Önce şu işin adını bir koyalım.
ABD; gayri meşru bebesi Fetö’ye 15 Temmuz’da darbe yaptırmak istedi mi? istemedi mi?
İstemek ne demek? emretti.
Daha önce bu ülkede yapılan bütün darbelere destek veren ve darbecileri koruyup kollayan ABD; 15 Temmuz’da farklı bir format uygulayarak bu kez taşıdıkları şerefli üniformaya ihanet eden Fetö’cü askerlere darbe görevini verdi mi? vermedi mi?
Verdi…
Kim bu kesin gerçeği reddediyor ya da ısrarla gizleme çalışıyorsa hiç tartışmasız darbecilerin ve ABD’nin safındadır.
Darbecilerin yani ABD’nin safında olanlar darbe girişiminin başarılı olmamasından çok büyük rahatsızlık duymaktadırlar.
Çünkü tebliğ edilmesini bekledikleri görevlerden mahrum kaldılar.
Çok güvendikleri ABD’nin gücü(!) ilk defa emir-komuta zinciri içinde bir darbe gerçekleştirmeye yetmedi.
Ya da şerefli Türk Ordusu içine sızmış beslemelerine gereğinden çok güvendi.
2016 yılı Yüksek Askeri Şurasında köklerinin kazınacağını öğrenen beslemeler hazırlıklardan haberdar olan bir subayın ihbarı üzerine panikle darbeyi herkesin ayakta olduğu saatlerde başlattılar.
Davulla zurnayla bu anı bekleyen, sokaklara çıkan tankları alkışlayan ve şerefine(!) kadeh kaldıran hainlere rağmen milletin kahir ekseriyeti, ordu ve emniyet içindeki vatanına ve milletine sadık namuslu insanlarla ilk andan itibaren hiçbir geri adım atmayarak milletine öncü olan siyasi iradenin güç birliği ile önlenince ABD ve beslemeleri şok oldular.
Saatlerce Cumhurbaşkanının kaçtığı yalanı dâhil olmak üzere en alçak yalan ve iftiralarla milleti kandırarak moral bozmaya, PKK üzerine süremedikleri savaş uçaklarıyla alçak uçuş yaparak korku salmaya çalıştılar.
252 masum insanımızı alçakça katlettiler.
ABD; Cumhurbaşkanının uçağının rotasını canlı yayınlayarak beslemelerine vurmaları için rehberlik yaptı.
Ama olmadı.
Ne yaptılarsa olmadı.
Milletin gücünün hafife alan kuklacılar ve kuklaları unutamayacakları tarihi bir tokat yediler.
Hiçbir hazırlığı olmayan millet çıplak elleri ile darbecileri susturdu.
Yani iradesini hiçe saymak isteyenlere dur dedi.
Bu asil direniş, hazırlıklı olduğu takdirde bu milletin neler yapabileceğini dosta düşmana göstermiş oldu.
****
Bayram değil seyran değil, ortada seçim yokken 2016 yılının Temmuz ayında Başbakan olacağını söyleyenler, darbe gecesi tankların arasından güvenle(!) geçip yine güvenli yollardan(!) gittiği belediye başkanının evinde, beyaz gömlek kırmızı kravat hazır bir şekilde ve çay/kahve içerek televizyondan gelişmeleri izleyenler, eksi üçüncü kat bodrumlarda gelecek sevinçli haberleri bekleyenler, gecenin ilerleyen saatlerinde darbe girişiminin bastırılmasıyla büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Emekleri(!) ve elbette ki destekleri boşa gitmişti.
Halbuki darbe öncesi yaptıkları ABD ziyaretinde ne kadar da güzel(!) haberler(!) almışlardı.
Artık bir devir kapanıyor ve yıllardır özlemini duydukları iktidar, altın nesil(!) tarafından altın tepsi içinde kendilerine ikram(!) ediliyordu.
Hayaller iktidardı ama gerçekler yine muhalefet yine muhalefet.
Üstelik ilk defa bir darbe, devletin kararlı duruşu ve ondan cesaret alarak sokaklara dökülen silahsız vatandaşlar tarafından püskürtülmüştü.
