmiş?..
Türkiye’nin Libya’da ne işi var diyenler utandılar mı?..
Hatırlanacağı üzere Türkiye; 27 Kasım 2019'da Libya ile Deniz Yetki Anlaşması yaparak iki ülke arasında deniz sınırı oluştururken, Doğu Akdeniz'in çıkışını da kapatmak suretiyle Akdeniz’deki payına düşen enerji kaynaklarının elinden alınmasına asla fırsat verilmeyeceğini dosta düşmana göstermişti.
Türkiye’nin bu tarihi adımına karşılık Doğu Akdeniz'den çıkarılacak gazın Kıbrıs üzerinden Yunanistan'a, oradan da İtalya'ya ulaştırılmasını hedefleyen "EastMed" projesine ilişkin anlaşma, Atina'da Ocak 2020'de düzenlenen bir törenle Yunanistan, İsrail ve GKRY arasında imzalanmıştı.
Bazıları bu gelişmeyi iktidarın başarısızlığı olarak değerlendirmişlerdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Akdeniz'de Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan, üstelik Türkiye'yi kuşatma projesine dönüşen bu sürece karşı Türkiye'nin enerji arama ve haklarını koruma politikalarından 'geri adım atmayacağını' açıklarken Deniz altında 3 kilometreyi aşan derinlik ve 2 bin kilometreye yakın uzunluğuyla EastMed'in 'ekonomik olmadığını Türkiye üzerinden gaz koridoru'nun daha ekonomik olacağını vurgulamıştı.
Bu arada dünyadan bihaber ABD’nin ve AB’nin kuyruğuna takılmış bizim küfürbaz/yalancı kifayetsiz muhterisler mangası Türkiye’nin Libya’da ne işi var? diye soruyorlardı.
Öyle ki CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır; "Tüm maliyetler hesaplandığında, yaklaşık 2 milyar dolar Akdeniz'in derin sularına gömülecektir" diyerek EastMad projesine örtülü destek veriyordu.
3 yıldır sahada ve masada; içeride küfürbaz/yalancı/mandacılar ve dışarıda üst aklın engelleme çabalarına rağmen sürdürülen kararlı mücadelenin ardından ABD, EastMed projesini 'ekonomik olmadığı' gerekçesiyle desteklemekten vazgeçtiğini açıkladı.
Yunanistan'ın anlaşma yaptığı ABD'nin Exxon Mobil ve Fransız Total şirketleri araştırmaları durdurdular.
Fransa'nın Atina Büyükelçisi, 'daha ekonomik seçenekleri' bulunduğu açıklamasını yaptı.
İsrail, Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçişini sağlamak amacıyla Türkiye ile ilişkilerini geliştirme politikasına yöneldi.
Yüzüstü bırakılan Yunanistan; “acımadı ki acımadı ki” dedi..
Yani sonunda Türkiye’nin dediği oldu.
Süreç Türkiye’nin Libya ile İşbirliği yapması sonucunda bu noktaya geldi.
Demek ki dik durursanız ABD’de AB’de tıpış tıpış hizaya geliyormuş.
Peki, Türkiye’nin Libya’da ne işi var diyenler, Libya Tezkeresine evet diyemeyenler hiç utandılar mı?..
Haklısınız..
Utanmak ta bir nasip işidir herkese kısmet olmaz..
Sizce kim doğru söylüyor?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, Şeyma isimli bir eczacının partililere, "Düzce halkı kanser ve akciğer hastalıklarıyla boğuşuyor. Ayrıca depresyon hastalarının sayısı da gün geçtikçe artıyor. Leblebi satar gibi depresyon ilacı satıyoruz." dediğini iddia etmişti.
Kılıçdaroğlu açıklamasında, "Bir eczacı arkadaşımın, Şeyma Hanım'ın söylediği şey şu; 'Ülkemizde hava kirliliğinden hayatını kaybedenlerin sayısı, trafik kazasında ölenlerden daha fazla. Ancak buna rağmen hiçbir önlem alınmıyor. Düzce halkı kanser ve akciğer hastalıklarıyla boğuşuyor. Ayrıca depresyon hastalarının sayısı da gün geçtikte artıyor. Leblebi satar gibi depresyon ilacı satıyoruz. Ben kendi sağlığım ve tüm komşularımın sağlığı için endişe içindeyim. Gün geçmesin ki yeni bir kanser vakası duymayayım.' dedi." ifadelerini kullanmıştı.
