Geçen hafta (23 Kasım) İrini Harekatı'nda görevli Yunan bir komutan tarafından sevk ve idaresi gerçekleştirilen bir Alman Fırtakeyni, Türkiye'den Libya'ya gıda ve boya gibi muhtelif maddeler taşıyan Türk bandıralı gemiyi Doğu Akdeniz'de durdurarak uluslararası hukuka aykırı bir şekilde saatlerce aradı.
Yazılı ve görsel medyada yer aylan bilgilere göre; Türk bandıralı ROSELINA-A gemisi, taşıdığı insani yardım malzemeleri ile İstanbul'dan demir alarak Libya'ya hareket etti. Gemi, Yunanistan Deniz Kuvvetlerinden bir komutanın sevk ve idaresinde yapılan İrini Harekatı'nda görevli Alman Fırtakeyni tarafından Mora Yarımadasının güneybatısında uluslararası hukuka aykırı bir şekilde durduruldu.
Uluslar arası deniz hukukuna göre, gemilerde arama yapabilmek üzere gemiye personelin çıkması için bayrak devletinin rızasının alınması gerekmesine rağmen, Türkiye'den böyle bir izin almadan Hamburg Fırkateyni personeli gemiye helikopterden iniş yaptı.
Geminin süratini düşürterek yolundan engelleyen askerler, Türkiye'den izin almadan yapılanın hukuki olmadığı yönünde yapılan tüm ikazlara uymayarak gemideki tüm konteynerleri açarak aradı. Sabahın ilk ışıklarına kadar süren aramanın ardından gemide insani yardım malzemesi, gıda maddeleri, boya gibi maddeler dışında bir şey bulamadılar.
Şirketten yapılan açıklamada; “Şirketimiz bu güne kadar ifa ettiği tüm faaliyetlerde ulusal ve uluslararası kurallara ve teamüllere en ince noktasına kadar uymuş olup, herhangi olumsuz bir durum ile karşılaşmamıştır. Gerçekleştirdiği tüm taşımalar insani ve ticari maksatlıdır” denilmek suretiyle ortada aramayı gerektiren bir durum olmadığı vurgulandı.
Fetö’nün; MİT TIR’larını arayıp DAEŞ’e silah gönderiliyor yalanıyla Lahey Adalet Divanına başvuru yapılması için gerçekleştirdiği operasyonunun bir benzeri yine FETÖ yöntemiyle bu kez Yunanistan ve hamisi Almanya işbirliği ile gerçekleştirildi.
Emekli Tümamiral Cihat YAYCI Türkiye Gazetesine yaptığı özel açıklamada; Doğu Akdeniz'de Türk bandıralı bir geminin uluslararası hukuka aykırı bir şekilde saatlerce aranmasının uluslararası bir kumpas olduğunu, bunun en önemli bacağının da FETÖ olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi; “FETÖ silahlı terör örgütüdür. Bundan daha önemlisi FETÖ bir casusluk örgütüdür. FETÖ, TSK'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin en mahrem bilgilerini yabancı istihbarat örgütlerine satmış, onların kurduğu ve kullandığı bir örgüttür. FETÖ aslında taşeron örgüt değildir, dünyada belli başlı devletlerin istihbarat örgütlerinin kurduğu bir örgüttür. MİT tırları kumpasında da böyleydi. Türkiye'yi uluslararası camiada, uluslararası hukuk karşısında suçlu düşürmek ve 'Türkiye'yi haydut devlet' pozisyonuna düşürmekti. Devleti yönetenleri ise uluslararası ceza mahkemelerinde yargılatmayı amaçladılar. Aralık 2019'dan itibaren FETÖ'cüler Libya konusunda; 'Türkiye, Libya'ya silah taşıyor', 'hayalet gemileri var', 'Türk donanması silah taşınan gemileri koruyor, uluslararası hukuka aykırı hareket ediliyor' teröristlere silah taşınıyor' gibi Tweet’ler atıldı. Daha önceden resimler çektirler. Bu kumpasın hazırlığını çok önceden yaptıkları anlaşılıyor. Bu olayın öncesinde ise 'MİT tırları oldu şimdi MİT gemileri' diye sosyal medyada paylaşımda bulundular. Bunlar hep FETÖ'nün tezgâhladığı işler. Denizdeki bir gemi kolay kolay 16 saat aranmaz. Bu rekor bir zamandır. Eğer 16 saat aranıyorsa, 'Bir şey var onu mutlaka bulacağız' diye arıyorlar. Demek ki bu kumpasın çok sağlam kurulduğunu anlıyoruz. Ama anladığımız kadarıyla bir yerde bu kumpasın zinciri kırılmış. Yani bunlar konteynerlerin arasına silah koymayı planlamışlar. Ama bunu başaramadıklarını görüyoruz. Bu olayı ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için şimdi bu olayı ayyuka çıkarmaları gerekirken, sessizliğe gömülmüş vaziyetteler.” (28/11/2020 Türkiye) diyerek olayın bir FETÖ yöntemi olduğunu söyledi.