Darbenin başarıyla gerçekleştirildiği haberini merakla bekleyen başta ABD, AB ve NATO olmak üzere içerideki dostları(!) milletin bu şanlı direnişi karşısında saatlerce kendilerine gelememişler ve o meş’um gecenin sabahında kerhen demokrasiden yana olduklarını söylemek zorunda kalmışlardı.
Toplumdaki büyük tepki nedeniyle başlangıçta tıpkı ABD ve Batı gibi darbeye ve darbecilere karşıymış gibi görünseler de devletin gösterdiği haklı ve hızlı tepkiyle beslemeleri devlet kadrolarından ayıklanmaya başlayınca, hızla darbe öncesi ayarlarına dönerek darbecileri masumlaştırmak adına kontrollü darbe yalanını ortaya attılar.
Bununla da yetinmediler darbe girişimini bir tiyatro olarak niteleyerek dostluk(!) ve işbirlikleri(!) hatırına 252 insanımızı katleden ve 3000 insanımızı yaralayan, milyarlarca liralık maddi zarara neden olan hainlerle aynı söylemlerde bulunmaktan çekinmediler.
Bu ortak söylemler o kadar ileri gitti ki sonuçta FETÖ’cülere, “yıkmaya çalıştıkları devletteki görevlerine” dönme vaatleri vermeye başladılar.
Bu konuda kararlı görünen Sayın Kılıçdaroğlu en son Samsun’da; “az önce televizyonların olduğu yerde söyledim. KHK’lıların tamamı görevlerine iade edilecek. Bir arkadaşımız sadece bu işlerle ilgilenecek.” diyerek aralarında defalarca müebbet hapis cezası alan darbecilerin de bulunduğu “KHK’lıların tamamının görev iade edileceğini” söyledi.
Elbette hukuken bu mümkün değildi, çünkü yargının verdiği mahkûmiyet kararı idari tasarrufla ortadan kaldırılamazdı.
Eğer bir aftan söz ediliyorsa onun da şartları vardı ve hepsinden önemlisi bunların yapılabilmesi için öncelikle Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ilan edilmesi, sonra seçimi kazanması ve sonra da ittifak ortaklarıyla birlikte TBMM’de çoğunluğu sağlayacak sayıda milletvekili kazanmaları gerekliydi.
Ama yedili masa için bunlar önemli değildi.
Onların Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir dertleri yoktu.
Tek dertleri Tayyip Erdoğan’ın devrilmesi olduğundan bu uğurda yapılacak her şey meşru idi.
Hal böyle olunca PKK’nın uzantısı ile işbirliği de Fetö’cülerin affedilmesi de onlar için üzerinde durulması gereken teferruattan ibaretti.
“İkibuçuk ayda ikibuçuk milyon koyun uçakla KATAR’a gönderildiği için et fiyatları arttı” gibi Güldür Güldür skeçlerine konu olacak palavralarına gülüp geçebiliriz ama Cumhurbaşkanlığı adaylığı söz konusu olan bir siyasinin, içlerinde 252 insanımızın katillerinin de bunduğu Fetöcü’lerin görevlerine iade edileceğini açıklaması gülüp geçilecek bir söz değildir.
Sayın Kılıçdaroğlu KHK’lıların tamamının göreve iadelerinin hukuken mümkün olmadığını anlaması ya da birilerinin uyarması üzerine, bu kez KHK’nın cezai değil terör örgütü iltisaklı kamu çalışanlarına karşı idari bir tedbir olduğunu unutarak; “KHK’lılar arasında beraat edenler var onları göreve başlatacağız”. Ancak gerçekten bir terör olayından ötürü mahkûm olmuş, hapse girmişse zaten biz onu istesek te göreve getiremeyiz” açıklaması yapmak zorunda kaldı.
Oysa mağdur olan ya da olduklarını iddia eden KHK’lılar için OHAL komisyonu kuruldu.
Madem kendilerinin haberleri yok ya da görmezden geliyorlar o zaman OHAL Komisyonu tarafından yapılan çalışmalarla ilgili bilgileri biz verelim.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası KHK ile yapılan işlem sayısı 131.922.
OHAL Komisyonuna başvuru yapanların sayısı 127.192.
OHAL Komisyonu tarafından başvuruları reddedilenlerin sayısı 108.190.
Başvuruları kabul edilen yani mağdur denebilecek kişilerin sayısı ise 17.595
Red kararı verilen % 95 inde adli soruşturma veya kovuşturma bilgisi var mahkûmiyet alanların sayısı 57.394 kişi ve bunun genele oranı %54.