Düzce'deki eczane sahibi Şeyma Ulusoy, bu açıklamanın gerçeği yansıtmadığını ifade ederek basın mensuplarına şunları söyledi;
"İsmimin grup toplantısında geçtiğini duyunca şok oldum. Bizim söylemediğimiz şeylerin lanse edilmesi, bazı şeylerin çarpıtılması. Hiç konuşulmayan şeylerin benim ağzımdan söylenmiş gibi yapılması ve benim ismimin iznim olmadan belirtilmesi bizi üzdü. Bir insan antidepresan ile ilgili böyle bir şey der mi? Zaten antidepresanı reçetenin hekimi olmadan bizim vermemiz mümkün değil. 'Leblebi gibi antidepresan satıyoruz' gibi bir laf benim ağzımdan kesinlikle çıkmadı”
Bu durumda ikisinden birisi doğru söylemiyor.
İsabetli karar verebilmeniz için birkaç küçük ipucu verelim.
3 Eylül 2010'da "Kim darbe girişimi yaparsa o tankın önüne ilk ben çıkacağım".
15 Temmuz darbe girişimini Atatürk Havalimanı’ndan darbecilerin izniyle çıkış yapıp Bakırköy Belediye Başkanının evinde televizyon karşısında izleyerek geçirdiği halde; “15 Temmuz darbe girişimi oldu. Hep beraber mücadele ettik. Darbeciler karşı çıktık".
“Adil Öksüz MİT elemanıdır”.
“Tank Palet Fabrikası Katarlılara satıldı”.
“Katarlı öğrenciler Üniversitelere sınavsız alınacaklar.”
“Başörtüsü yasağını biz kaldırdık”.
28 Nisan 2016’da bir televizyon kanalında Deniz Baykal kaseti hakkında; "Erdoğan'ın kaseti izlediğini gördüm. Kendisine o kaseti izletenler Erdoğan'ı kayıt altına alıyor.
Bana böyle bir kaset olduğunu söylediler, getirdiler önüme koydular ben de izledim.
Başka şeyler de var orada. Görüntüleri getiren kişiler maskeliydi yüzlerini, kim olduklarını göremedim."
6 Kasım 2016’da olağanüstü toplanan MYK'da; "ByLock kullanan 4 bakanı ve 60'a yakın vekili açıklayacağız, dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep edeceğiz".
“Afganistan’dan göçmen kabulü için Türkiye ve ABD anlaştılar.”
Gazeteci Rahmi Turan’ın, ‘CHP’li bir ismin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP’nin genel başkanlığı için Külliye’de bir görüşme gerçekleştirdiği’ iddiasıyla ilgili olarak "Ben şaşırmadım efendim. Doğrudur... CHP'yi nasıl dağıtırız diye çalışan ekipleri var. Arkadaşlarıma, partililere söyledim. Adamlar tutuldu, paralar verildi. Biz bunu gayet iyi biliyoruz. Akıl var, mantık var. Başka işin mi gücün mü yok? Erdoğan, CHP'yi dağıtmak için elinden geleni yapıyor. Devletin en kilit noktasındaki isimleri devreye soktuğunu biliyorum. Okuduğumda 'doğrudur' dedim. İsim vermek istemiyorum".
Şimdi bu ifadelere bir bakın sonra da karar verin.
Kim doğru söylüyor?..
Haftanın sözleri;
“Hakaret; aklı kıt olan zavallıların söz bulamadıklarında kullandıkları son çaredir” (Jane Harper)
“Bir insanda yok ise edep neylesin medrese mektep, okusa âlim olsa yine merkep yine merkep” (Necip Fazıl Kısakürek)
“Bu memlekette, sağcı solcu, ilerici, gerici yoktur. Bu memlekette namuslu ve namussuzlar vardır” (Cemil MERİÇ)
“Hiçbir şeyden çekmedik namuslu gibi görünen namussuzlardan çektiğimiz kadar” (Kemal Sunal)