10 Aralık’ta yapılacak AB zirvesinde; Doğu Akdeniz’deki egemenlik alanlarında enerji kaynaklarını arayan Türkiye’nin cezalandırılabilmesi için ellerinde yeterli malzeme olmadığını gören Almanya “yaptırım için gerekli malzemeyi” bulmak umuduyla korsanlık yaptı.
Zaten Merkel geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada; "Türkiye'nin tartışmalı sularda doğal gaz arayışını, 10 Aralık'ta yapılacak bir sonraki AB zirvesinde masaya yatırma konusunda uzlaştık. Bu konuda hiçbir soru işareti yok. O zamana kadar yaşanacak gelişmeleri izleyeceğiz ve ona göre bir karar vereceğiz. Şu an başka bir şey söyleyemem ama bugüne kadar olayların umduğumuz şekilde gelişmediğini söyleyebilirim." Diyerek bunun sinyalini vermişti.
Aramaya sert tepki gösteren Dışişleri Bakanlığı, "Libya’ya taşımacılık yapan gemilere uygulanan bu çifte standartlı ve hukuk dışı muamele asla kabul edilemez. Silah ambargosunu ihlal etmediği görülen gemimizin ağır hava şartları altında saatlerce güzergâhından alıkonulmasını, ayrıca denetleme sırasında personele adeta suçlu muamelesi yapılmış olmasını esefle karşılıyoruz” açıklamasını yaptı ve sonrasında AB, İtalya Büyükelçileri ile Büyükelçi Ankara dışında olduğundan Almanya Maslahatgüzarı Dışişleri'ne çağrılarak Nota verildi.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hami AKSOY yaptığı ayrıntılı açıklamada; "Uluslararası sularda ticari gemilere müdahale edilebilmesi için bayrak devletinin rızasının alınması esastır. Libya silah ambargosuna dair BMGK kararları bu yükümlülüğü ortadan kaldırmamaktadır. AB’nin ne meşru Libya hükümetiyle, ne ülkemizle, ne de NATO’yla istişare etmeden başlattığı Irini Harekâtının tarafsızlığı hâlihazırda tartışmalıdır. Hal böyleyken, ülkemizden Libya’ya taşımacılık yapan gemilere uygulanan bu çifte standartlı ve hukuk dışı muamele asla kabul edilemez. Daha önce de birçok kez belirttiğimiz gibi İrini operasyonu taraflı bir operasyondur. Darbeci Hafter'e gelen silah desteklerini denetlemeyen, keyfi uygulamalarda bulunulan, meşru Libya hükümetini cezalandırmaya yönelik bir harekattır" ifadelerini kullanarak kirli oyunu deşifre etti.
Esasen İrini Harekatı, Birleşmiş Milletlerin (BM) Libya'ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesi için Avrupa Birliği (AB) tarafından Akdeniz'de başlatılan tartışmalı bir operasyon olma özelliği taşıyor.