KHK’lardan 57.394 kişi mahkûmiyet almış yani suçlu oldukları yargı kararı ile kesinleşmiş iken ve halen devam eden davalar varken, bunları görevlerine nasıl iade edeceksiniz?
OHAL Komisyonu tarafından haklı bulunan 17.595 kişiyi kastediyor iseniz neden bunu açık açık söylemiyor da “bütün KHK’lıları görevlerine iade edeceğiz. Bir arkadaşımız sadece bu işe bakacak” diye umut veriyorsunuz?”
TBMM’ni, Özel Harekât Başkanlığı’nı bombalayan hainler KHK ile atılmadılar mı?
Sivil halkı bombalayan helikopterlerin pilotlarını “ellerinize sağlık arkadaşlar” diyerek tebrik eden hainler KHK ile atılmadılar mı?
Eğer yargı kararlarını ve kanunları takmayacaksanız bunun adı diktatörlük olmuyor mu?
Belli ki Fetö’den seçimlerde destek sözü almışlar karşılığında da onlara umut veriyorlar.
Bir selamün aleyküm ile Anadolu’yu ayağa kaldıracaklarını iddia edenler, görünmeden olayların göbeğinde olanlar, geç keşfedilmiş bilgeler ve de çakma milliyetçiler bu ihanet sarmalına neden ses çıkartamıyorlar?..
Daha birkaç gün önce HDP’ye Bakanlık verilebilir mi sorusu üzerine CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin; “Benim hiç geri vitesim yok. Ben ne söylediğimi biliyorum. Siyasi Partiler olarak seçime gideceğiz ve milletimiz de onlara oy verecek. Milletin oy verdiği bir siyasi parti seçilecek. HPD’ye bakanlık verilebilir.” Sözleriyle HDP ile ilişkilerinin kankalık boyutunda olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu açıklamalarla ilgili olarak ne düşündüğü sorulan Kılıçdaroğlu; “İroni de yapılabilir, başka bir konuşma da yapılabilir. Burada önemli olan altı liderin karar almaları” sözleriyle zevahiri kurtarmaya çalışsa da aslında akıllarından geçenin bu olduğunu, altılı masanın da buna bir itirazının bulunmadığını açıklamış oldu.
Her ne kadar İyi Parti’den “HDP için sivri bir dil kullanması” sebebiyle görevinden alınan Yavuz Ağıralioğlu’dan bir tepki gelse de Sayın Genel Başkanın; “HDP’nin olduğu masada biz olmayız, bizim olduğumuz masada da HDP olmaz” sözleri size inandırıcı geldi mi?
Madem sizin masanızda HDP yok, CHP neye güvenerek HDP’ye bakanlık teklif edebiliyor?
HDP’ye bakanlık teklif eden CHP en zor gününüzde size emanet milletvekili veren ittifak ortağınız değil mi?
İttifak ortağınız HDP ile can ciğer kuzu sarması iken nasıl oluyor da sizin olduğunuz masada onlar olmuyor?
Laf salatalarıyla geçiştirilmeye çalışılan bu ikircikli tavır yüzünden görünürde HDP masaya oturtulmuyor ama Fetö ile birlikte dışarıdan masaya ayar vermeye, fırça çekmeye ve şantaj yapmaya cesaret edebiliyor?
Altılı masanın anlamadığı şudur..
HDP’nin hükümete ortak edilmesini Suriye planlarının gerçeklemesi için, Fetöcü’lerin affedilmesini de yarım bıraktıkları işi tamamlamaları için ABD istemektedir.
Mesele ABD’nin desteği olunca HDP’ye bakanlık ta verebilirler, Fetö’cüleri af etmeye de kalkabilirler.
Bunun CHP’nin şu andaki yönetimi için bir sakıncası olmadığını artık saklamaya gerek duymadıkları söz ve davranışlarından anlayabiliyoruz.
Peki, İyi Parti bunu seçmenine nasıl anlatacak?
Fetöcü’ler affedilerek Pensilvanya’nın; PKK’nın siyasi uzantısına bakanlık verilerek Kandil’in gönlünü hoş etmekle iktidar olamayacaklarını seçim sandıkları açıldığında göreceklerdir.