2292 No’lu BM Güvenlik Konseyi kararında meşru hükümet Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare ve izin zorunlu kılınmış olmasına rağmen Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare yapılmadan sadece Hafter’e destek vermek amacıyla başlatılan İrini Harekatı taraflı ve yasa dışı bir operasyon olarak dikkat çekiyor.
Hafter’e özellikle BAE tarafından ve Mısır üzerinden ve karayolu/havayolu ile her türlü silah sevkiyatı serbestçe yapılırken, AB’nin Türkiye’nin Libya’ya insani malzeme taşıyan ticari gemilere korsan baskınlar yapması, Türkiye’yi Libya’dan uzaklaştırarak Hafter isimli uşakları aracılığı ile Libya petrollerine çökmek niyetinden kaynaklanmaktadır.
Kaldı ki İrini Operasyonu kapsamında bu güne kadar aranan 5 gemiden 3 ünün Türkiye’ye ait olması asıl amacın Ulusal Meşru Hükümeti destekleyen Türkiye’nin cezalandırılmasıdır.
Nitekim, Libyalı siyasi analist ve aktivist Ahmed Sevelhi; “insanlar öldürülürken, hastaneler bombalanırken AB ülkeleri izliyordu. Türkiye’nin Trablus’a yönelik saldırıları durdurmak için başlattığı müdahale solmasaydı Hafter Trablusu alacaktı ve kendisini diktatör ilan edecekti” diyerek bu gerçeği çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Emekli Tümamiral Cihat YAYCI CNN Türk’e yaptığı açıklamada; “Şimdi uluslararası deniz hukukuna göre, Viyana Protokolü, Palermo Sözleşmesi, Roma Sözleşmesi; bunlara rağmen... Biri insan kaçakçılığı, biri uyuşturucu kaçakçılığı, diğeri silahlı faaliyetler. Bunlarda bile bayrak devletinin izni ve gemi kaptanının onayı olmadan gemiye çıkılmaz. Böyle bir şey ben ilk defa görüyorum. Hele hele NATO üyesi bir ülkenin gemisi. Burada gemi resmen Türk bayraklı. Burada Türk bayrağına karşılık bir haydutluk yapılmıştır.” diyerek yapılanın düşmanlıktan kaynaklanan açık bir hukuksuzluk olduğunu ortaya koymuştur.
Bu gelişmelerin ardından Ankara C. Başsavcılığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızca Türk bayraklı Roseline-A isimli ticari geminin açık denizde 22.11.2020 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından verilmiş bir arama izni olmamasına rağmen uluslararası mevzuata aykırı bir şekilde durdurulup aranması nedeniyle re’sen soruşturma başlatılmıştır” denilerek adli sürecin ilk adımı atılmıştır.
Önceden bu gibi durumlarda siyaset “Avrupa’yı karşımıza almayalım” diyerek haksızlığı sineye çekerken yargı da “neme lazım” diyerek bu işlere pek müdahil olmazdı.
Oysa; istiklal, hak ve çıkarlarına yönelik ihlal, saldırı ve düşmanca eylemleri siyasi, diplomatik ve adli platformlarda karşılıksız bırakmayan devlet egemen devlettir.
Çıkarlarına aykırı her davranışta ezberlemiş gibi yaptırım tehdidinde bulunanlara, mütekabiliyet esasları ve hukuk çerçevesinde karşılık vermek egemen devlet olmanın da gereğidir.
Yıllardır sömürgeci/despot/faşist uygulamalarını hukukun üstünlüğü gibi dayatanlara; meşru her enstrüman kullanılarak hukukun üstünlüğünü hatırlatmanın tam sırasıdır.
Bu çerçevede Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Ata Atun; “Ankara Anlaşması ve Ek Protokolüne göre, Tutuklama Emri çıkartma yetkisine sahip olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin; Operasyon Komutanı Tuğamiral Fabio Agostini,
Operasyon Komutan Yardımcısı Tuğamiral Jean-Michel Martinet, Kuvvet Komutanı Theodoros Mikropoulos haklarında Uluslararası "Avrupa tutuklama emri" çıkartılarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslararası Hukuk çerçevesinde haklarını arayacağı ve hukuka aykırı yapılan işlerde konunun her zaman mahkemeye götürüleceğinin mesajını verilmesi gerektiğini” (28/11/ Haber7) belirtmektedir.
Bunları yapabilmek için gereken tek şey cesarettir.
Ve bu da Türkiye Cumhuriyetinde fazlasıyla vardır.
Fransa Senato’su utanmazlığın kitabını yazıyor..
Ermenistan’ın 44 Gün savaşında çok büyük zayiat vererek 30 yıldır işgal ettiği ve BM kararları ile de Azerbaycan’a ait olduğu kabul edilen Dağlık Karabağ’dan çekilmesi üzerine Fransa Senatosu "Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin" tanınmasını öngören teklifi 305 oyla kabul etti. Bu karar sonrası Azerbaycan'dan Fransa'ya çok sert cevap geldi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hikmet Hacıyev yaptığı açıklamada, Fransız Senatosunun söz konusu kararını "sıradan bir kağıt parçası" olarak nitelendirdi.
Fransız Senatosu'nun bu provokatif adımının Fransız siyasi çevrelerinin geleneksel Ermeni taassubunun bir göstergesi olduğunu vurgulayan Hacıyev, "Arabulucu ülkenin tarafsız ve adil olması gerektiğini unutan Fransa'nın açık Ermeni yanlısı tutumu, ihtilafın barış yoluyla ve uluslararası hukukun norm ve ilkeleri çerçevesinde çözümüne engel olan ana faktörlerden biri olmuştur" dedi.
Libya’da, Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan’da etkinliği kalmayan, Afrika’da bir zamanlar sömürdüğü ülkelerle kazan/kazan çerçevesinde ticari ve siyasi ilişkileri geliştiren Türkiye karşısında aciz bir duruma düşen ırkçı ve sömürgeci Fransa’nın, bağımsız bir ülke olan Azerbaycan’ın Ermenistan işgalinden söke söke kurtardığı kendi toprakları içindeki Karabağ’ı tanıma kararı pratikte uygulanması mümkün olmayan tam bir diplomatik mastürbasyondur.
Nitekim Azerbaycan'ın nota verdiği ve çok sert tepki gösterdiği Fransa, kararın açıklanmasından iki gün sonra geri adım atmak zorunda kalarak Fransız Dışişleri Bakanlığı, Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığını tanımadıklarını açıkladı.
Askeri ve ekonomik gücüne çok büyük bir darbe vurulan ve belki on/onbeş yıl kendini toparlayamayacak olan Ermenistan’a sadece gaz verip elleri kıçında seyreden Fransa Dünyada hiçbir ülkenin tanımadığı Karabağ’ı tanısa ne olur tanımasa ne olur?..
Azerbaycan izin vermezse bırakın temsilcilik açmayı o topraklara girebilecekler mi?..
Fransa Senatosu'nun skandal kararı AK Parti, CHP, MHP ve İYİ Parti TBMM grup başkanvekillerinin imzasıyla yayımlanan ortak bildiriyle kınandı.
Bildiride; “Fransa Senatosu görmezden gelse de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1993 yılında aldığı 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararları uyarınca Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağıdır ve Fransa Senatosu'nun almış olduğu karar uluslararası hukuk açısından yok hükmündedir…. Türkiye olarak bu haklı mücadelenin ve destansı zaferin her anında, kardeş Azerbaycan'ın yanında olmaktan gurur duymaktayız. Azerbaycan ordusunun Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51'inci maddesi uyarınca meşru müdafaa kapsamında yürüttüğü harekât sonucunda asli sahiplerine dönen Azerbaycan topraklarının ebediyen Azerbaycan'ın hâkimiyetinde kalacağından en küçük bir şüphemiz bulunmamaktadır”. Denilerek Azerbaycan’ın haklı ve meşru davasında yanında olduğumuz kardeşliğe yakışacak bir şekilde vurgulandı.
Pratikte geçerliği olmayanı karara çakma Napolyon Macron’un bile uymaması Senato’nun itibarının yerlerde süründüğünün en açık göstergesidir.
Sadece iki günde çöpe atılacak ve uygulanma imkanı bulunmayacak kadar gerçeklerden uzak bir karar alan Senato; bir üçüncü dünya ülkesinde olsaydı alay konusu olurdu.
Ama medeni(!) batıda utanmazlığın kitabını yazıyor.
Satılık görmek isteyen; Rum, Yunan, Ermeni ve ABD ağzıyla konuşanlara baksın
Tüm maliyetler hesaplandığında, yaklaşık 2 milyar dolar Akdeniz'in derin sularına gömülecektir" ifadeleri ile Türkiye'nin doğu Akdeniz’de yaptığı enerji kaynakları arama çalışmalarının iptal edilmesini isteyerek Yunan ve Rum ağzıyla konuşan CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır bu kez çok daha büyük bir saygısızlık yaparak; "Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin ordusu Katar'a satılmış. 20 Milyar dolar olduğu söyleniyor. 50 Milyon dolara satılmış. Birileri Mandacı oluyor" dedi.
Şanlı ordumuzun içindeki satılıkları ayıklayarak yurt içinde ve yurt dışında verilen her görevi onurla yerine getirdiğini vicdanı olan herkes görüyor biliyor.
Yoksa ordumuzun Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve Azerbaycan’da yazdığı destanlar Ali Mahir Başarır’ın zoruna mı gitti?..
Bay vekil satılık görmek istiyorsa Fetö’nün ve PKK’nın beslemelerine baksın.
TBMM’yi, Özel Harekat Müdürlüğü’nü, kamu kurumlarına ait binaları ve masum vatandaşları bombalayan sivillerin üzerine sığınak delici bombalar atan alçaklara baksın.
Ayrıca meraklıları; Suriye’de YPG/PYD, Akdeniz’de Rum, Ege’de Yunan, Azerbaycan’da Ermeni; güvenlik ve egemenliğimiz ile ilgili konularda ABD ve AB ağzıyla konuşanlara bakarsalar “satılığın kralını” görürler.
Hiç kimse milletimizin gözbebeği olan şerefli ordumuza böyle ahlaksız ifadelerle saldıramaz.
Herkes haddini bilecektir.
Bilmeyene de hukuk içinde haddi bildirilecektir.
Nitekim bu sözlerle ilgili olarak Ankara C. Başsavcılığınca işlem başlatıldığı açıklanmıştır.
1. Ana Bakım Fabrika Müdürlüğü'nün işletme hakkının devredilmesine ilişkin 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 2/i maddesi kapsamında tesis edilen 14 Mayıs 2019 tarihli 1105 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı iddia edildiği gibi "bir gizli Kararname" değildir. Resmi Gazete'de yayımlanma zorunluluğu da bulunmadığı halde bu kararın içeriğine ilişkin tüm bilgiler kamuoyuyla paylaşılırken Tank Palet Fabrikası'nın işletme hakkının devredilmesine ilişkin Danıştay'da açılan davada; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, son kararı vererek işlemin hukuka uygun olduğu karara bağlanmıştır.
Yargı tarafından onaylanmış bir ekonomik süreçten “ordumuzu satıldı” iftirası derin bir patolojiyi işaret ediyor.
Gurur duyulacak bir ordu için satıldı diyebilmek “yoksa güvendikleri başka bir ordu(!) mu var? sorusunu akla getiriyor.
Ordumuza hakaret eden bu milletvekili hakkında sadece Savcılığın işlem yapması yetmez, sırf yasakladıkları CNN Türk’te yayına çıktıkları için milletvekillerini ihraç eden CHP yönetimi de disiplin işlemi yapmalıdır.
Aksi takdirde bu saygısızlığı onaylamış olurlar.